Avrupa Parlamentosu´nda çarşamba günü yapılan oylama sonucunda Macaristan, AB´nin temel siyasi haklarından mahrum kalma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. AB, sözleşmesinin 7. maddesi uyarınca Macaristan, AB temel değerlerini düzenli olarak ihlal ettiği için başta bakanlar kurulunda oy kullanmak olmak üzere bazı haklarını kaybedebileceği bir cezai süreç içine girebilir. Parlamentoda alınan kararı AB Komisyonu da onaylarsa... AB kurallarına şöyle bir göz atarsak, bunun aslında hiç de kolay olmadığını görebiliriz. Çünkü karşımıza dev gibi bir bürokrasi yumağı çıkıyor. AB üyesi bir ülkeyi oy hakkından mahrum etmek birlik içindeki en ağır cezalardan biri. 1999 yılında Amsterdam Sözleşmesi ile yasalaştırılan bu hak aslında üye ülkelerin gözünü korkutmak için var. Bugüne kadar da bu gerekçe ile kullanılmış. Örneğin geçen yılın Aralık ayından bu yana Polonya da benzer bir hukuki süreç içinde, ancak şimdiye dek bu konuda sadece tek bir oturum yapılmış. Macaristan, sıra üye ülkelerin oylamasına geldiğinde Polonya´ya arka çıkacağını çoktan açıkladı bile. Polonya da Macaristan´a aynı şekilde teşekkür edeceği sinyalini vermekte gecikmedi. Çek Cumhuriyeti de hukuki yollara başvuracak Macaristan´a destek çıkanların listesine eklendi.
Macaristan´a ceza için geç kalındı
Macaristan´da hukuk devleti, demokrasi, insan haklarının yıllardır ihlal edildiğini biliyor, hakkında konuşuyor, yazıyor çiziyoruz. Dolayısıyla Avrupa Parlamentosu´nun aldığı ve kesinleşmesi çok zor görünen Macaristan kararı geç alınmış bir karardır. Çünkü atı alan Üsküdar´ı geçti bile. Fidesz Partisi´nin lideri Viktor Orbán, 2010 yılında iktidara geldiğinden bu yana Macaristan´da AB üyelik sürecinde elde edilen bütün demokratik kazanımları tek tek kendi mutlak iktidarı için heba etti. Nisan ayında artarda üçüncü kez seçilen Orbán, seçim yasasını öyle değiştirdi ki, aldığı sandalye oranı oy oranının her zaman üstünde çıkıyor. Son muhalif gazeteyi de kapatan Orbán, yargıyı da siyasileştirdi. Orbán sadece siyasi ihlaller değil, yolsuzluk iddiaları ile de Avrupa basının manşetlerinden düşmüyor. AB´nin yolsuzlukla mücadele biriminin mercek altına aldığı davalardan birinin müsebbibinin Orbán´ın damadı olduğu ifade ediliyor. Viktor Orbán´ın en büyük düşmanı, sürekli kavga ettiği AB, mültecilerden nefret ediyor, kendisine muhalefet eden herkesi şeytanlaştırıyor ve durmadan ulusal çıkarları ön planda tutuğunu iddia ediyor. Yani sağcı muhafazakar Fidesz Partisi´nin kurucusu Orbán da Trump, Putin ya da Erdoğan´ın hamurundan. AB´ne Macaristan ile aynı yıl üye olan Polonya´da da durum çok farklı değil. Şimdi AB içinde Doğu ve Batı Avrupalılar birbirinden uzaklaşırken, tıpkı Almanya´da olduğu gibi sağ sanki sadece doğunun sorunuymuş gibi gösteriliyor.
İsveç bile sağa kaydı
Oysa daha geçen Pazar İsveç´te sağcı popülist parti %17´den fazla oy alarak parlamentoya 62 milletvekili ile girmeyi başardı. İsveç için Alternatif Partisi´nin oy oranını sekiz yılda %300 arttırmış olması kadar, sosyal demokratların ikinci dünya savaşından bu yana en kötü seçim sonucunu elde etmesi dikkat çekici. Pazar günkü seçim sonuçları, bir zamanlar sosyal devlet ve adaletin sembolü olan İsveç´te bir dönemin bittiğinin de işareti. Merkez sol ve merkez sağdan oluşan İsveç siyasetine bir de aşırı sağcı blok eklendi. İsveç Anayasasına göre bir partinin ya da bloğun iktidara gelmesi için mutlak çoğunluğu elde etmesi gerekmiyor. Sadece karşısındaki bloğun oylarının toplamını geçmesi yeterli oluyor. Merkez sağ ve sol, seçimden önce aşırı sağ ile koalisyona girmeyeceğini beyan ettiği için en çok oy alan sosyal demokratların merkez sağ ile koalisyona gitmesi ya da azınlık hükümeti kurması bekleniyor. Hangi hükümet kurulursa kurulsun İsveç Parlamentosu´na giren 62 aşırı sağcı milletvekili açıkçası İsveç siyasetinin utancını her gün hatırlatacak.
Tek sorun mültecilermiş gibi!
Aynı utancı Alman parlamentosu da her gün 92 AfD milletvekili ile yaşıyor. İsveçli aşırı sağcılar ile Alman aşırı sağcılar arasında çok büyük fark yok. İkisi de mülteci ve göçmen karşıtı politikalardan besleniyor. İkisi de milliyetçi geçmişe özlem duyuyor ve daha az suç için daha fazla düzen talep ediyor. Hem İsveç hem de Alman aşırı sağcıları diğer partilerden hayal kırıklığına uğramış, gelecek endişesi içinde olan, yabancı karşıtı ve ırkçı seçmenin oylarını devşiriyor. Ve maalesef her iki ülkede de aşırı sağın yükselmesine neden olanlar, yine bugün bundan şikayet eden muhafazakar ve sosyal demokratların kendileri. Çünkü yıllarca aşırı sağcı eğilimleri ciddiye almayıp yok saydılar. Pahalılıktan, gelir adaletsizliğinden, işsizlikten ve gelecek korkusundan yakınan halkı dinlemek yerine, onların oylarını almaya yeltenen aşırı sağcı partilerden rol çaldılar. Her iki ülkede de sanki tek sorun mülteciler ve göçmenlermiş gibi davranılıyor. 28 üyesi olan AB´nde Pazar gününe kadar İsveç de dahil sadece altı ülkede klasik anlamda merkez sol partilerin iktidarda olması aslında her şeyi açıklıyor. Bize de Avrupalı muhafazakarlar, aşırı sağ ile muhafazakarlar arasında köprü olmak isteyen Viktor Orbán´a karşı oy kullandı diye avunmak düşüyor. Bugün Orbán´a sırt çeviriyormuş gibi yapıp mülteci ve göçmenlere karşı savaş açanlar yarın bakacaklar ki, aşırı sağdan başka koalisyon kuracak parti de kalmamış, AB değerleri de.