Merhamet ve sevginin İslam’daki yeri nedir, buna dair neler söylemek istersiniz? Merhamet ve sevginin son dönem dini düşüncede yeteri kadar yer almadığını düşünüyor musunuz?
Yaratıcının varlıkla ilişkisinin en yüce niteliği, sevgi ve merhamettir. Bu, aynı zamanda Müslüman’ın her eyleminin başında dillendirdiği besmelenin (Merhamet sahibi Allah’ın adıyla) ifadesinin de ana özelliğidir. Her eylemin başında dile getirilen besmelede, merhamet, şefkat ve bağışlayıcılığın yoğun bir şekilde vurgulandığı anlam yoğunluğuna dikkat çekmek isterim. Bu, aynı zamanda peygamberin elçilik görevinin en yüce özelliğidir: “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” İslam hukukuna ilişkin hükümlerden anlam çıkarma çabası ve cehdinin nihai amacı, insan yararını korumak ve çürümüşlükten kaçınma hedefine ulaşmaktır. Mele-i Ala’da meleklerin yüce Allah’a soru yöneltmeleri, bu ilke çerçevesinde gerçekleşmiştir. Nitekim melekler, soruyu en yüce amaç olan merhamete dair anlama isteği ve endişesi üzerinden yöneltmişlerdir: “Yeryüzünü ifsad edecek ve orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?” Bu, merhametin tüm varlığın üzerinde durduğu bir zemin olarak var olduğunu gösterir.
Farklı İslam mezheplerine göre dinin odak noktası, en yüksek amacı farklılaşmaktadır. Ehli Sünnet’in önemli bir bölümüne göre bu ilahi kudretken, Mutezile’ye göre akıl ve adalet, Haricilere ve selefilere göre nass (metin)İslam’ın merkezindeydi. Tarihte İslam mezheplerinin çoğunda merkeze merhamet ve sevginin konul(a)mamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef tikel/yerel olanla tümel/evrensel olanı birbirinden ayırmak ve akla düzenleyici ilkeler getiren bütünsel bağlamı oluşturmak için gerekli felsefî boyutu tarihsel çerçevede okuyabilecek imkanları kaybettik. Bu yüzden benim, “Kuran’ın İç Düzeni ve İnsan Önerisi” adlı çalışmamda da belirttiğim gibi şimdiye kadar bu alanda çok boyutlu bir bakış açısı geliştirilemedi. Kuran’ın kendi içindeki düzeni, tek başına kutsal kitap içindeki değerlerin dağılımı, hangi değerler üzerinde odaklanıldığını ve hayatın dinamizmine ilişkin farklı durumları açıklamaya yeterlidir. Atomcu aklın en büyük felaketi, ne işin başında ne de sonunda resmin bütününü görememesidir.
Bir diğer konu şu: Esmaü’l Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) içerisinde Celal, Kahhar gibi isimler yer alıyor. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de Berae suresinde savaş bağlamında da olsa “Onları gördüğünüz yerde öldürün” şeklinde bir ayet var. Buna benzer başka ayetleri de sıralamak mümkün; örneğin Nur Suresi’nde de zina edene had cezası uygulanırken Müminlere acıma ve merhamet duyulmaması buyruluyor. Buna karşın inananlar herhangi bir işe başlarken “Merhamet sahibi ve çok bağışlayıcı olan Allah’ın adıyla” sözüyle başlarlar. Bir de “Merhametim her şeyi kuşatmıştır” şeklinde bir ayet var. Birbirine zıt gibi görünen bu ayetleri hangi kavramsal temelde ele alabiliriz?
Problemin kökü, parçaların bir puzzle gibi bütünleştirildiği Kuran’ın kendi anlamsal bütünlüğü üzerinde düşünmemekten kaynaklanmaktadır ve böylelikle metne parçacı yaklaşım bütünsel bir düzenleyici olmaksızın çalışmaya başlar. Halbuki bağlam ve bütünselliği sağlayan metin içi ilişkisellik, nassların doğasını açıklar ve ikinci dereceden yapı aracılığıyla çelişkili görünen şeyler arasındaki tutarlılık derecesi netleşir.
Parçalara bölünen bir resmin anlamlı bir bütünlük içerisinde bir araya getirilememesi, her bir parçayı ayrı ayrı savunma görevini imkansız hale getirir. Ancak kavramlar yerli yerine konduklarında birbirlerini açıklarlar. Yukarıda bahsettiğim kitabımda temel değerlerin kuralları, ortak yaşam ve kuralları, davet değerleri ve kuralları, savaş ve kuralları arasında ayrıma gittim. Ve her seviyenin/aşamanın, metinlerin doğasını açıklayan kendi yol haritası olduğuna işaret ettim. Böylece dörtlü yapı, çelişkili gibi görünenler arasındaki iç düzeni ve uyumluluğun derecesini açığa çıkarmaktadır. Temel değerlerin ilki merhametlilik ve bağışlayıcılıktır. Bir diğer ilke ise savaş ve çatışmanın zirvesindeyken bile barışı savunmaktır: “Onlar barışa yanaşırlarsa sen de Allah’a güven ve onlarla barış” ayeti bütünselliği sağlar ve böylelikle herhangi bir çelişki olmaksızın Kuran metni içindeki içsel uyum gerçekleşmiş olur.
Tasavvuf bu açıdan sizce nasıl bir yerde duruyor. Sufiliğin tarihsel tecrübesi sizce İslam’a neler kattı, ya da kattı mı?
Tasavvuf, varlık felsefesi etrafında dönen tasavvur biçimlerini kendinde toplayan bir anlayıştır. Dolayısıyla güçlü metodolojilere sahip olmayan bütün bu kavramlar setine geçiş izni vermektedir. Bu yüzden irfan dediğimiz tasavvuftan, atomdan galaksiye bütün yaratılanlara karşı, ilk önce kendini eleştirme, ikincisi yaratılanlara karşı hoşgörü, üçüncüsü yaratıcının karşısında sessizce duruş ve seyri sülûke devam etme olan davranışlar bütünü olarak söz etmek mümkündür. Bu ise modern insanın ihtiyaç duyduğu devasa vicdani bir devrim ve zenginliktir.
İslami zihinde Mekke ve Medine’de yaşanan tarihsel tecrübe, tekrar edilmesi mümkün olmayan bir ütopya gibi düşünülüyor. Bu eşi benzeri olmayan bir tecrübe mi? Bir diğer soru İslam düşüncesi sizce başka tarihsel tecrübelere açık mı?
Kur’an-ı Kerim, Mekke ve Medine’nin ütopya ya da mitolojiye dönüştürülmesine pek imkân bırakmadı. Kur’an’ın tüm ayetleri, inançsızlık, ikiyüzlülük, dedikodu, istihza veya yetimlerin mallarının haksız yere yenmesi olgusuna varana kadar Mekke ve Medine koşullarında yaşanmış bir dizi yanlışı düzeltmek için indirildi. …Kuran-ı Kerim, Peygamber’in kendisi ve müminlerin anneleri de dâhil olmak üzere Medine’nin sıradan insanlarının başına gelebilecek her şeyi anlatır. Demek istediğim, şehirleri ve Erdemli Kent’te (Medine’de) yaşayanları günah işlemeyen ütopik insanlara dönüştürmek ya da onları böyle hayal etmek, beşeri düşünce içerisinde gerçekçi bir çerçevede değil mitlerin parçası haline getirip mitolojik bir bağlamda ele almak demektir.
Elbette Mekke ve Medine’de yaşananlar tarih boyunca tüm şehirlerin ve biçimlerinin bir temsili ya da standart birimleri olamaz, çünkü o zamanki şehir olgusu ya da kavramı, bugün İstanbul, Kahire veya Cakarta’dan farklı olduğu gibi Londra ve New York’un ima ettiği anlamlardan da farklıdır. Sadece sorunların türü, kültür ya da üretilebilecek çözümler bakımından değil Kuran’ın hayatı düzenleyen içsel bütünlüğü ve nassın amaçları bakımından da aynı şey geçerlidir. Ancak, şüphesiz Kuran’ın Mekke ve Medine’ye dair anlatıları, dinin her soruna bir çözüm yolu üretmede mekasıd dediğimiz ulaşmaya çalıştığı amaçları ve Kuran’ın yaşamı organize etmesindeki potansiyellerinin bir resmidir.
İslam düşüncesine gelince, geleneksel güçlerin her birinin onu maziye tutsak kılmak için kendine doğru çektiği ve yenilikçi başka kuvvetlerin ise mekasıd (nasslarda yer alan amelî hükümlerin gayeleri) ekolü olarak gerçekleştirdiği bir doğum halindedir. Onlar, eskinin bekçilerinin mekasıtçı yenilikçiliğin içtihatlarını reddetme nedenini görmekten acizdir. Geleneksel ekolün onayını almak için ne kadar beklerse beklesin yenilikçi akım buna nail olamayacak ve kendisini onların yargılamaları karşısında bulacaktır. Surda bir gedik açmak istediğinde genel kabullerden başlamak zorunda kalacak, dolayısıyla da eskinin bekçilerinin onayına ihtiyaç duymayan açık ve paralel bir sistem kuran yeni bir başlangıcı ilan edecektir.
Medine Vesikası’nın dini yaşama deneyimi açısından değeri nedir? Bu tecrübenin Müslüman zihin tarafından yeterince idrak edildiğini düşünüyor musunuz?
Şüphesiz Medine Vesikası, inananların kendi içine kapanmayı aşmasını sağlayan ve farklı inanç ve düşüncelerin ortak yaşama potansiyeline işaret eden önemli bir belgedir. Ama aynı zamanda zamanın eskittiği bir belgedir. İnsani tecrübe tamamen birikimseldir ve değişim bu minvalde ortak yaşam kültüründen vatandaşlık kültürüne, imparatorluk düzeneğinden modern ulus devlet yapısına, akışkan sınırlardan yasal sınırlara doğru gerçekleşmiştir. Her şey değişmiştir. Ancak Medine Vesikası, (inşa edilmek istenen modern yapı için) bir potansiyel ve bu yönde bir ipucudur.