Hukukçu yazar Abbas Pirimoğlu yazdı;
Başlığı gören kimileri “Her şey bitti sıra demokrasi eleştirisine mi geldi” diyerek haklı bir sitemde bulunabilir. Bu vesileyle peşinen söyleyeyim: Kızgınlığım demokrasiye değil, zihin tembelliğimize. Zihin tembelliğimiz nedeniyle çöle döndürdüğümüz düşünce dünyamıza. Bu nedenle başlıktaki “demokrasi” kelimesini kaldırıp yerine rahatlıkla “laiklik” sözcüğünü yazmam da mümkün. Hatta “Kemalizm” terimini dahi kullanabilirim. Bazı İslamcıların dönüp dolaşıp geldiği menzil olması hasebiyle belki de daha isabetli bir kavram dahi kullanmış olabilirim.
Çölün sebebi çok basit: Kuraklık... Düşünce dünyamızı kurarken kendi kavramlarımızı kullanmıyoruz. Batı’dan devşirdiğimiz kavramlarla kendimize bir dünya kurduğumuzu sanırken aslında ideolojik bir koza örüyoruz. Boğulmamak için kozasını yırtıp başlarını eski dünyaya çıkaranlar “oh be dünya varmış” diyorlar. Böylece on kasımlarda minnet saygı mesajları yayınlamaktan imtina etmez hale geliyorlar.
Peki, iflas mı ettik? Ben şahsen böyle düşünmüyorum. Bilakis olayın ehemmiyetinin yeni yeni farkına varmaya başladık. Savrulmalar elbette olacak. Bu önceki ideolojik bağlılığımızdan, birlikteliğimizden zannımca daha hayırlı neticelere Müslümanları kavuşturacak. Eskiden sadece protesto ediyorduk. Adaletsizliği, haksızlığı ve bir asırdır ezilmişliğimizi. Şimdi artık protesto eden değil, edilen makamında bulunulduğu zehabı ile bazı yoldaşlarımız şaşırmış vaziyette. Şaşkınlar çünkü neticeden memnun değiller. Görülenin hoş bir rüya olduğu zannı ile gerçeğe uyandıklarını sanıyorlar.
Aldanıyorlar... Makam, mevkii mansıp hayallerine kavuşamadıkları için şahsi kızgınlık içerisinde olanları elbette kastetmiyor, hesaba dâhil etmiyorum. Keza yine pek çok kişinin emekleri ile kurulan masayı başka mecralardan gelip de “sofra” diye zıkkımlanan sonrada gösteriş yaparak toplum ile ilkelerimiz arasındaki güvenin zayıflamasına sebep olan asalakların vaziyetinden de söz etmiyorum. Sadece dikkatimizi çekmekle iktifa ediyorum.
Protesto edenler duygusal birlik içerisinde olurlar. Protestolarını da bir ideolojik kılıf içerisinde sunarlar. Karşılarında somut bir hedef vardır. Kişi, zümre, siyasi iktidar gibi. Hasım yıkılıp yeri işgal edildiği zaman bütün sorun bitecektir. Her şey düzelecek dünya güllük gülistanlık olacaktır, sanılır.
Peki ya zihinler? Zihniyet değişmeden belki iktidar değişir, ama yeni bir dünya kurulamaz. Yeni bir dünyanın kurulması düşünce ile alakalıdır. Düşüncelerin yapı taşları da kavramlardır. Mevcut dünyanın haricinde bir dünya kurulacaksa, mevcut zihniyetin temel kavramları ile amacınıza ulaşamazsınız. Sadece muhalefet eder, iktidarın el değiştirmesine vesile olur ve isteseniz de istemeseniz de eskiyi tekrar üretir ve meşruiyetinizi kaybedersiniz.
Lakin unutulmamalıdır ki her iktidar aynı zamanda ya bir “engel” ya da bir “imkân”dır. İktidar değişikliği ile önünüzdeki en büyük engeli kaldırmış olursunuz. Bunu imkâna çevirmek ise sizlerin çabasına bağlı... Bu ise iktidardakilerin haricindeki mütefekkirlerin çabası ile doğru orantılı bir husus.
Müteahhitliğe evirilenlerin değil...
Bu nedenle esasen iktidarın dili ile düşünürün dili dahi birbirinden farklı olmalıdır. İktidar reel dünyanın içerisindedir. Bu nedenle ayrı bir dünya kurmaya fırsatı olmaz. Yeni bir dil üretemez. Lakin mütefekkir bir yandan faklı bir dünyanın temellerini atarken öte yandan ürettiklerini reel düzleme yerleştirmenin formülleri ile uğraşır.
İşte burada kavramlar devreye girecektir. Girmek zorundadır aksi halde iş dönüp dolaşıp iktidarın başarısızlığına ve onu taşıyan hareketin yozlaşmasına dayanacaktır.
Açıkça soralım “demokrasi”, “laiklik”, çağdaşlık”, “özgürlük” gibi kavramları tüketen bir hareket yeryüzü üzerinde Batı’nın kurduğu sistemler haricinde bir toplumsal yapı kurabilir mi?
Hayır! İktidarı değiştirir ama dünyayı değiştiremez!
Zamanla eski cazip gelmeye başlar. Yahut muhalefet etmenin bir yolu olarak kullanılır. Kemalizm’in sık sık dile gelmesi elbette boşuna değil. Hatta kimi İslamcıların dahi Kemalizm’den dem vurmaları da izahtan uzak bir ricat değil.
Konuyu daha somut hale getirmek için yine Şankıti’den örnek vereyim. Tuğla kalınlığında bir kitap yazacaksın sonra işi demokrasi ile sonlandıracaksın. Adama sormazlar mı “bunca uğraş neden?” diye. Hani demokrasinin Batı’da oluşumunun sebepleri? Hani bizim toplumumuz ile Batılı toplumların gelişimlerinin ayırt edici tarihi çizgisi? İşler kopyala yapıştır şeklinde olsaydı Türkiye’nin hiçbir sorunu kalmaz dünyanın en gözde ülkesi olmuş olurduk.
Ne Peygamber, ne kurucu toplum olan ashap ve ne de 14 asırlık gelenek atlanılarak hiçbir şeyin elde edilemeyeceği artık kaziye-i muhkeme halini aldı.
Çünkü “çaya çorbaya demokrasi” ile olmadığı gibi “çaya çorbaya Kur’an”la da olmuyor.