Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Che’den Deniz’e: Değişmeyen Amerikancı Sağcılık

Türkiye’yi hafızasız insanlar topluluğu olarak görüp yönetmek, yönetici elitler için büyük kolaylık olmalı

Che’den Deniz’e: Değişmeyen Amerikancı Sağcılık

Türkiye’yi hafızasız insanlar topluluğu olarak görüp yönetmek, yönetici elitler için büyük kolaylık olmalı.
Uzak tarihi dizilerle eğip bükmek kolay. Yakın tarih için işler o kadar kolay değil. Sonuçta her şey kayıt altında, yazılmış, çizilmiş, kameraya alınmış. O zaman tek güvenmeniz gereken vatandaşın hafızai nisyanı. Yeterince unutkan bir toplumda yaşıyorsanız rahatlıkla bundan istifade edebilirsiniz.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin bölgesel ve küresel etkileri için yazanın eksik olmadığı bir ortamda konuyu değişik bir açıdan ele aldığım dünkü yazıma az ve öz tepkiler geldi.

ABD’nin soğuk savaş yıllarında çokça başvurduğu rakibi alt etme metodunu 2019 dünyasında tekerrür etmesindeki benzerliği kaleme almıştım.

İranlı generalin yok edilmesi bana Che’nin infazını anımsatmıştı. Generalin mezhepsel durumu nedeniyle bizim dinsel duyarlılığı yüksek kesimlerimizden bu denli ağır lanetlenmeye maruz kalacağını ise tahmin etmemiştim.

Bu duruma paralel olarak Dışişleri Bakanlığının orta yolcu açıklaması da beni şaşırtmıştı. Ancak tıpkı soğuk savaş döneminin Amerikancı-NATO’cu eski Türkiye’si gibi yeni Türkiye de, ‘ABD neylerse güzel eyler’ kıvamındaydı.

Guardian’da Ed Pilkington ise neredeyse benimle ruh ikizi bir anlayışla kaleme aldığı yazısında, Che’ye değil silah arkadaşı Castro’ya yapılan başarısız suikast girişimlerini anıyordu.

Dünyaya küresel pencereden bakınca aynı manzaranın görülmesi şaşırtıcı değil. İster İngiltere’de ister Türkiye’de olun az çok tarihe vakıfsanız, bu yalın benzerliği kaçırmazsınız.

Türkiye’yi artık 18 yıldır yöneten AKP ve son 5 yıldır ona yan çıkan MHP liderleri çok net soğuk savaş dönemi tedrisatını haizdir.
Hafsalalarındaki düşman imgesinin, ‘biz ve onlar’ ikiliğinin kökeni soğuk savaş yıllarının histerisinden başka bir şey değildir.
Bu sağlam ve yıkılmaz kale varlığını ABD’nin anti komünizm için yürüttüğü çabalara borçlu.

Deniz Gezmiş’i ipe götüren işlemediği cinayetler değildi. Onu 141-142 nolu kanun maddeleri astı. Bu maddeler, ‘memlekete komünizm gelmesin’ diye konmuştu. Komünizm önceden de makbul değildi. Ancak 1946’dan itibaren bu ülkenin en korkulu kabusu haline gelmişti.

ABD’nin kazandığı soğuk savaşın asıl gayesi SSCB’yi ideolojik olarak yok etmekti. Berlin Duvarı ile ideolojisini muhafazaya çalışan Doğu Bloku’nun son mümessili olan Gorbaçov’a, Reagan Brandenburg Kapısı önünde şöyle sesleniyordu: “Bay Gorbaçov Bu Duvarı Alaşağı Edin.”

Duvar yıkılmasına yıkıldı ama Türkiye duvarın arkasından olan korkuların esiri ve o korkularla iktidarda yalnız kalmayı başaranların tek taraflı idaresinde kaldı.

Hiç beğenilmeyen askeri vesayet Türk Solunun üzerinden silindir gibi geçip ortada muhalefet falan bırakmadı. Sağ kendine bulduğu münbit arazide canının istediği topu çevirdi. Çifte standartlı siyaset ABD’ye ya da başka devletlere içeride puanları toplamak için “EYYYYY” demeyi biliyordu. Ama iş diplomasiyi ayaklar altına alan bir suikast olunca ortada “E” bile görülmedi.

Amerika formunu muhazafa ediyor. Dünya 5’ten büyük diyerek TV programı yapmak kolaydır. Ama 5’linin en büyüğüne reel bir mukabele etmek için farklı meziyetler gerekir. Ayrıca bunu gerçekten istemek gerekir.

Soğuk savaşın anti komünizm masallarını bolca dinlemiş olan Türk sağının güncel mümessileri için, hiçbir zaman Deniz Gezmiş’in şu sözü mana içermemiştir:
“35 miIyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün.”
ABD’nin tüm bir soğuk savaş döneminde bu ülkede muhalefet ezilsin diye yaptıklarını unutamam.
Che’den Allende’ye Lumumba’dan Deniz’e, dünyada ABD eşitsizliğine karşı çıkanlar, yazık ki komünizmi diktatörlüğe dönüştürmüş SSCB ve uyduları ile bu emperyal güç arasında ezildiler.

Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de ABD’nin yoluna yol demekten kaçınmıyor.
Türkiye’nin hamasetten beslenen mevcut siyasetinin güçlü biçimde bu diplomasi katline karşı gelmemesine şaşırmıyoruz.
Türkiye’de gerçek bir ulusal politikanın ve haysiyete dayalı dış siyasetin Denizlerden öğreneceği çok şey var.
Kasım Süleymani’nin ölümü bize en azından bu gerçeği hatırlattı. Şerrin bir hayrı bu olmalı…



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER