Lat, menat, Uzza, Hübel, İsaf, Naile, fal okları, bitmez tükenmez kabile savaşları, alabildiğine sert, acımasız insan ilişkileri ve bu ‘zulumat’ın ortasında Allah’ın inayetiyle doğan, tarih boyunca başka öğretilerde rastlayamayacağımız ölçüde gölgesiz, pürüzsüz bir tevhid akidesi.
Bunu Peygamberimiz’den öğrendik.
Hiçbir kula borçlu olmadığımız kadar O’na borçluyuz.
Öğrendiklerimizin hakkını verip veremediğimizi kim bilebilir?
Kula kulluk edip etmediğimizi, ‘tevhid’i gölgeleyip gölgelemediğimizi…
Peygamberimiz’in öğrettiği dine mi inanıyoruz tarihin akışı içinde kendi elimizle, kendi aklımızla, kendi menfaatlerimizle, zevklerimizle şekillendirdiğimiz bir dine mi?
Kendisini sorumlu bir varlık olarak gören her mümin bunun muhasebesini yapar.
(Başkasının muhasebesini yapmakla mükellef değilim. Kendi başımdaki telaş bana yeter.)
Peygamberimiz tevhidi üstün bir ahlakla süsledi, öyle ki bu iki şeyi birbirinden ayıramayız, ikisi birlikte olduğu zaman din tamam olur.
Peygamberimiz’in örnekliğini anlamak için, ‘tevhid’i anlamak için Kur’an-ı Kerim’e müracaat edebilirim.
Peygamberimiz’in arkadaşlarının, sahabe toplumunun nasıl anladığını, nasıl yaşadığını anlamak için tarihe, tarihi kaynaklara yönelebilirim.
Hep söylerim, tarihi kaynakların doğrunun ta kendisini söylemesini imkansız buluyorum.
İslam’ın doğduğu asra şimdikinden daha yakın dönemde tedvin edilmiş rivayetlerden istifade ederek ancak bir fikir sahibi olabilirim.
Bu rivayetler herkes için ‘elzem’ değil.
Allahu Te’ala’nın iyiliğine, güzelliğine bakarak neyin yanlış, neyin doğru olduğunu sezebilirsiniz.
Hiçbir hocaya, mollaya, hele hele dinin mensubu veya saliki gibi değil de dinin patronu gibi davranan ukalaya ihtiyaç duymadan neyin kul hakkı, neyin gıybet, neyin yalan, neyin adalet, neyin zulüm, neyin palavra, neyin gösteriş, neyin riya neyin samimiyet olduğunu kendi hayatınızda ayırt edebilirsiniz.
Peygamberimiz’in örnekliğinden, faziletinden, nezahetinden esinlenerek bir sürü yanlışın arasındaki doğruyu görebilirsiniz.
Derinleşme ihtiyacı duyuyorsanız, meraklıysanız, vukuf kesbetmek istiyorsanız o kaynaklardan istifade edersiniz.
O kaynakların bir kısmı, hadis mecmualarının birçoğu Türkçe’ye tercüme edildi.
Adını işitirdik, siyer kitaplarında atıflara rastlardık, İbn İshak, Taberi, Vakıdi diye ismen tanırdık, ama Türkçe tercümeleri yoktu.
Ankara Okulu büyük bir iş yaptı, bu kitapları Türkçe’ye kazandırmak için kolları sıvadı.
Tarih’i Taberi’yi neredeyse okudum. İbn İshak da çıkmış onu da merak ediyorum.
Bu çalışmaların editörlüğünü Prof. Dr. Mehmet Azimli yapıyor.
Üretken bir ilim adamı. Kendi telifleri de var.
Müslümanların Engizisyonu kayda değer bir kitap.
Bizde kilise yapılanmasına benzer adı sanı belli bir müessese yok zannediyorum. Ama gerçekten birçok alim, mütefekkir, sufi, zulme, şiddete maruz kalmış.
Tarihimizin can sıkıcı taraflarına ışık tutan bir çalışma.
Tesadüf. Üzerinden kıyamet koparılan “Siyeri Farklı Okumak” kitabını bugünlerde okuyordum.
Kupürleri internette dolaşan cümleler benim okuduğum kitapta yoktu.
Kitabın 8 yıl önceki ilk baskısında yer aldığı söyleniyor.
8 yıl sonra bugünlerde trol sofrasına konulmasının bilmediğimiz bir sebebi, bir maksadı olabilir.
Her ne ise iyi bir maksat değil.
Prof. Dr. Azimli de kendi cümlelerine iştirak etmemiş olmalı ki sonraki baskılardan çıkarmış.
İnsafı olan bu tashihi Azimli’nin lehine yorumlardı.
Derdi ki kendi eliyle düzeltmiş.
Fakat cemiyet olarak insaftan o kadar uzaklaşmışız ki…
Dilimiz öyle kirlenmiş, terbiyemiz öyle bozulmuş ki…
Linç kültürünü müesses nizamın parçası haline getirmişiz.
Bir fikre iştirak etmeyebilirsiniz. Tenkit edebilirsiniz. Kendi delillerinizle yanlışlığını ispat da edebilirsiniz.
İnsanlar da bu farklı görüşlere bakarak bir kanaate ulaşırlar.
Hayır öyle değil. Linç edeceğiz. Ki alemde bizimkinden farklı ses duyulmasın.
Böyle bir zihin şunu anlar mı?
Farklı ses olmazsa sen de olamazsın.
Geldiğimiz yer şurası:
Kendi fikrimiz dahil, birbiriyle çelişen çelişmeyen, çatışan çatışmayan bütün fikirleri, bütün ilimleri, hatta bütün özgürlükleri yok etme yolunda ilerlemenin yolunu bulduk.