Modern dünya sistemi, değerlerden ve anlamlardan oluşan dünyayı, değerlerden ve anlamlardan boşaltarak, iyi ya da kötü gibi kavramları işlevsiz kılarak, soğuk, rasyonel, nicel, teknik zihinle- bilgiyle, mekanik bir dünya görüşüyle, mekanik ilişkilerle, varoluş ve gerçekliği matematiğe indirgeyerek açıklamaya ve yönetmeye devam ediyor.
Din’ in kişiselleştirilmesi, öznel ve duygusal dünyaya hapsedilmesi, nesnel / toplumsal / ekonomik / siyasal / hukuki alanlardan / işlevlerden uzaklaştırılması/ dışlanması, ahlaki, vicdani, entelektüel inandırıcılığı bütünüyle kaybeden bir dünya ve siyaset tarzı oluşturdu.
İslam dünyası toplumları, aklı edilgenleştiren bir geleneği dokunulmaz kıldıkları için, romantik / muhafazakar bir zihniyetle, analitik düşünceyi imkansız kılan bir zihin dünyası oluşturdular. Böyle bir zihin dünyası sebebiyle bütün ufuklara ve bütün boyutlara bakan bağımsız eleştiri ve inisiyatif bilinci geliştiremiyoruz.
Bugünün dünyasında, sosyal bilimlerin Amerikanlaştırılmasıyla birlikte, sosyal bilimler, Amerikan ideolojisi ve jeopolitiğin ihtiyaçlarına cevap vermek, dünya sistemi üzerinde hegemonik bir konum oluşturmak üzere, genel ve evrensel olanla ilgili, evrensel geçerliliği olan yasalar ve ilkeler koyarak nomotetik bir bilgi sistemi oluşturdu. İslam dünyası toplumları, kendi dünya görüşleri ve kendi gerçeklikleri doğrultusunda bilgi üretemedikleri ve bilgi ithal etmek zorunda oldukları, özellikle de sosyal bilimlerde Amerikan sosyal bilimlerine mahkûm oldukları için, bugün, toplumlarımız, akademik hayatımız, Amerikan sosyal bilimlerin imkan ve yöntemleriyle sosyal analizler yapıyor ve bu analizler hiçbir zaman toplumlarımızın gerçek sorunlarını yansıtmıyor.
Nomotetik bilginin tayin edici etkisi sebebiyle, bugün, toplumlarımızda antiemperyalist bir düşünce / kültür / felsefe / edebiyat vb. gelişmiyor, geliştirilmiyor. Yapısal bağımlılıklarla malûl bulunan zihin dünyamız sebebiyle, bağımsızlıktan, gerçek anlamda değil, söylemsel anlamda söz edebiliyoruz. Toplumlarımızda hamaseti gerçekleşmiş gibi, gerçekleri de hamasetleşmiş gibi göstermeye çalışan manipülasyonlar bir türlü aşılamıyor.
İslam dünyası toplumları olarak, karşı karşıya bulunduğumuz varoluşsal sorunlarla ilgili, çaresiz romantizmlere sığınmak yerine, bu sorunların üzerine radikal bir yoğunlukla gitmemiz, bunun için de, İslami bilincin kapaklarını sonuna kadar açmamız gerekir. İlerideyse hemen herkesin, Müslümanların da, kendilerini homo economicus olarak konumlandırdığı, bütün kişiliklerin / karakterlerin metalaştığı, anlam ve amaç ufuklarının kaybolduğu bir zamanda, sorumlu zihinlerin, sorumlu bilinçlerin ve ruhların alternatif imkanlar üzerinde çalışmaları gerekir. Eleştirel bilinç ve muhakeme yoluyla teorik ve pratik çerçeve arasında tutarlı bir bütünlük sağlayabilir, kuru/ ruhsuz spekülatif teorik tartışmaları ve düşüncesiz/ derinliksiz eylem yaklaşımlarını aşabiliriz. Kendilerinden başka hiç kimseye hitap etmeyen narsisit kimlik ve kişiliklerle hiçbir çalışmadan sonuç alınamayacağını hatırlamamız gerekir.
Müslümanlar olarak, bağımsız ve otoritesi olan sözcüklerimiz olmadığı için, etkili sözcük politikalarımız da yok. Analitik ve politik gücü olmayan, entelektüel gücü olmayan sözcüklerle gündemi belirleyemiyor, hegemonik gücü olan kavramlar ve kültürlerle mücadele edemiyoruz. Dünya sistemi yapısal bir kirlenme ve bozulma içerisinde bulunduğu için, hegemonik gücü olan kavramlar yıkıcı / tahripkar anlamlar ve çözümlemeler üretebiliyor. Bugün, özellikle İslam toplumları, ırkçı / ideolojik tahakkümün acımasız gerçekliği ile sınanıyor. Kendi bağımsız / özgün gerçekliğini oluşturamayan toplumlar ve kültürler, sömürgeci tecrübeyle, yapılarla uzlaşmak, bütünleşmek zorunda kalıyor.
Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, ideolojik dil / söylem / eğitim/siyaset, eleştirel düşünceye eleştirel okuryazarlığa tahammülü olmayan toplumlarımızda bugün, entelektüalizm karşıtlığı açık bir şiddete dönüşebiliyor. Trollerin dili/ söylemi, niteliğin ve derinliğin diline geçit vermiyor. İslam toplumlarında, genç kuşaklara, geçmişin bugüne hayat verecek olan entelektüel özgürlük ve üretkenlik gibi dinamiklerini öğretmiyor, geçmişin efsanevileştirilen hamasi yanlarını öğretiyoruz.
İslam toplumlarında, toplumlarımızda, özellikle dini eğitim veren kurumlar hamaset malülü ve mağduru genç kuşaklar yetiştiriyor. Toplumlarımızda her durumda belirleyici ve yönlendirici olan hamaset dili/ siyaseti, yapısal/ hayati/ varoluşsal sorunlara odaklanan, bu sorunlar üzerinde yoğunlaşma bilincini yok ediyor. Maruz kaldığımız çaresiz romantizmler sebebiyle özeleştirel akıl yürütmeler hiçbir şekilde başvurmuyoruz.
Taklit ve itaate dayalı kültürlerde/ toplumlarda eleştirel meraka, eleştirel dikkate, eleştirel bilinç ve sorgulamalara yer yoktur. Her tür yeniden inşa eleştirel farkındalıkla başlar. Belirlenen bir zihin dünyası ve belirlenen bir bünye, farkındalığa sahip olmadığı için tercihlerinden ve eylemlerinden sorumlu değildir. Belirlenen bir bünye, kendisini belirleyen irade tarafından, her gün bir başka yöne doğru savrulur ve sürüklenir.
Aklı edilgen kılan geleneklerin belirleyici olması sebebiyle, rüştünü ispat edemeyen toplumlar, bugün, yaşayarak, tecrübe ederek gördüğümüz üzere, ‘’ kahrolsun emperyalizm’’ yaklaşımına doğru sürükleniyor.
Gerçek umut çaresiz romantizmlerle yüzleştiğimizde başlayabilir.
Geleceğe ilişkin gerçek sorumluluklar almakla, geleceğe sürüklenmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Kendilerine dayatılan, insanlığımızı ve İslami varoluşumuzu küçümseyen / aşağılayan, kapitalist / emperyalist / seküler / liberal gerçekliği açmak ya da değiştirmek üzere, hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey yapmak istemeyen bir bünye, İslami bir gelecek umut edemeyeceği gibi , emperyalizmlerle suç ortaklığı içerisine girmiş olur.
Mekanik düşünce tarzının, ezberleyen, kelimesi kelimesine tekrar eden bir öğrenme / bilme tarzının ve etkili propaganda klişelerinin hakim olduğu toplumlarda varoluşsal sorunlar hiç konuşulmadığı gibi, varoluşsal sorunları konuşma yeteneğine sahip analitik düşünürler de yetişmez, yetiştirilemez.
Kaynak: http://www.hertaraf.com/