c)FETÖ´den Hareketle Cemaat´in ?Örgüt?e Dönüşmesi ve İslamcı Duruş(*)
Sait Alioğu
?FETÖ putuna karşı ilk taşı, sırtında kamburu olmayanlar atabilirdi ancak??
Ortaçağ boyunca kilisenin ?kesinlikli´ hakimiyeti sonrasında oluşan rönesans, aydınlanma, Fransız ihtilali ve sanayi devrimi sonucuna bağlı olarak Batıda insanlar modernizmin marifetiyle salt maddi kümeler ve ulus olgusu içerisinde yeniden şekillenmeye tabi tutulmuş, din hayatın çeperine itilmişve kilisenin içerisine hapsedilmiş ve niteliğini kaybeden Hıristiyan cemaatlerde bu hemgamede ya salt baskı altına alınmış, ya da oluşan seküler algıya binaen toplumsal hafızadan silinmişti.
Batıda olduğu üzere bizde de cemaat olgusuna farklı anlamlar yüklenmiş, işin esprisi olan hayatın bizzat kendisi sayılması gereken din/İslam es geçilmiş Müslüman toplumun önü, kesilmeye çalışılmıştı. Buna bağlı olarak klasik bir tarzda süren din-devlet ilişkisi farklılaşnıştı.
Buna bağlı olarak din-devlet ilişkisi, genel olarak Müslüman kitle ve buna bağlı uygun bir tarzda tarikat-cemaat ??örgüt´ bağlamında süre gelen ilişkiler, devletin, daha açıkçası modern rejim açısından tamamen farklılaşmış olup ve bu olgu iki süreç içerisinde rejimsel değişikliklerle, ama modern paradigmalar korunarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
İLK REJİM?
Sahi ?Yeni Rejim? bugünleri görmüş ve olabilecekleri de öngörmüş olabilir miydi?
Bu olumsuz ve tehlikeli eylemde, -cumhuriyet rejimi tarafından desteklenmiyor olsalardı bile- insanlık ve Müslümanlar açısından olumlu tarafı hiçbir zaman varit olmayan saltanatçı düşünce ve pratiğe karşı, Kur´ani kıstaslarla olaya bakıldığında şura ve meşveret temeline dayalı, daha sonra ise, giderek demokratik bir düşünceyi önceleyen İslamcı yapıya karşı olumsuz bir duruş sergilenmişti.
Bunu 28 Şubat Sürecinde milletin değerlerini oligarşiye ve dünyaya karşı ?milletin savunan adamı´ merhum Necmettin Erbakan önderliğinde Milli Görüş´ün iktidara gelme ve buna mukabil olarak Kemalist oligarşi tarafından devrilme olayında görmekteydik?
Bu olaydan çıkaracağımız en önemli ders, sistemi sahiplenen oligarşik yapının, kendileri gibi Batıcı ya da muhafazakâr tüm bileşenleriyle, varolan Türkiye´yi, bulunduğu noktadan daha yükseğe çıkarmak bile olsa, İslamcı biriktidar yerine, bizzat eski rejimin çıkarına da hizmet ettiği ve hizmet edeceği oranda FETÖ örneğinde olduğu gibi; İslam´ı ne kadar anladığı, anlamadığı, ya da anlayamadığı mes´elesi onlar açısından önemli olmakakla birlikte, görünen o ki, ?kendine Müslüman? bir kimliğe, ya da açıkçası kirli bir kimliğe sahip birçok dinsel yapının(tarikat vb.) İslamcı düşünce, İslamcı yapı ve kadrolara nazaran öncelenmesi ve sistemin bekası için oy deposu olarak görülmesi ve buna istinaden düşünülmesi öne çıkmaktaydı?
Böyle olduğundan dolayı; cemaatleri toplumun dini anlam arayışını sağlama alma işini üzerine aldığını varsaydığını düşündüğümüz yeni rejimin, bugün içerisinde yaşadığımız kakafonik durumların oluşumunu ta o günden görüp ?kendince´ tedbirler aldığını bildiğimiz, ama buna rağmen cemaat olarak değil, fert bazında arkadaş topluluğu olarak yaşayan, okuyan, yazan ve mücadele eden?ör. Mehmed Âkif- İslamcı aydınların önünü sistemli bir şekilde kesilmeye çalışmıştı.
İşte yeni rejim o günlerden miras kalacak oranda bugünkü ?hurafeci, mehdici, Mesihçi? ve aslında vahyedilmiş dine/İslam´a karşı ?İslam adı altında ?uydurulmuş´ ?öteki? dini ve onun vücut bulan anlayışını ?şiddetle salık veren ve bunu da olamazsa olmaz olarak değerlendiren, günümüzün bir nevi leviathenleştiğine şahit olduğumuz FETÖ özelinde olduğu üzere üyelerinin çokluğu bazında ?ulusal ve kürsel´ çerçevede mankurtlaşıp kendini var eden ulvi ve toplumsal değerleri hiçe sayıp ?sahibinin sesi´ konumuna erişip(!) zombi türü varlıklara dönüşen cemaaat/ler gerçeğinine zemin hazırlamış olmuyor muydu?
Yeni, yani ilk rejimin, artık hangi saiklerden hareketle kendini meydana getirdiği çok açık bir şekilde ortada olmasının yanında, Osmanlı sonrası ?ulusal´ birliği tesis bağlamında, din olgusu ve hakikatindan yola çıktığı ve dini argümanları kullandığının yanında, saltanatçı sisteme karşı tüm çıplaklığıyla Kur´ani mantaliteyi öncelediği bilinen İslamcı kadroları tasfiye etmeye çalışmasına bakıldığında, işin esasının başka olduğu görülebilirdi artık?
Bu da, önceleri, önplana çıkarılan ve dile pelesenk edilen o meşhur ?akla ve mantığa uyumlu, ?en son´ ve mükemmel din? anlayışının yerine yeniden hurafeci bir anlayışın geçmiş olması bir tesadüf müydü, yoksa varolan rejimin bir öngürüsü, ya da varolan rejimi de aşacak oranda kürese bir senaryonun parçası mıydı? Bu türden soruların ?esaslı´ cevap ya da cevaplarını bulduğumuzda iş kendiliğinden vüzuha kavuşacaktı.
Din ve cemaat açısından ilk rejimin olaya yaklaşımı 1920 lerden 2000 lere kadar ki süreçte laik karakteri bariz bir şekilde önplanda bulunan, ama bununla birlikte kendi meşruiyetlerini sağlama almada din olgusunu, din karşıtı olmalarına rağmen fütursuzca kullanan tüm siyasi partileri ve devlet bürokrasisini vb. kapsamaktadır.
İKİNCİ REJİM?
Hizmet Hareketi, İslamcılığa karşı neden hep önplanda olmuştu?
İkinci rejim ise, laikliğe yaptığı vurgu ile birlikte, laik rejim ve avanesi hükmünde bulunan bilumum Kemalist, ulusalcı, solcu, liberal, ?sağcı´ vb.çevreler açısından İslamcı olarak değerlendirilen, ama İslam´a yaptığı vurguya rağmen, yine modern paradigmal bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde ?muhafazakâr´ kulvarda gördüğümüz Ak Parti iktidarının ?17/25 Aralık operasyonu ve 15 Temmuz darbe/işgal girişimi olmasaydı eğer- kurulu bulunan ilişkilerin boyutunun artacağını düşündüğümüz bir vasata karşılık geliyordu.
İkinci rejim, önceleri açısından ?eski adlandırmayla´söylersek ?Hizmet Hareketi?ne kapıları ardı ardına açmakta bir beis görmemişti, ama 15 Temmuz sonrası ise, sanki bu yapılıp edilenlerde kendisinin bir dahli yokmuşcasına ?ortada bulunan´ yanlışı ve hatayı büyük oranda başka mahfillere atıyordu, ama süregelen tahkikatlar sonucunda yapılan ve yapılabileceklerden tamamen aklanabilecek miydi? Kısmen olsa da, büyük oranda bu aklanma işi uzun bir zaman dilimini kapsayacaktı!
2002 SÜRECİ VE İKTİDAR ? HİZMET HAREKETİ/FETÖ İLİŞKİSİ
-Ne istediniz de vermedik-
Kendi bağlamında ortaya iyi bir pratik koyan ve bu açıdan hem Batıyı da etkileyip ve hem de ona yön verdiği görülen Endülüs pratiğinin ortadan kalktığı dönemden bu yana, İslam´ın kuşatıcılığının ve insanı aydınlatıcılığının, münevverleştirdiğinin, entelektüel kıldığının yanında Müslüman kitlelerin büyük oranda, bu gereğe rağmen, iletilen/vahyedilen dinden, uydurulmuş dine ve onun literatürüne itibar etmesinin acı bir sonucu olarak Müslümanların genel anlamda, din ve onunla birlikte dünyadan ve su gibi akıp gidenhayattan da bihaber olduğu anlaşılıyordu. O aydınlatıcı pratiğin yerine tevhidi gerçekliği şirke kurban eden,, onun üzerini adeta bir parmak toz katmanıyla kaplayan ve kirleten bir vasatta oluşan ve sahih bilgi olgusunu kesintiye uğratan olaylar, olgular, şahıslar ve yapılar penceresinden bakıldığında, bu bulanık miras Osmanlı bağlamında adeta kutsal olarak ele alınmış, konumu gereği işin üzerine titreyen bir avuç ulema, âlim ve insan kümelerini istisna kıldığımızda genele teşmil etmede bir mahzur görmeyeceğimiz bir atalet dönemi içerisine girilmişti.
Bu vasatta, kendi adımıza tasavvuf düşüncesini uygun görmeyecek olsak da, yanlışı ve doğrusuyla kendi özgül ağırlığından hareketle düşünsel ve ?felsefi´ bağlamda bir yerlere iliştirdiğimiz tasavvufla ilişkilendiren, ama onun, yani tasavvufun entelektüel/irfani tarafını değil de, hemen her işi karikatürize edecek oranda bayağılaştırdığı görülen bilumum tarikat yapılarının, cehaleti total olarak içselleştirdiği ve aynı zamanda da kimlikselleştirdiği görülmektedir.
Bu anlayışın bir nişanesi olarak çeşitli tarikatların yanında, ?zamanının alt edilmesi gereken en temel meselesi´ konumunda bulunan materyalist/seküler anlayışa karşı ?imanın korunması ve elde tutulmasını´ ön gören Nurculuk hareketi içerisinde bulunan, ama daha sonra revizyonit bir şekilde o damardan kopan ve dönemin Kemalist rejimi tarafından Müslüman kitlenin önünün kesilmeye devam edilmesinde bir koçbaşı olarak kullanılan ve bilahare NATO konseptinde Atlantikçi paktın İslam dünyasının ?modern temelli kandırmaca usullerle´ sahte bir hürriyet içre esir edilmesinde önü açmada, iktidara gelen Amerikancı iktidarlarca da kullanılan, kullanılır görülen ve kendini giderek ülkenin tek ve meşru sahibi konumunda görme eğilimine giren eski adlandırmayla ?Hizmet Hareketi? 2002 den sonra Ak Parti iktidarı ile birlikte iş tutmaya çalışmıştı?
Önceki sağcı, Amerikancı iktidar dönemlerinde yaklaşık kırk küsur yıldır bürokraside, tevhid-i tedrisat´a rağmen bütün bir eğitim kurumunda, polis, ordu ve çeşitli ?resmi´ birimlerde hile ve desiselerle kadrolaşan, daha sonra ekonomi sahasına, iş adamları çevresinde palazlanan bu mülevves yapı, ne yazık ki Ak Pari iktidarında da, bir nevi ?arz ve talep´ bağlamında kendisinden isteneni yerine getirmiş ve karşılığında da yerine getirdiğinden dolayı iktidardan alabildiğine daha fazla oranda, nemalanmıştı.
Bu nemalanma her alanda olan bitenden ziyade 12 Eylül anayasa referandumu döneminde HSYK içerisinde palazlanma sonucunda, bünyesine girip yıllarca kemirmeye çalıştığı iktidarla çeşitli konularda ters düşülünce, bu işi, bir fırsata çevirme suretiye, vurulacak olan ilk, ya da en son darbeyi vurmak için 17/25 Aralık´ta düzenlenen, ama ?yasal kılfla´ bir yolsuzluk operasyonu üzerinden polis ve adalet kurumu içerisindeki potansiyel gücün ve daha sonra da, ordu içerisindeki gücüyle 15 Temmuz´da bu işi Atlantikçlik adına düpedüz darbeye, ve aslında bir işgale dönüştürmüştü?
Cemaat olgusu üzerinden hadiseye bakmak?
19. Yüzyıl da İslam dünyasının başta Hindistan alt kıtası olmak üzere Batının sömürgesi haline gelmesi ve bunu takip eden olaylar zincirine bağlı olarak, Müslüman kitlenin bir iki ana grup şeklinde konumlandığını görmekteyiz.. Bu ana grupları; 1) İslamcılar 2) modernistler, daha açıkçası İslam modernistleri ve 3) Gelenekçiler olarak belirtebilirdik. Konumuz açısından gelenençileri ise iki ana gruba ayırabilirdik; a) Selefi kamp, b) Tasavvuf ve tarikatçı kamp?
Bu ikinci kampı sarf-ı nazar ettiğimizde, birinci kampta bulunan Selefilerin sahih doneleri devam ettirme gayretlerinin yanında, telifi imkânsız bir oranda geleneği de yer yer donuklaştırdıkları görülür. Buna rağmen, gelenekçi kamp mensupları, aynı zamanda ortak düşman Batı olduğundan dolayı, süreç içerisinde antiemperyalist bir özelllik kazanmışlardır. Tabii bunun olummsuz anlamda istisnaları da varit olmuştur. Ör. FETÖ? Gelenekçi kampı oluşturan diğer tali grup ise çoğu kez irfani boyutla ele alınan, ama bu irfan her ne ise, işl sahih damarı kansız ve dermansız bırakacak oranda iletilen vahye değilde, üretilen ve çoğu da şeyhin keşf ve kerametine(!) bağlı donelere dayanan bir özelllik taşımaktadır.
İşte konumuz açısından FETÖ de bu keşf, keramet(!) ve kendisiyle amel edilmesi ?ulema´ tarafından pek de onaylanmayan rüya kabilinden soyut ve kesinliği şüpheye dayalı bir din anlayışına istinat edilmektedir.
İslamcı duruş?
Cemaatlerin tasfiyesi, ya da yapılar ve olgu açısından kendi bağlamında bir hale yola getirilme düşüncesi öteden beri gündemde bulunmaktdır. ?Kimin gündeminde´ dersek; en başta, modernist rejimin dine karşı mesafeli duruşuna rağmen, yapılar üzerinden dini hayatı kendi ellerinde adeta kıpırdayamayacak şekilde görmek isteyen, ona salt ?gerici´ yaftası vurarak, onu´kendince´tasfiye etmeyi düşünen iktidar dışı laik seküler ve bilumum sol gruplar ve şahıslar?
Birde bunun yanında kendi konumu gereği toplumal bir tabanı bulunmayan, daha çok ilahiyat çevrelerinde yer bulumuş modernist yaftalı ilahiyatçılar, yani İslami kaygıyı büyük oranda akademi çerçevede değerlendirip, o kaygıyı sahih doneler ışığında hayata geçirme konusunda oldukça ketum davranan ve laik rejimin toplumsal katmanda, eskisinden de güçlü bir şekilde yer bulmasını sağlayan grup?
Haklarını yemeleyim, bu grubun genel karakterine bakıldığında ?bozuk bir saatin günde iki kez doğruyu göstermesi misali´ Kur´an´a yaklaşımda işin ayırdına varmak adına Kur´ani bakış açısına riayet ettiğini, ama Sünnet ve ?hadis´ konusnda ise aynu hassasiyeti pek göstermediği konuya vakıf insanlar tarafından bilinmektedir. Yine bir genelleme yapmadan söylersek eğer, cemaatler konusu gündeme geldiğinde, bu grubu oluşturan birçok uzmanın marifetiyle ve oradan da ?her şeyi bilir? sosyal medya mücahitleri(!) tarafından cemaaatler konusu alabildiğine, ustalıkla ve bir vukufiyet(!) içre ele alınmakta, konuya teşne kılınan laik siyasi yapılar tarafından da bir hayat memat meselesine dönüştürülmektedir.
Oysa İslamcı kesim, modernist kampı es geçtiğimizde, gelenekçi, daha açıkçası tarikat kisvesi altında işi hurafeye ve bozuk inançlılığa kadar vardırmış bulunan yapılara ve öbeklere karşı sağlıklı bir duruş içerisinde olmalı, öncelikli olarak ıslah düşüncesini dillendirmeli, kendi yapısı ile birlikte, geleneksel kampta bulunan yapıların ıslahı içerisinde sürdürmeli ve hiçbir istifhama ve kafa karşıklığına, anlam kaymasına yol açmadan ve iktidar birçok ?maddi´ imkân sunacakolsa da, gelenekçi yapılara yönelik eleştirisini hakikati gizlemeden yöneltmeli, ama fırsatçı da olmamalıdır?
Amaç, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekse eğer, yanlışları izale etmek için Kur´an´dan hareketle, vicdan, adalet ve hakkaniyet içerisinde, kalınmalı, baskıcı rollere soyunmamalı ve düşünceyi yasaklayıcı eylemlere asla tevessül edilmemelidir. Ki hemen herkesin örgütlenme, düşüncesini söyleme, yayma hakkı vardır ve bakidir. Ki, bizim yapacağımız sadece sağlam ve mümince hareket etmek, sonuçta da Allah´a tevekkül etmek olmalıdır?
(*)Kaynak: Özgün İrade Dergisi, 2016 Ekin(150). Sayı