Çalınmış gençler

Taha Akyol yazdı;

Çalınmış gençler

Enes Kara’nın intiharı bütün yürekleri yaktı. Yunus Emre’nin deyişiyle “gök ekini biçer gibi” gencecik bir hayat bir intiharla sona erdi…

Hele de “evlat acısı” ailesi için…

İntiharların elbette bireysel ve çok çeşitli sebepleri vardır… Talihsiz Enes bir tarikat-cemaat yurdunda kalıyordu ve bıraktığı video kaydında “yurtta yaşadığı baskılardan” bahsediyordu… Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi olduğu halde “gelecek kaygısından” bahsetmesi de üzerinde durulması gereken bir husustur.

Öyle bir yurt hayatının ağır ve kapalı atmosferi gencecik bir insanı bunaltmış. Nitekim videoya “psikolojik olarak yorulduğunu” kaydetmişti.

Özgür olma ihtiyacının fışkırdığı gençlik çağında yaşama sevincini kaybetmek, yaşamaktan yorulmak, bunalmak…

BÜYÜK GERİLİM

Türkiye gibi “sık dokulu” dayanışmacı geleneksel yapılarla, “bireyleşen” modern yapılar arasında çelişkiler yaşanan geçiş toplumlarında şiddetli gerilimler vardır.

Geleneksel yapılarda kişi çepçevre kuşatılmış olmanın bir tür korunma duygusunu hisseder. “Bizden” biri olarak destek görür, kayırılır…

Özgürlük duygusunun gelişmesi ise elbette olumludur fakat, kriz dönemlerinde Erich Fromm’un belirttiği gibi yalnızlık duygusunu da yaratır. Hem tarikatlar hem seküler totaliter örgütler için nasıl mümbit bir av sahası, değil mi? Gençleri kolayca çalabilirler, aile ve normal arkadaş çevrelerinden kopararak…

Hele de “dava”ya yahut “devrim”e hizmet gibi payeler dağıtıyorlarsa, orada bir durmak, düşünmek lazım. Kişi özgür birey olamaz. “Emir kulu”durlar, “emir demiri keser!”

Ayrılmak da çok zordur, zira “ayrılanı kurt kapar!”

YILLARDAN BERİ

Türkiye uzun yıllardan beri bu sorunları yaşıyor.

Çalınmış gençler” başlıklı ilk yazımı 16 sene önce yazmışım. Şöyle yakınıyordum:

Örgüt ve tarikat tipi ‘kabile’lerin çaldığı gençlerden, çocuklarımızdan bahsediyorum. Çocuklarımızı bizden ve kendi geleceklerinden çalıyorlar, beyinlerini yıkıyorlar, fedai olarak kullanıyorlar.“ (Milliyet, 4 Temmuz 2005)

Aynı sorunu ele aldığım “Hayat Yolunda” adlı kitabımın ilk baskısı da 1999’da çıkmıştı. (Doğan Kitap)

Bugün itibariyle, kaç arpa boyu yol aldık derseniz… Hâlâ gündemimizden düşmeyen, ızdıraplarla, facialarla dolu bir sorun...

GİZEM ARTTIKÇA’

Muhterem hocamız Prof. Ali Bardakoğlu’dan aktarıyorum:

Dinde gizem arttıkça dinî duygu ve arayışların istismar edilme ihtimali de artar. Şahıslara kurtarıcılık, dünyaya tasarruf, hatta Levh-i mahfuz’a/ilâhî takdire müdahaleye kadar uzanan bir kutsiyet ve otorite izafe edenler…” (Karar, 28 Temmuz 2016)

Kerameti kendinden menkul şeyh efendiler ve müritleri…

Büyük tarihçilerimizden Ahmet Yaşar Ocak’ın yeni çıkan bir kitabı “Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri” adını taşıyor. (Alfa yayınları)

Kitap hakkında ayrıca yazacağım fakat, görüyor musunuz: Allah’ın takdirini değiştirtebilen! Ve kerametleriyle kainatı yöneten nice şeyh hazretleri!..

Bu kültürde, bu psikolojik büyü ortamında fizik bilimi gelişebilir miydi, gelişmedi zaten.

Bağımsız kişilik gelişebilir miydi, gelişmedi zaten.

Gülen’e “kainatın imamı” demelerinin nasıl bir psikoloji olduğu apaçık ortada…

EĞİTİM VE ŞEFFAFLIK

Meseleyi sade uhrevi mistisizmle ilgili sanmak yanlıştır. Bolşevizm ve Nazizmde de “tabiat kanunlarını bilen” Hitler gibi, Stalin gibi putlar vardı. Sözlerine ayetmiş gibi iman edildi, uğrunda ölümlere gidildi…

Şiddete başvurmadıkça, tarikat olsun örgüt olsun yasaklanıp yeraltına itilmesini doğru bulmam. Türkiye bunu denedi ve çözüm olmadığını gördü.

Kişiyi olgunlaştıran, merhamet, mesuliyet ve yaşama sevinci kazandıran dini düşünceye ve hissiyata saygı duymak gerekir. Mesela, tarihimizde iyi ki bir Mevlevilik vardır, değil mi?

Kaliteli ve insan kişiliğini güçlendiren, bağımsız birey şuurunu geliştiren bir eğitim ve böyle bir siyasi atmosfere ihtiyacımız var… Ve de ister dini, ister seküler olsun bütün dernek, vakıf ve sosyal faaliyetlerde mutlaka şeffaflık gerekli, bunun hukuku oluşturulmalıdır.