Gazeteci yazar Abbas PİRİMOĞLU ANALİZ ETTİ...
Tarih boyunca sınıflı toplum yapısına sahip Batı’da son yüzyılların en önemli aktörü hiç şüphesiz ki burjuva sınıfı idi. O, Batıyı değiştirmekle kalmadı, kurduğu dünya düzeni ile bütün toplumları değişime uğrattı.
Lakin görülen o ki burjuva sınıfı artık bitiyor. Yahut kabuk değiştiriyor, sayısı daha az ama etkinliği çok daha korkunç bir hal alıyor.
Ben bu yeni sınıfa verilecek en münasip ismin “Karun” olabileceğini düşünüyorum.
Önce burjuvadan biraz daha bahsedelim. Burjuvanın bir zihniyeti ve bu zihniyetin parametrelerine göre düzenlenmiş amaçları vardı. Önce ticaret burjuvazisi olarak sahneye çıktı sonra da tetiklediği sanayi devrimi ile birlikte hedefine “doğa”yı yerleştirdi. Deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgileri sınayarak “yasa”ya ulaşmayı hesapladı. Aslında o gözlenebilir- ölçülebilir olaylar neticesinde yasalarını keşfederek doğayı kontrolü altına almayı planlıyordu. Emeline ulaştığı oranda bunu kazanca tahvil etmekte hiç tereddüt göstermedi.
Sonra hedefini büyülterek kendisine yeni bir nesne seçti: Toplum... Doymaz bir iştiha ile toplumları da kontrolü altına almanın yollarını aramaya başladı. Yöntem yine aynıydı. Nasıl ki doğa, yasaları ile kontrol edilebiliyorsa aynı şekilde yasaları keşfedilen toplumlar da yönlendirilir, kontrol altına alınabilirdi.
Bunun için sosyoloji ve antropolojiyi icad etti. Böylece hem kendi toplumlarında ortaya çıkan sorunlara çare bulmayı hem de Batı-dışı toplumları Batının çıkarlarına uygun kıvama getirebilmenin imkânına kavuşmuş olacaktı.
Batı, kendi bünyesinin sorunlarını evrenselleştirerek yine kendisi için bulduğu çözüm yollarını Batı-dışı toplumlara reçete olarak sundu. Yani sorunu da, reçetesini de evrenselleştiren Batı idi
Reçete ideolojilerdi: Ulusçuluk, sosyalizm, laiklik; bütün bunlar aslında dünyanın Avrupa ana kıtasında yaşanan sorunlarla alakalı idi. Çareleri de kendi tarihi gelişme çizgisi uyarınca yaptığı üretimler.
Sonra dünya üzerinde Batı-dışı yerlerde akıl almaz değişimler yaşandı. Burjuva sınıfının olmadığı “ulusal” hareketler, işçi sınıfının olmadığı “sosyalist” direnişler, ruhbanın olmadığı “laiklik” kalkışmaları; bunların hepsi 20. YY’lın tuhaf ucubeleri olarak tarihteki yerlerini aldı.
Aslında bu reçetelerin tamamı Batı-dışı ülkeleri kontrol etmek için kullanılan maşalardı; daha doğrusu zihin maşaları.
Sunulan reçetenin içeriği ne olursa olsun bütün toplumlara gösterilen hedef aynı idi: İlerleme... Tanıdık deyimiyle “muasır medeniyet seviyesini yakalama”. Oysa ulaşılmak istenen o muasır medeniyetin altında yatan sır masum halkların soyulması ve zenginliklerinin çalınmasından başka bir şey değildi. Batı göz boyayan zenginliğini, ilerlemesini ve endüstrisini sömürü ile sağlamıştı. Baş aktör elbette ki burjuva sınıfı idi...
Bu nedenle reçeteler asla Batı-dışı halkların işine yaramadı. Zira başta biz olmak üzere bu halkların tarihi gelişme çizgisi ile Batının ki taban tabana zıttı. Uygulanan ideolojiler Batılı güçlerin dünya üzerindeki planlarını kolaylaştırdı sadece, o kadar.
Ama dediğim gibi bugün durum çok daha vahim. Burjuva mutasyona uğradı. Yeni gelen Karun sınıfı çok daha iri, çok daha semirmiş vaziyette ve hedefleri çok daha büyük ve ürkütücü.
Toplumlar ise halen daha geçen yüzyılın reçeteleri ile vaktini geçirmekle meşgul.
Neden Karun? Karun Kur’an’da portresi oldukça ayrıntılı çizilen kötücül bir şahsiyet.
Kasas suresinin 76-83 ayetlerinden istifade ile bu şahsiyetin sayılabilecek karakteristik özelliklerine baktığımız zaman şu hususları tespit etmekte sıkıntı çekmeyiz sanırım:
Evvela Karun’un en büyük özelliği tahminlerin çok daha ötesinde zenginliğe sahip olmasıdır. Kur’an’ın ifadesi ile sahibi oldukları hazinelerin anahtarlarının bile taşınması, güçlü- kuvvetli topluluğa zor gelmektedir.
Günümüzde sayıları çok az aile şirketinin dudak uçuklatan küresel sermayesini öğrenince insan, ayet ile bildirilen hususta ne denmek istediğini daha iyi idrak edebiliyor.
Kaynk: Milat Gazetesi