Tarih boyunca Müslümanlığın farklı katmanları ile yüz yüze geldiğimizi biliyoruz. İnişli ve çıkışlı bir zemine olan Müslümanlığın her zemin ve zamanda ise saf halini yaşayan birilerinin varlığı da müsellemdir.
İmtihan olgusu içinde Müslümanlığın yanlış anlamalara meydan verecek şekilde yaşandığını tarihi aktarımlardan biliyoruz… Yeryüzü bir imtihan dünyası olarak yaratılmış ve süslenmiştir. Bu süslü oluşun ayartıcı bir tarafının oluşu da tecrübeyle bilinmektedir. Tabi ki her zaman Müslümanlığına şahitlik edecek kişiler ve topluluklarda vardır. Burada temel mesele; bu şahitliğin bir temsiliyet olarak varlık kazanıp kazanmamasıdır.
Müslümanlar tarih boyunca meydan okumalarla karşı karşıya kalmışlardır. Her seferinde bu tehditleri aşarak Müslümanlıklarını kendi fıtri yapıları içinde yaşamaya devam etmişlerdir. Ama modern dönemin meydan okuması çok sinsi ve çok gizli bir meydan okumaya dönüşmüştür. Açık bir tehdit yerine yakınlık kurarak kültürel değişime açık kılınan Müslümanları gönüllü bir değişime uğratmışlardır. Bu gerçeği not edelim.
Çağdaş Müslümanların kafası karışık ve bir düşünsel kaos yaşamaktadır. Modern düşünceye yanaşıp ondan istifade etmeyi düşünen müslüman zihin kirlenmektedir. Modern düşünceye karşı çıkan ve şiddete başvuran müslüman düşünce de kirlenmeye katkı sunmaktan öte bir şeye yaramamaktadır.
Çağdaş müslüman, siyasal müslüman terkibine uyan bir karakter taşımaktadır. Bu siyasal karakter ise taktik ve stratejik davranma adına Müslümanlaşmanın temel ilkeleri göz ardı edilmektedir. Örneğin, daha ilk Emevi hanedanlığı iktidarı döneminde bir stratejik unsur olarak iman ve amel arasındaki ayrım, süreç içinde ibadeti geride bırakan ve salt iman ile yetinen bir iktidarı ve ahlakın çözülüşüne yönelik bir etkiyi beraberinde taşımaktadır. Parçalanmış bir zihin ise her durum ve ahvalde de parçalanmayı beraberinde taşımaktadır. Hem düşünce zemininde ve hem de ameli düzlemde sürekli bir parçalanma ve ayrışma öne çıkmaktadır. Bütünlük kayboldukça fıkıh, kelam, tefsir, akaid, tasavvuf, felsefe gibi alt birimler öne çıkmakta ve bu parçalar üzerinden Müslümanlık inşası söz konusu olmuştur. Genelleşemese bile bir örneklik inşa edecek düzeye de erişmiştir. Tarikatlar üzerinden bu parçalanmışlık ahlaki alana da sirayet etmiştir. Her ne kadar bir düşmanlık eseri olmasa da bu ayrımlar, bir olgu olarak zihinsel bir ayrıma sebebiyet vermekten de geri durmamıştır.
Modern dönemde ise bu parçalanmışlık monist bir yaklaşım için derinleştirilmiştir. Çünkü bu monist yaklaşım, her parçanın hakikat oluşuna yönelik bir eğilimi de içinde taşımıştır. İbadet ile kulluk arasındaki bütünlüğü kavramak yerine her ikisini ayrı zemine taşımak ve kulluğu salt bir siyasal arayış olarak temellendirmek gibi bir yanlışa sürüklenilmiştir. Geleneğe yönelik eleştirel tutum, modern yaşam biçimini olumlayan bir yaklaşıma yönelmiş ve ahlaki zemini giderek zaafa uğratmıştır.
Modern düşünce tam olarak öğrenilemediği gibi onun dünya görüşünün neye tekabül ettiği konusunda da bir açıklık müslüman zihinde görülmemektedir. Geleneğe yöneltilmiş eleştiri ise müslüman olma ile müslüman dünya görüşü arasındaki çatlağı büyütmüş ve müslüman dünya görüşünün varlığı unutulmaya terk edilmiştir.
Reel düşünce ile ideal düşünce arasındaki salınım, müslüman zihne, reel olana mahkûm kılmanın kültürel ve iktisadi baskısına dönüşmektedir. İşte müslüman zihnin karmaşık yapısı, ahlaki yapısını yozlaştırmakta ve bunu reel durumu görme adına yaptırmaktadır. Reel duruma mahkûmiyet ise Müslümanlığını yaşama konusunda zaaflar üretmektedir. Allah’ı razı etme arayışını açıkça dile getiren insanların kendilerini değil de diğer Müslümanları ahlaki davranmaya davet etmesi önemli bir gösterge olarak ortada durmaktadır.
Müslümanlaşma bir propaganda dili ile ifade edilmeye başlandığı zemin üzerinden salt çene Müslümanlığı öne çıkmaktadır. Yani başkasına Müslümanlığı anlatırken Müslümanlığını yaşadığını sanmakta ve takvayı bu biçimi üzerinden algılamaktadır. Vakıf, dernek, siyasi partiler ve sivil kurumlar, din adına kendileri feragat ve fedakarlık yapmaları gerekirken, davet ettikleri insanlardan bu feragat ve fedakarlığı isterken, kendileri ise bu oluşan iktidar alanından istifade etmekten kaçınmamakta ve bunu da doğal olarak takva ölçütü olarak kabul etmektedir.
Müslümanlığı bir iktidar alanı oluşturma arayışı Çene Müslümanlığını öne çıkarmaktadır. Bu iktidar salt siyasal bir iktidar olarak düşünülmemeli, her türlü iktidar alanı bu çerçevede düşünülmelidir.
Örneğin, bir vakıf kurulduğu için orada çalıştırılan insanların haklarının verilmesi yerine onları fedakârlığa davet ederek, haklarının bir kısmından feragat etmesi beklenmektedir. Ama o çalışan kişiler, vakıf olduğu çalışmamakta, iş olarak çalışmaktadırlar. Yani ilahi rıza kişinin, başkalarını mutlu kılması, onlara yardımcı olunması, onların haklarının tam olarak verilebilmesi ile sağlanabilir. Bu sözlerim herhangi bir kurumu veya vakfa yönelik bir suçlama değil, vakıf dışında kişisel ekonomik işlerde ve herhangi bir zeminde de geçerliliğini korumaktadır. Siyasal karakter, Çene Müslümanlığını, yani propaganda yapmayı marifet addettiği için zamanla bu karakteri benimsemiş ve bunu yaparken bir yanlış yaptığının farkındalığını yitirmiştir.
Bu temel yaklaşımı gerçek anlamda idrak etmez ve onun oluşturduğu zeminden kurtuluş sağlanmazsa, müslüman olmanın bütünlüğünü yeniden kurmak ve şahitlik/örneklik oluşturacak bir Müslümanlık anlamını yitirecektir.
En temel müslüman ilke ise; Müslümanlığın gereği olan ilke, uyarı, emir, nehiy, fedakârlık, feragat etme, haram ve helale uyma önceliği iman eden ve salih amel işleyen her kulun kendisinin uhdesinde olandır. Yani her mümin, müslim, muhsin ve muhlis kul, önce kendi nefsini terbiye ederek kendi kurtuluşunu sağlamalı ve bunu örneklik düzleminde başkası için şahitlik sebebi kılmalıdır.
Kaynak: Mirat Haber