28 Şubat postmodern askeri darbesinın mahiyeti ile ilgili yazarımız Yusuf Yavuzylmaz’ın konu ile ilgili değerlendirmesi;
Askeri darbeler, Türkiye’de demokratik siyasetin önündeki en büyük engeller olmuştur. Askeri darbeler, meşruiyetinin Türk modernleşmesinin koruyucu ve kollayıcı olarak askeri elitleri belirlemesinden ve bu konuda sivil iktidarlara karşı duyulan kuşkudan almaktadır.
27 Mayıs darbesinin açtığı yoldan 12 Mart muhtırası,12 Eylül darbesi, 28 Şubat post-modern darbesi ve en son 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleştir. Özellikle 28 Şubat darbesi Türk siyasetinde derin etkileri olmuştur. Bu darbe sonrasında, dindar muhafazakar kitlenin zihninde yer alan kutsal devlet kavramı büyük ölçüde yıkılmıştır. Siyaset alanında ise RP deneyimini yaşayan kadrolar, daha sonuç alıcı bir siyaset anlayışı üzerinde düşünmeye başladılar. Ak Parti siyasetini doğuran sosyoloji bu arayış idi.
27 Mayıs darbesi, Kemalist modernleşme projesinin dışına çıkma potansiyelinden endişe edilen bir iktidarı hizaya getirme eylemiydi. Daha sonraki bütün darbeler aynı amaca hizmet etti. En son 28 Şubat ve 15 Temmuzda yapılan kalkışma da 27 Mayıs zihniyetinin uzantısıdır.
28 Şubattan beri Kemalist merkezin bütün karşı koymalarına karşın bilgi, birikim ve enerjileri, karşı oldukları zihniyetin siyasal temsilcisi olan Erdoğan’ı engellemeye yetmedi. İbn Haldun'a göre enerjisini büyük ölçüde yitiren merkezin çevreden gelen enerjisi yüksek siyasal akla meydan okuması sosyolojik olarak imkansızdı.
Öte yandan siyasal liderlerin darbe karşısındaki söylemleri de ikircikli olmuştur. Bir siyasal figür olarak Süleyman Demirel’in tavrı örneklik oluşturacak türdendir. Demirel, Türk siyasetinde hiçbir değişmez ahlakı değeri olmayan, ilkesiz, pragmatist, üzerine siyaset yaptığı değerleri kolaylıkla istismar edebilen, darbeci militarizm ile kolaylıkla uzlaşabilen, militer bir programın(28 Şubat) gönüllü savuculuğunu yapan ilkesiz bir siyasal kişiliktir.
Şurası açık ki, geçmiş dönemlerde yapılan darbe ve muhtıraların hesabının sorulmaması, asker üzerinde yargılanamayacaklarına dair bir güven oluşturmuştur. Sivil siyasetçiler askeri yargılayacakları yerde onlara sırtlarını dayanarak siyaset yapmayı tercih etmişlerdir. 12 Mart günü Süleyman Demirel’e verilen muhtıraya istifa ederek cevap vermişti, oysa 27 Nisan bildirisine Ak Parti çok sert bir karşılık vererek ülkeyi seçime götürmüş ve halkın büyük desteğini kazanmıştır. Bu yüzden Demirel asla bir demokrasi kahramanı değil, askerin gölgesinden bile korkan, hatta rahmetli Özal’ın deyimiyle her şeyden, hatta kendinden bile korkan bir siyasal figürdür.
Darbe geleneğine verilen cevap bakımından 15 Temmuz direnişi çok değerli bir toplumsal tepkidir.
Türk siyasetinin görüp göreceği en ilkesiz lider olan Demirel: 28 Şubat'a darbe diyorlar, neresi darbe..."diyordu. Bu süreçte uydurma irtica bahanesiyle ordudan atılıp, işsiz kaldığında onuruna yetiremeyip intihar eden sadece bir subayın bile günahı seni helak etmeye yetecektir. Binlerce başörtülü kızın üniversite kapılarında gözyaşı dökerken "Arabistan'a gitsinler" gibi alçakça bir öneriyi asla unutmadık. 28 Şubatın neresinin darbe olduğunu, o günlerde sabah akşam televizyon kanallarında inançlarıyla alay edilen Müslümanlar çok iyi biliyorlar. 2002'den itibaren darbecilerin arkasında durarak, ancak sahte bir demokrat olduğunu anlamayan kaldı mı acaba?
Türkiye'de bütün darbelerin arkasında Ulusalcı-Kemalist bir refleks vardır. 27 Mayıs'ta tam bir aydın bürokrasi ve Kemalizm birlikteliği vardır. 12 Mart ve 12 Eylülde sol aydınların bir bölümüyle birlikteliğin sarsılmasına rağmen birliktelik devam etmektedir. 28 Şubatta sarsılan sol aydınlar-bürokrasi ve asker işbirliği Ulusalcı Kemalizm ile birlikte son büyük birlikteliğini gerçekleştirdi. Türkiye'nin darbeden arınması Ulusalcı Kemalizm ile aydın-ordu -yargı ve bürokrasi arasındaki birlikteliğin sarsılması ile ilgilidir. Ak Partinin Türk siyasal tarihindeki tarihi başarısı, Ulusalcı Kemalizm ile yargı-asker- bürokrasi ve aydınlar arasındaki birlikteliği parçalaması oldu.
28 Şubat günü ve sonrasında yaşananlar, hala Türkiye siyasetini etkilemeye devam ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun " helalleşme" sürecinin dayandığı uygulamalar büyük ölçüde 28 Şubat döneminde yaşananlara dayanıyor. Toplum belleği, bu süreçte destekleyici rol oynayan siyasal partilerden hala büyük ölçüde ürküyor ve söylemlerine kuşku ile bakıyor. Kılıçdaroğlu'nun en büyük sorunu, geçmişte partisinin bu süreçte oynadığı rol ile ilgilidir. Diğer sorunu ise zihinsel olarak hala bu sürecin arkasında duran CHP' li ulusalcıların varlığıdır.
Ulusalcı sol partilerin özellikle CHP'nin 28 Şubat uygulamalarının uzun süre ardında durması, ulaşmaya çalıştığı toplum kesimleri ile arasında en önemli güvensizlik duvarını inşa etti. Benzer tutum 15 Temmuz darbe girişiminde de görüldü. Tarihsel olarak CHP'nin darbe girişimlerinin arkasında durması, (özellikle 28 Şubat ve 27 Mayıs) muhafazakar dindarların bu parti ile ilişkilerini belirledi.
Dindarların sağ muhafazakar partilerin arkasında durması ve desteklemesi, büyük ölçüde sol partilerin din karşısındaki olumsuz ve yer yer reddedici tutumları ile darbelere karşı olumlayıcı ve destekleyici tutumları rol oynadı. Sonuçta sağ muhafazakar partiler hiç hak etmedikleri halde yıllardır bu desteği sağladılar. Bugün bile Türkiye siyaseti bu bölünme üzerinden anlam kazanıyor. Sonuçta aziz İslam din karşıtları ile din istismarcıları arasında kaldı.
28 Şubat değerlendirmeleri de böyledir. Söz konusu dönemde acı çeken, haksızlığa uğrayan veya bu dönemin mağdurlarıyla empati kuran insanlarla, hiç acı çekmeyen ve bir mağduriyeti olmayan insanların bakışı farklıdır. Örneğin 28 zihniyetinin bir ürünü olan iktidarların uygulamalarıyla 1999'da öğretmenlikten başörtüsü taktığı için uzaklaştırılan ve 2013 yılında mesleğe geri dönen birinin politik düşüncesinin yaşadıklarından etkilenmemesi mümkün mü? Bu yüzden bu dönemi hatırlatan veya görmezden gelen ya da zihinsel olarak bu dönemle akrabalık kurulabilecek anlayışlar muhafazakar dindar zihinlerde hala mevcut. Muhalefet bu korkuyu anlamak ve ona göre pozisyon almak zorunda. Çünkü bu korku hala siyasetine egemen bir anlayış. Erdoğan'ın arkasında yıllardır olan desteğin, 28 süreci mağduriyetlerinden beslendiği açıktır.
28 Şubat üzerine yapılan bazı değerlendirmeler de gerçeklikten yoksundur. 28 Şubat'ın İslamcıların iktidara gelmesi için yapıldığını iddia etmek, şimdi yapılanların Ak Parti'nin Millet ittifakını iktidara getirmek için yapıldığını söylemek kadar sosyolojik düşünceye aykırıdır.
Bu mantıktan gidersek Menderes idamının getirecek süreci sağlayan darbeyi bilerek oluşturdu.
Tüm tarihi böyle okuduğunuzu düşünün. İstanbul'un alınmasını, Bizans’ın yöneticilerinin istediğini savunmak zorundasınız. Bu kadar akla, mantığa, izana aykırı bir yorum yapılabilir mi?
Olayların birbirini etkilemesi farklı, birini yürüten zihnin karşıtının önünü açma niyeti ile olduğunu iddia etmesi farklıdır.
Gerçek şu ki, 28 Şubatçıların İslamcıları iktidara getirmek değil, onları iktidardan uzaklaştırmak gibi bir amaçları vardı. Ancak uyguladıkları strateji tam tersi sonuçlara yol açtı.
28 Şubat uygulamaları yeni ve farklı bir iktidarın önünü açmıştır; ancak 28 Şubat'ın bu amaçla uygulamaya konduğunu iddia etmek olsa olsa ideolojik bir körlüğün ifadesidir. Bir anlamda seküler bir kader inancıdır bu.
İbn Haldun okumanın tam zamanıdır. Ünlü eseri Mukaddime' de olayların neden çarptırıldığını ve hatalı yorumlandığını açıkça anlatıyor. Ak parti iktidarı 28 Şubatçıların istedikleri ya da Ak Parti'nin iktidarı için uygulamaya konmuş değildir.
28 Şubat sonrasında, yaşadığımız siyasal tecrübe dikkate alındığında, demokratik siyasete bürokratik güçlerin yön verme iştahının trajik sonuçlara ve mağduriyetlere yol açtığı, bu nedenle müzakereye dayalı yönetim modellerinin çok önemli olduğu dersi kalmalıdır.