1 Mart yerel seçim sonuçları, özellikle de İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının kazanılması, CHP’de ve AK Parti iktidarından rahatsız olan kesimlerde -anlaşılabilir- bir sevinç dalgası oluşturdu. Bu durum; Türkiye siyasi tarihi göz önünde bulundurulduğunda oldukça uzun bir süredir varlığını ve gücünü sürdüren AK Parti iktidarına karşı olan tüm muhalif kesimler için de umut oldu. Hatta kimileri olan biteni, “yeni bir Türkiye inşa etme arayışı”, “demokrasiye dönmenin formülü”, “demokrasi bloğunun amiral gemisi” gibi ifadelerle değerlendirmeye başladılar.
Ancak siyasal süreçlerin beslendiği kültürel-sosyolojik-ekonomik-jeopolitik dinamikleri paranteze alarak, Türkiye’nin yüz yıldır tartışılan demokrasi ve değişim talebini mevcut siyasi partilerin aritmetik ittifak hesaplarına ve/ya CHP’nin AK Parti-MHP dışındaki siyasi partilerle geliştirdiği işbirliğine havale etmek oldukça yüzeysel ve indirgemeci bir yaklaşım olarak görünüyor.
Burada tartışılması ve cevaplanması gereken iki önemli soru(n) bulunuyor: CHP demokrasi taleplerine sözcülük, öncülük yapabilir mi, bunun için uygun ve elverişli bir aktör mü? İkinci olarak da, seçimlerdeki yarışı veya iktidar için yürütülen mücadeleyi demokrasi mücadelesine çevirebilecek olan dinamikler neler ve bu dinamikler CHP’nin öncülüğünü üstlendiği blokta mevcut mu? Bu soru(n)lar hakkı verilerek tartışılmadığı ölçüde, CHP’ye atfedilen “tarihsel demokrasi misyonu”, söylemsel ve siyasi manipülasyon teşebbüsünden öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Bu noktada, öncelikli olarak yapılması gereken, şu an CHP’de ortaya çıkan durumun ne olduğunu anlamaya çalışmaktır. Son birkaç yıldır partide ortaya çıktığı ifade edilen yeni durum, siyasi eksenin değişmesi mi, yoksa şartların dayattığı ve seçim odaklı kurulan ilişkilerin ortaya çıkardığı bir durum mu?
CHP’ye bakıldığında, bu türden tartışmalarda sergilediği tutumun, dinleyici kitlesine göre değişkenlik gösterdiği görülüyor: Genel halk kitlesi karşısında kritik meseleleri gündeminden çıkarmak veya geçiştirmek ve kendi geleneksel kitlesi karşısında ise tabanını konsolide etmek için geçmişi sahiplenmek. Bu ikircikli tutum, CHP’nin kendisine yüklenen “demokrasiye öncülük” rolünü üstlenmesini zorlaştırıyor. Bu türden büyük misyonları bir tarafa bırakalım, CHP’nin farklı toplumsal kesimlerin kulak kabarttığı, iktidarı zorlayacak güçlü bir muhalefet partisi olması için de, hem geçmişiyle hem de mevcut sorunların çözümü konusundaki dağarcığıyla sahici bir yüzleşme gerçekleştirmesinde yarar var.
Örneğin; oldukça farklı toplumsal kesimlerin, salt ideolojik gerekçelerle mağdur edildiği tek parti dönemine ilişkin sağlıklı bir özeleştiriye ihtiyaç var. Darbeci ve müdahaleci geleneğin yerleşmesinin ilk adımlarından birisi olan 60 darbesi sürecinde ve sonrasında CHP’nin sergilediği tutuma ilişkin de bir şeyler söylenmesi gerekiyor. Benzer şekilde, Baykal dönemi CHP’sinin, devletin 1990’ların toplumsal-ekonomik-siyasal dinamiklerini katı laiklik üzerinden ‘boğma’ stratejisine siyasal sözcülük yapma politikasının sonuçlarına ilişkin bir şeyler söylemesi gerekir. Yine; Refah Partisi’nden AK Parti’ye dönüşen siyasal geleneğin Türkiye ve dünya algılamasındaki değişimi ıskalayan direnciyle de yüzleşme ihtiyacını dile getirmek lazım. Bu yüzleşme veya özeleştiri, muhafazakâr-milliyetçi toplumsal kesimlerin CHP algısının neden ‘devletçi’ ve ‘darbeci’ bir eksen üzerine inşa edildiğini de içermesi gerekir. Bu türden esaslı bir yüzleşme yoksa, var olana politik bir değişim deme imkânı da olmaz.
CHP’nin sağlıklı ve çağdaş bir demokrasi perspektifine yöneldiğini söyleyebilmek için parti programına da bakmak gerekir. Mesela; (1) yeni bir anayasaya “evet” diyen CHP’nin, “değiştirilmesi teklif edilemez maddeler” konusundaki tutumunda bir farklılık var mı, yok mu bilmiyoruz. (2) Siyasal-toplumsal gelişmeleri yansıtacak yeni bir vatandaşlık tanımı konusunda ne düşünüyor? (3) Din-devlet ilişkilerinde, laikçilikle örselenmemiş bir demokrat tutum geliştirebilecek mi? (4) Asker-siyaset ilişkilerinde sivil denetimi tahkim edecek bir vizyonu içselleştirebilecek mi? (5) Bireysel haklara ve özgürlüklere ilişkin bir tercihle karşı karşıya kaldığında, güvenlik kaygılarını mı önceleyecek, toplumun özgürlük ve demokrasi taleplerini mi? Bu ve buna benzer pek çok kritik meselede, Türkiye’de siyasetin ve toplumsal siyasallaşmanın dinamiklerini etkileyen fay hatlarında CHP’nin tutumunu veya tutum değişikliğini anlamamızı mümkün kılacak açıklama veya tartışmalardan yoksunuz.
İKTİDAR MÜCADELESİ Mİ, DEMOKRASİ ARAYIŞI MI?
CHP’ye ilişkin yapılan değerlendirmelerden birisi de, demokrasi bloğunun ana taşıyıcı aktörü veya “demokrasi bloğunun amiral gemisi” olmaya ilişkin beklentidir. Buna umut bağlayanlar çok. Ancak bu hem kolay değil, hem de geleneksel tabanını kaybetme korkusuyla, CHP bunu aleni/şeffaf bir biçimde yapmaktan çekiniyor.
Aslında bu süreçte, “demokrasi bloku” ve “demokrasi güçleri” gibi iki kavram birlikte kullanılıyor. Tabiî; kimin, hangi gerekçeyle “demokrasi güçleri” içinde yer aldığı konusu net değil. İsterseniz birkaç soru ile bu konuyu irdelemeye çalışalım. (1) Seçim kazanma taktiği çerçevesinde kurulan ilişki ağının içinde olanlar “demokrasi güçleri” ise bu ağın dışında kalanlar ne oluyor? (2) Anayasanın, değiştirilmesi teklif edilemeyen maddelerine ilişkin değişiklik taleplerine karşı çıkanlar demokrasi bloğunun içindeyse, “yeni anayasa sürecinde her şeyi konuşabiliriz” diyenler nerede duruyor? (3) PKK terör saldırılarına ilişkin kınama açıklamalarında terör saldırısını gerçekleştiren örgütün ismini söylemekten kaçınanları, faili belirtmekten uzak duranları demokrasi güçleri olarak nasıl tanımlayacağız? (4) 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP, MHP ile ittifak yapmıştı. CHP’nin genel başkan ve parti programı aynıydı. Tek motivasyon, Erdoğan karşıtlığıydı. 31 Mart seçimlerinde ise CHP, İYİ Parti ile açık, HDP ile birçok şehirde ‘örtülü’ ittifak yaptı. Şimdi birbirinden farklı bu iki tercihin hangisi ‘demokrasi güçlerini’/‘demokrasi bloğunu’ oluşturuyor?
Yukarıdaki sorular üzerinden tartıştığımız konu, sadece CHP için değil, tüm partilerin sorunu. Zorunlu hâle gelen ittifak siyaseti, partilerin kendileri olmasını engelleyen bir düzen öngörüyor. Partilerin örgütsel yapılarını, söylemlerini ve siyasal pozisyonlarını sağlıksız bir şekilde baskılayarak dönüştürmeye, yani ‘rol kesmeye’ zorlayan bir sistemden bahsediyoruz. Bunun sonucunda ise ortaya sahte bir siyasi manzara çıkmakta ve bu ise siyasetin yıpranmasına yol açmaktadır.
TAKTİK ADIMLARI STRATEJİK ADIMLARDAN AYRIŞTIRMAK
Yukarıda ifade edilen soruların amacı, kimseyi mahkûm etmek değil, olan biteni ortaya koymak, tartışmak ve anlamaya çalışmaktır. Geçmişe ilişkin sağlıklı bir özeleştiri yoksa, parti programının güncellenmesine yönelik bir çalışma söz konusu değilse, “yeni bir Türkiye inşa etme” arayışından bahsetmek veya taktik adımları “demokrasiye dönmenin formülü” olarak tanımlamanın doğru olmayacağı ortadadır.
Bu durumun adını koymak gerekirse; “karşıtlık siyaseti üzerinden bir merkez oluşturma ve iktidara gelme çabası” demek daha doğru olacaktır. Buradan da; yani, karşıtlık üzerine oturan siyasi tutumlardan, ideolojik değişim türü sonuçlar çıkarmak sahici bir değerlendirme olmaz.
İzlenebildiği kadarıyla, CHP’de politik eksenin değiştiğine ilişkin esaslı bir bilgi ve veri yok. O zaman da; ilişki yönetmeye, yeni kampanya yöntemleri geliştirmeye dayalı taktikler üzerinden ortaya çıkan mevcut durumu, ‘değişim’, ‘demokratik dönüşüm’, ‘demokrasi bloğunun amiral gemisi’ ve ‘yeni bir Türkiye inşa etme’ gibi kavramları üzerinden izah etmek pek isabetli olmaz.
Olan biteni, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden dönemsel ilişki kurmak, kampanya yöntemleri geliştirmek ve buradan da iktidar olma olasılığını zorlamak olarak tanımlayabiliriz. Kendi perspektifi içinde bu da önemli. Ancak bu özgün bir politika değil. Yani stratejik bir değişim değil, taktik bir hamle.
Sonuç olarak; ülkede faaliyet yürüten partilerin demokratik bir perspektife sahip olmaları, yaptıkları yanlışlara ilişkin özeleştiri yapmaları, parti içi demokrasiyi işletmeleri, şeffaflığa vurgu yapmaları ve ülkenin iç sorunlarını çözme kararlığı göstermeleri tüm vatandaşların beklentisidir. CHP’de, bu tür bir dönüşümün olması, herkesin faydasınadır. Ancak olmayan bir şeyi varmış gibi göstermenin de pek isabetli olmayacağı ortadadır.
Bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin özlemi, demokratik dönüşümünü tamamlamış bir Türkiye’dir. Bunun ilk şartı ise siyasi partilerin de demokratik eksende dönüşümüdür.
KİMDİR?
Adnan Boynukara, mühendis olarak farklı kurumlarda görev yaptı. 2009 yılından itibaren Adalet Bakanlığı’nda Yüksek Müşavir olarak çalışmaya başladı. 25 ve 26. dönemlerde Adıyaman milletvekili olarak TBMM’de bulundu.