Türkiye’nin bir türlü bitmeyen laiklik tartışması çerçevesinde CHP’nin politik pozisyonu da daima tartışma konusudur. Daha doğrusu bu meselenin temsil zeminidir. Bugünkü parti yönetiminin geçmişten devralınmış olan “jakoben siyaset” mirasını terk etme niyeti veya eğilimi de Türk toplumunun gelişme ve değişme süreçlerinden bağımsız ele alınamaz.
Aslına bakarsanız, cumhuriyet devrinin laiklik siyasetinin iki yüzü var. İlki daha II. Mahmut devrinde devlet politikası olmuş olan modernleşme/sekülarizasyon çabalarının devamı olması. İkincisi bu siyasetin toplumsal katılımı/rızayı dışlayarak sürdürülme anlayışı, yani jakoben karakteri. Haddizatında II. Mahmut’un ıslahat siyaseti de jakoben karakterdeydi. Tanzimat oligarşisinin ve II. Abdülhamit rejiminin yenileşme siyasetleri de öyle. Ancak bu devirlerde devlet, tabiri caizse, “dinin sahibi” rolünü de üstlenmiş olduğu için toplumsal tepki ve çatışma sınırlı kalabildi.
Türk tarihinin en batıcı ve en jakoben figürü olan II. Mahmut, buna rağmen, “gavur padişah” imajını değiştirmek için de elinden geleni yaptı. Mesela, İstanbul’da bugün mevcut olan sahabe kabirlerinin biri dışında tamamı II. Mahmut döneminde ortaya çıkarılmıştı!
***
Osmanlı döneminde batılılaşma/modernleşme hareketleri hep bu hassas çizgi üzerinde yürütüldü. İslam’ın terakkiye mâni olmadığı, batının ahlakını değil bilim ve teknolojisini alacağımız anlatıldı. Ancak aydınlar arasında bu konu usul açısından da tartışılageldi.
Bahsedilen hedefe ulaşmak için, Marksist sosyolojinin terimlerini biraz esneterek kullanacak olursak, toplumda altyapının mı yoksa üstyapının mı batılılaştırılması gerektiği konusunda iki farklı yaklaşım ortaya çıktı.
İkinci meşrutiyet devrine kadar şekilci ve taklitçi yaklaşıma sahip “tepeden inme modernleşmecilik” hâkim durumda oldu hep. Bu devirde ise toplumsal katılıma dayalı ve yerli değerler üzerinde bina edilecek bir yenileşme anlayışı daha fazla revaç buldu.
Öyle ki “batıcı” diye tanınan Celal Nuri, “muhafazakâr” diye tanınan Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecelle’sini taklitçi bir anlayışın ürünü diye eleştiriyor, “Kanun yaparken Cevdet Paşa ruhu rol oynamamalıdır. Bize İmam-ı Azam gibi müçtehitler lazım” diyordu.
İşte bu nokta II. Meşrutiyet devrinin bütün aydınlarının ortak yaklaşımıdır. İslamcı, Türkçü, Osmanlıcı, Batıcı… Hepsinin birleştiği yer… Kendi kimliğimizi ve varlığımızı koruyabilmemiz için bugünün ihtiyaçlarını karşılayacak çözümleri kendi değer dünyamızdaki kaynaklardan çıkarma düşüncesi…
İkinci aşamada ise, toplumun büyük kesimi üzerinde egemen olan -ve toplumsal kurumların modernizasyonu önünde engel teşkil eden- geleneksel din anlayışının zamanın icaplarına uygun hale getirilmesi gerektiği fikri...
***
İkinci meşrutiyet devri aydınlarının bu yaklaşımı paralelinde İttihatçı idare “dinî modernleşme” konusunda evrimciydi, Kemalistler ise devrimci yaklaşımı yeniden benimsediler. II. Mahmut veya Tanzimat paşalarının anlayışına geri döndüler… Dinin toplumsal rolü konusunu, Şerif Mardin’in kullandığı tabirle, “üstyapısal bir mesele” olarak görme eğilimindeydi cumhuriyetin kurucu kadrosu. Toplumdaki dinî zihniyetin başta ekonomi olmak üzere sosyal kurumlardaki değişimden bağımsız olarak dönüştürülebileceğini zannediyorlardı. Pozitivizmin kaba bir yorumunu benimsemiş olmaları yüzünden muhtemelen…
Kişiliği itibarıyla çabuk sonuç almaya ve jakoben anlayışa eğilimli bir devlet adamı olan Atatürk’ün elinde toplanan siyasi güç daha önce tek merkezde bu yoğunlukta hiçbir zaman bir araya gelmemişti. (Gerçi bugün Erdoğan’ın elindeki güç daha büyük ama bu başka bir konu…) Dolayısıyla cumhuriyet devrinin laiklik politikasının karakterini belirleyen bir faktör de bu olabilir.
Şerif Mardin’e göre, “Laiklik önderleri (…) dini bir vicdan meselesi olarak değerlendirmenin meseleyi halledeceğini sanıyorlardı. Ziya Gökalp’i okumuşlar fakat belki de gereken önemi vermemişlerdi.” (Türkiye’de Din ve Siyaset, 1992, sh. 242)
CHP’nin toplumun geniş kesimleriyle çatışmayı göze alarak bugüne kadar sürdüregelidği laiklik ve din siyasetinin üzerinde durduğu zemini anlayabilmek için bu nokta, yani Kemalizmin İttihatçı perspektiften ayrıştığı yer önemli… Bilhassa Gökalp’in toplum felsefesi ve siyasi düzen önerileri üzerinden bu konuyu tartışmakta bugünü anlamak bakımından da fayda var.