Arap Baharı kapsamında 15 Mart 2010 yılında Suriye’nin Dera kentinde başlayan barışçıl protesto gösterileri, Suriye rejimi güvenlik güçlerinin katı müdahalesi ile yerini 11 yıl süren bir iç savaşa, 6,6 milyonluk göç hareketine ve 1,2 trilyon doların üzerinde maddi kayba bıraktı. Bugün ise adeta küresel aktörlerin satranç tahtasına dönen Suriye, terör örgütlerinin yuvalandığı bölge ülkelerinin nemalanmaya çalıştığı bir arena haline geldi. Öte yandan Suriye iç savaşının henüz başlarında önce Tahran yönetiminin, ardından 2015 yılında ise Moskova yönetiminin desteğini alan Beşşar Esed rejimi iç savaşın gidişatını kendi lehine çevirebildi. Peki bugün Rusya-Ukrayna krizinin vuku bulduğu yıllarda desteğini kısmen de olsa çeken Moskova yönetiminin boşluğunu kim dolduruyor? Bu sorunun cevabı zor olmasa gerek. Bugün devrim ihracı politikası çerçevesinde Suriye’de iç savaşın başladığı tarihten günümüze tedricen nüfuz alanını artıran Tahran yönetimi, küresel aktörlerin satranç tahtasına dönen Suriye’de, rejime verdiği koşulsuz destekle bölgede söz sahibi olmayı arzu ediyor.
Afganistan’da 11 Eylül sonrası Taliban’ın devrilmesi ve akabinde 2003 yılında ABD’nin Irak işgali ile bölgesel nüfuzunu artıran İran, Arap coğrafyasını neredeyse tümüyle tesiri altına alan devrim dalgasını yakından takip etmekteydi. Zira ABD, anlaşılmaz bir şekilde İran’ı dengelemek için bölgede istifade edebileceği Irak ve Afganistan kartlarını kullanmak yerine söz konusu aktörleri ekarte etmiş, bu durum ise Tahran yönetiminin bölgede nüfuzunun artması ile sonuçlanmıştır. Dolayısıyla İran’ın bölgede artırdığı nüfuz, Arap Baharı eylemlerini yakından takip etmesi ile kalmamış, Tahran yönetimi bu kapsamda muhtelif stratejiler geliştirerek dalgayı yönlendirme yoluna başvurmuştur. Nitekim Tunus ve Mısır gibi ülkelerde Arap Baharı’nın getirdiği sonuçlar İran’a stratejik ve ideolojik kazanımlar sağlarken bu durum Suriye’de aynı etkiyi yaratmamıştır. Zira Suriye rejimi, İran’ın stratejik hedeflerine ulaşması noktasında önemli bir jeopolitik konumu, Tahran yönetimi lehine kontrol etmektedir. Öyle ki İran, Suriye üzerinden Lübnan ve İsrail gibi ülkelerde etkinliğini artırma fırsatı bulmuş, böylece Körfez’de ve Orta Doğu’da nüfuzunu konsolide edebilmiştir. Dolayısıyla İran, söz konusu rejimin düşmesini Tahran yönetiminin düşmesi ile eşdeğer bir konuma getirerek bölgesel stratejisinde güvenlikleştirme politikası gütmüştür.
Uzun yıllar ABD’nin iktisadi yaptırımları karşısında “Direniş Ekonomisi” benimseyen İran’ın, savaşın sürdüğü 11 yıl boyunca birçok kriz ile karşılaşmasına rağmen Şii Hilali’nin önemli bir parçası olan Suriye rejimine karşı koşulsuz destekleyici tutumu, İran iç politikasında eleştiri konusu olurken söz konusu desteğin karşılığının Tahran yönetimi tarafından alınıp alınamaması ayrı bir tartışma konusunu teşkil etmektedir. Bu çerçevede güvenlikleştirme politikası güden İran için Suriye rejiminin düşmesi ülke milli çıkarlarını tehdit eden bir unsur haline gelecektir. Dolayısıyla İran’ın ilk hedefi ve bölge üzerinde elde edeceği ilk çıkar mevcut rejimin düşmesinin engellenmesi olmaktadır. Zira Suriye, İran için Körfez’de varlığını konsolide etmesi konusunda ve bölgede desteklediği devlet dışı aktörlere sağladığı lojistik destek noktasında stratejik bir öneme sahiptir.
ABD yaptırımlarına rağmen direniş ekonomisi dahilinde gelirlerinin önemli bir kısmını bölgesel nüfuzunu artırmak gayesiyle Şii Hilali’nin önemli bir parçası olan Suriye’ye yatıran İran, mevcut rejime sağladığı söz konusu desteklerden fayda görmeyi ümit ediyor. Zira, Syrian Economic Forum adlı düşünce kuruluşunun raporuna göre Suriye iç savaşına dahil olan İran süreç içerisinde iktisadi düzenini çöküş noktasına getirmiştir. Bilhassa söz konusu çöküşün hızlandığı 2011-2014 yılları arasındaki veriler incelendiğinde İran para birimi olan Riyal’in yüzde 62’den fazla düştüğü, enflasyonun yüzde 50’leri aştığı, işsizlik oranının yüzde 24’lere vardığı ve GSYH’sinin ise yıllık yüzde 15.95’lik bir düşüşe neden olduğu gözlemlenmektedir. Dolayısıyla Suriye’deki iç savaşın bir tarafı haline gelen İran’ın muazzam bir iktisadi yük ile karşı karşıya kaldığı ifade edilebilir. Lakin İran, içerisinde bulunduğu iktisadi buhrana rağmen dün olduğu gibi bugün de Suriye’ye koşulsuz desteğini sağlayacaktır. Zira İran, ülkede uzun vadeli hedefleri doğrultusunda çıkarlarını güvence altına alma gayreti içerisinde hareket ediyor. Suriye ekonomisini sadece potansiyel bir pazar alanı olarak görmekle kalmayan, bunun yanı sıra stratejik hedeflere ulaşma gayesi ile hareket eden İran’ın Suriye satrancında korumaya çalıştığı kale, bu ülkeye pahalıya mal olmuştur. Hülasa İran, korumaya çalıştığı “Şah” için piyonları teker teker tüketmektedir. Zira İran’da son günlerde vuku bulan eylemler her ne kadar sosyolojik boyutta irdelense de halk, milli gelirlerin dış aktörlere akıtılması nedeniyle ülkede vuku bulan hayat pahalılığı sorununun çözülmesi konusunda yönetimden cevap beklemektedir.