1990’ların ikinci yarısında moda olmuş, eli biraz kalem tutan herkes “aşk filozofu” kesilmişti. Bu mesele TV’lerin gündemine de girmiş, meselâ Ali Kırca’nın meşhûr “Siyâset Meydanı” programında bile kendisine yer bulmuştu. Bu arada, hakikâten de güçlü bir edebiyâtı olan, romanlarına çarpıcı başlıklar bulmakta da son derecede mâhir olan Gabriel Garcia Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” kitabı da çok satanlar rafındaydı. Bu başlık o kadar çarpıcıydı ki, bizim edebiyatta da tınladı. Zihinsel bir sızma yaparak Ece Temelkuran (Aşkın Babil’i) ve dostum İskender Pala (Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk) gibi romancılarımızın bâzı romanlarının başlığına sirâyet etmiş olabileceğini zannediyorum.
Tahmin ediyorum ki, korona salgını sona erdikten sonra, edebiyat bunu da işleyecektir. Ama merak ettiğim bunun ne tarz başlıklarla yapılacağı. Evvelâ bir husûsu not edeyim: Bir kelimeye takılmış hâldeyim: Bulaş… Bu kelime nereden türedi anlamış değilim. Dikkât ettim, “bulaşma”, “bulaşıcılık” ve “salgın” yerine kullanılıyor. Ama bu kelimeler de Türkçe. Onlar mevcût iken bu nevzuhûr ve daha çok kelimenin fiil karşılığı olan “bulaş” kelimesi nasıl bir “bulaşıcılık” kazanarak isim hâline geldi, anlamış değilim. Öztürkçecilik gâliba, öztrürkçenin de öztürkçesine evriliyor. Kullanımının çok rahatsız edici olduğunu söyleyebilirim. “Gözaltına alınmayı”, “gözlem altına alınma”, “tedâvi altına alınmayı” “tedâviye alınmaya” tahvil etmeyi anladım da bu “bulaş” kelimesi kafamı karıştırmaya devâm ediyor. Ne diyelim; dilin cilveleri… “Bulaş Günlerinde Aşk” diye bir başlığa sâhip bir muhtemel roman kendisini okutur mu, bilmiyorum.. Neyse, esas meselemize gelelim..
“Dokunmatik” bir devrim olarak geldi. Şimdi ise “temassızlık” devrimini yaşıyoruz. Temasda olduğumuz ise sadece kısmen bilgisayar tuşları; ama daha çok mobil telefonlarımız.. İnsan-insan temâsı ise giderek sönüyor. Medeniyetin insânî referansları hızla eriyor. Bu, kritik bir gelişme. Modernlik zâten insandan insana bir “sosyal kayıtsızlık” alanı inşâ eden disiplin toplumları üzerinden yapacağını yapmıştı. Mesâfelendirme disiplin toplumunun olmazsa olmaz bir niteliğidir. Modernliği sindirmiş bireyler mesâfenin gereğine inanır. Bu üretim toplumları için bilhassa mühimdir. Üretim toplumu hakikâten de mesâfelere dayalı dizilimler gösterir. Mesâfeler eridikçe, üretim için gerekli olan disiplinin de ortadan kalkacağından endişe eder. Tüketim toplumu ise nihâyetinde üretim toplumun krizleri ve çözülmesinin dinamikleriyle yüklüdür. Disiplinlere meydan okuyan ve onu şenlikleriyle aşındıran nitelikleriyle dikkât çeker. Aslında pek öyle olmasa da özgürlükçü gözükmesinin de sebebi budur.
Elyevm yaşanan gelişmeler tüketim toplumu hakkında bildiklerimizin de dışına çıkıyor. En başta mekânsal bir savrulmayla yüz yüzeyiz. Salgın bunu keskin bir biçimde karşımıza çıkarıyor. Elbette salgın atlatıldıktan sonra tablo bu kadar ağır olmayacak. Dışarıya çıkabileceğiz. Ama iş ve işlemlerin eve taşınması süreci devâm edecek ve kamusal trafik seyrelecek. Kamusal hayâtların kan kaybı âşikâr görünüyor.
Bilindiği gibi hem üretim, hem de tüketimin mekânı kamusaldır. Ama elyevm şâhitlik ettiğimiz kamusal mekânların içlerinin boşalmasıdır. Mesel sosyal mesâfe olmaklığın çok dışına çıkıyor. Vaziyeti karakterize eden kavramın “mesâfe” değil “temassızlık” olduğunu düşünüyorum. Bu da insanı, “kendi kendisiyle başbaşa kılan” arzularıyla “kendisini dışarı atıp, başlarıyla hemhâl olmak” arzularının sarkacından çıkarıyor. Bilhassa 3D teknolojisinin sağladığı kendi kendine yeterlilik ve kamusal mekânların “Jokerleşerek” güvensizleşmesi üzerinden daha az dışarıya çıkmak ve daha az başkalarıyla hemhâl olmaya sürüklüyor. İyi de aşk ne olacak?
Geleneksellik aşkı uhrevî, ilâhî; modernlik ise dünyevî ve insânsal kıldı. Bu da çatışmayı doğurdu. Ama unutulmamalıdır kafesizi bu çatışma bir temellendirme çatışmasıdır. Ama her ikisi de aşktan vazgeçmedi. İlki saf duygular; diğeri ise içinde hayli bocalasa da duygu-temas üzerinden aşkı kutsadı. Her ikisinin de derin adanmışlıklardan temellenen kendisine has pratikleri ve ritüelleri oluştu. Şimdi en merak ettiğim hususlardan birisi de, bu duygunun muhtemel yeni istikâmetlerinin neler olabileceği.. Kısaca temassız bir dünyâda aşk… Diğeri ile tamamlanmak, hattâ kendisini eksilterek de olsa onunla bir olmak duygusunu ifâde eden aşk yeni dünyâda nereye evrilecek acaba?….
Süleyman Seyfi Öğün, korona önlemleri bağlamında, insanlar arası ilişkilerin mesafesizlik evresinden temassızlık evresine geçiyor olduğunu ifade ediyor.