Ayasofya yeniden cami olarak ibadete açıldı milletçe sevindik; İstanbul 500 küsur yıl sonra yeniden fethedilmiş gibi oldu. Açılışın yapıldığı Cuma günü Ayasofya içi ve çevresinde 350 bin insan yerini aldı. Bu gelişmenin mimarı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yeni adıyla Ayasofya-i Kebir Camii’nin 24 saat açık kalması talimatını verdi.
Mabedin gündüzler ve geceler boyu her gün binlerce ziyaretçisi olması bekleniyor.
Ne mutlu bize.
Mutluyuz, ama yeniden sahiplendiğimiz hissine kapıldığımız muazzam mabedin 1500 yıldır ayakta kalmış ve gözümüz gibi bakmamız gereken tarihi bir eser olduğunun farkında değiliz gibi.
Geçen gün “Cumhurbaşkanı karar verirken danışmanlarına danışıyor mu?” sorusunu bir yazımın başlığından sormuştum, hatırlayacaksınız. O soruyu “Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasından sonra nasıl davranılması gerektiği, tarihçilere ve özellikle tarihi eserler konusunda uzman olanlara, sözgelimi Prof. İlber Ortaylı’ya danışıldı mı?” diye de sorabilirdim.
İlber Ortaylı kısa süre kültür bakanlığı yapmış Atilla Koç’un bakanlığı döneminde Topkapı Sarayı müdürlüğüne getirilmişti. Görevi alanına Ayasofya ile ilgilenmek de giriyordu. Sonradan o görevden ayrılsa da, bildiğim kadarıyla, halen bakanlığın danışmanı sıfatını koruyor.
Çok değerli kitaplardan oluşan şahsi kitaplığını Cumhurbaşkanlığı külliyesine hibe ettiğini de biliyoruz Prof. Ortaylı’nın.
Prof. Ortaylı diyor ki…
Reklam
Zamanında danışılmış olmasa bile hiç değilse şimdi ne dediğine kulak vermekte yarar var.
Pazar günleri Hürriyet’e tarihi konularda yazı katkısında bulunan Prof. Ortaylı’nın dünkü köşesi Ayasofya konusuna ayrılmıştı.
Uzunca yazının içine sindirilmiş uyarılar olağanüstü önemli.
Ayasofya’nın 15 asırdır ayakta kalan tek mabed olduğunu hatırlatıyor. İlk yapımını gerçekleştiren Aydınlı mimarları yanında Sinan’ın da elinin değdiği binanın düzenli restorasyonunun devamı gerekiyor. İlmi heyetler bu alanda çalışıyor, çalışmalı da. Eserin esas koruyucusu ise… “Unutmayalım ki, Fatih Sultan Mehmed’ten beri Ayasofya’nın koruyucusu biziz” diyor Prof. Ortaylı.
Nasıl koruyacağız?
Şöyle:
“Ayasofya’nın ikinci katı suret-i katiyede ne ziyaret edilebilir ne oraya adım atılabilir. Oraya adım atacak kişiler, mimari tarihçiler, restoratör, usta ve mühendislerdir. Zira buradaki fresklerin korunması çok zordur, nefes en büyük düşmanlarıdır. Yoğun insan nefesi bu eserleri mahveder. Bize inanmayanlar Kremlin müze ve kiliselerini zaman zaman, hatta bazılarını uzun yıllar kapatan Rus uzmanlara sorsunlar. Onlar gereken bilgileri verecekleridir. Aynı durum Göreme kiliseleri için ve Osmanlı’nın 500 yıllık klasik eserleri için de geçerlidir.
“Benzer kurumlardan Küçük Ayasofya dediğimiz Bakhos Kilisesi daha evvel restore edildi, bugün camidir (Küçük Ayasofya Camii). Aynı şekilde Kariye Manastırı’nın tamiri bitti. Pantokrator Manastırı yani Zeyrek Camii bitmedi. Bunların rastgele, kontrolsüz bir şekilde umuma açıldığı görülüyor. Medyaya düşen fotoğraflarda gerekli ihtimamın gösterilmediği, cami cemaatinin kafasına göre düzenlemeler yaptığı görülüyor. Bu gibi tarihi eserlerde muhakkak kontrolün, çakılacak bir çivinin dahi Anıtlar Kurulu ve Kültür Bakanlığı’nın iznine tabi olması gerekir.”
Reklam
Prof. Ortaylı, İtalya/Floransa’da bulunan tarihleri Ayasofya kadar kadim olmayan bazı galeriler ve kiliselere kontenjanla ziyaretçi alındığını hatırlatıp benzeri bir uygulamanın bizde de başlatılmasını tavsiye ediyor.
En önemli tavsiyesini sona saklamış: “Ayasofya’nın kontrolsüz bir kitleyi kaldırması mümkün değil. Devlet kontrolünde belirli sayıda insanın caminin içinde olması gerekir, aksi halde yıllarca süren restorasyonların getirisi çöpe gider. Tüm bu meseleler yeni baştan düşünülmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalı.”
Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak, müze iken onu kendi kaderine terk edilmişlikten çıkarıp yeniden sahiplenmek anlamına da geliyor. 15 asırdır ayakta kalmış ve ebediyete kadar varlığını sürdürmesini arzulamamız gereken bir eser Ayasofya. Bir uygarlık mirası olduğu kadar fethin de sembolü.
Öyle değil mi?
Bu durumda ömrünü kısaltacak yanlışlıklara karşı onu koruma altına almak gerekir.
Cami olarak açıldı, milletçe sevindik.
Şimdi de onu gözümüz gibi koruma görevinin milletçe sahibiyiz.
24 saat açık tutmaktan fazla gecikmeden vazgeçmeli, ziyaretçi giriş ve çıkışlarını kontenjana bağlayamasak bile cemaat sayısını kısıtlı tutmalı ve tarihi eserler konusunda uzmanlaşmış ilim ve teknoloji heyetlerinin denetimini sürdürmeliyiz.
Eserin değerini itirazcılardan daha fazla bildiğimizi göstermenin de yolu budur.
Hürriyet’te çıktığı için haberi olması gerekenlerin dikkatlerinden kaçmış olabilecek Prof. İlber Ortaylı’nın yazısını önemine binaen gündemime aldım.
ΩΩΩΩ
26 Temmuz 2020
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) bu hafta sonuna bir kurultay sıkıştırmayı başardı. Zihinler hala korona virüsünün dayattığı sorunlarla boğuşur, toplum 86 yıl müze işlevi görmüş Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılmasını tartışırken dikkatlerin bir partinin kurultayına çevrilmesi kolay değildir.
Yine de boşa gitmiş sayılmaz 37. kurultay.
Adı: ‘İktidar kurultayı’
Kurultaya bu adı uygun görmüş CHP yönetimi.
Ad CHP’nin özlemini yansıtıyor. Çok partili demokratik sisteme geçilmesi sonrası tek başına iktidar yüzü pek görmedi CHP. Bülent Ecevit’in genel başkan olduğu dönemde gidilen 1977 genel seçiminde alınan yüzde 41,5’luk oy dışında iktidar özlemini bastıracak bir oranı yakalayamadı CHP. Son zamanlarda yapılan seçimlerde yüzde 20-25 dar alanına sıkışmış görüntüsü veren sonuçlar alabiliyor.
Bu durumda CHP nasıl ‘iktidar’ rüyası görebiliyor?
Sorunun cevabı, kurultayda uzunca bir konuşma yapan ve genel başkanlığa kendisini yeniden seçtirebilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun mesajlarında gizli. “Dostlarımızla birlikte bunu başaracağız” dedi CHP lideri ve AK Parti ile MHP’nin ‘Cumhur İttifakı’ çatısı altında buluşması üzerine kendiliğinden oluşan ‘Millet İttifakı’nın önemini sürekli vurguladı.
Bu yolla iktidara ulaşmak elbette mümkün.
Reklam
Siyaset sonuçta aritmetik gerçekliğe dayanıyor. Bugün uygulanan sistemde iktidara gelebilmek için genel seçimde diğer ittifaktan daha fazla milletvekili çıkarmak ve ayrıca cumhurbaşkanı seçiminde ‘yüzde 50+1’ oyla kendi adayını seçtirmek gerekiyor.
‘Cumhur İttifakı’nın bu aritmetik denkleme uyan sonucu yeni seçimde bulamaması mümkün. Kamuoyu yoklamaları, ‘Cumhur İttifakı’ partilerinin toplam oy oranının yüzde 50’nin altına düştüğüne işaret ediyor. CHP ‘Millet İttifakı’nı karşı tarafın kayıplarını toparlayacak bir genişliğe kavuşturabilirse, bir başka deyişle muhalefetin bütün renklerini ‘yeni bir iktidar’ için hareketlendirebilirse, iktidar el değiştirebilir.
Tabii, Kılıçdaroğlu’nu bu kurultayda da ‘sağa kaymak’ ve ideolojisi farklı siyasi çizgilerle birlikte hareket etmek yanlışlığı ile suçlayan kişilerin temsil ettiği CHP içerisindeki güçlü damar izin verirse…
“Az oy alsak da CHP bizim çizgimizde kalmalı” diyenler…
İktidara gelmek için az fark yetmiyor
Oysa Kılıçdaroğlu’nun izlediği çizginin başarısı ortada. Son yerel seçimde İYİ Parti ile oluşturduğu kısmi ittifak sayesinde tam 11 büyük şehir belediyesini kazandı CHP. 1994’ten beri CHP’li adaylara oy vermemiş Ankara ve İstanbullu seçmenler, son seçimde, ülkemizin bu en önemli iki kentinin belediye başkanlıklarını CHP’nin kazanmasını sağladılar. İtiraz edilen İstanbul seçimi tekrarlandığında, ilk seçimde 13 bin kadar olan oy farkının ikincisinde 800 binin üzerine çıktığı görüldü.
İktidar yerelde değişmiş oldu.
Genelde de değişebilir.
Reklam
Aritmetik gerçekliği AK Parti ve lideri Tayyip Erdoğan da görüyor elbette. Gördüğü için de, seçime kadar dengeyi yeniden AK Parti lehine çevirmek için elinden geleni yapmaya çalışacak ve sandık için 2023’ü bekleyebileceği gibi, zamanın daha uygun olduğunu gördüğü daha erken bir zamana da onu taşıyabilecektir.
2002’den sonra oylarını sürekli artırmaya alışmış AK Parti’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesiyle sonuçlanan ilk seçim olan 7 Haziran 2015 seçimi sonrasında yaşananların muhalefet cephesine hatırlatması gereken önemli bir nokta daha var.
O seçimde yenildi AK Parti, fakat iktidarı terk etmedi. Altı ay sonra yenilettiği seçime kadar hükümeti bırakmadı ve 1 Kasım günü yapılan ikinci seçimde istediği sonucu almayı başardı.
Muhalefet cephesinin iktidara gelebilmesi için yalnız AK Parti’den ve ‘Cumhur İttifakı’ndan daha fazla oy alınması yine yeterli olmayabilir; iktidara gelebilmek için ‘Millet İttifakı’nı oluşturan partiler açık ara farkı hedeflemek zorundalar.
İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için tekrarlanan seçimde yaşandığı gibi…
CHP’nin “Esas CHP bizim çizgimiz” diyenleri, siyaset aritmetiğini bilmiyorlar.
Ne söylemeye çalışıyorum?
Şunu: Hiçbir seçim çantada keklik değildir. Her seçime iktidar partisinin kazanma şansının yüksek olduğu bir ortamda gidilir; iktidar partisi ne yapar eder bunu garantiye almaya bakar. Muhalefet imkansızı başarmakla mükelleftir ve bu da göründüğünden çok daha zordur. “İktidara geldik, geliyoruz” havasıyla gidilen seçimlerde bozgun yaşandığı sıkça görülmüştür.
[ABD’de kamuoyu yoklamaları, Trump ile rakibi Biden arasındaki yarışta, şu sıralarda Biden’ın arayı hayli açtığını, farkın iki haneli hale geldiğini gösteriyor. Ancak Trump karşıtı cephe sonucun hiçbir itiraza mahal vermeyecek bir açıklıkta olması gerektiğinin bilinciyle hareket ediyor. Sebep yine aynı.]
CHP kurultayı CHP’lilere bu gerçekleri düşündürmeye yaradıysa başarılı geçmiş sayılabilir.
Bunun işaretlerinin henüz alındığını söyleyemem. CHP henüz iktidar cephesini şaşkınlığa düşüreceği bir cevvaliyet içerisinde görünmüyor.
Hamleler hala AK Parti’den geliyor. CHP o hamleleri engelleyemediği gibi kendisi de karşı bir hamleyle cevap veremiyor.
ΩΩΩΩ