Bu yazı ‘28 Şubat’ ya da “Osman Kavala Davası”na Dair Değildir!

Yazarımız Fatma Akdokur'un, Özgün İrade Dergisi 2020 Mart((191.) Sayısında yayımlanan yazısı...

Bu yazı ‘28 Şubat’ ya da “Osman Kavala Davası”na Dair Değildir!

Tevafuk, 28 Şubat üzerine düşündüğümüz günlerdeyiz. Yalnızca düşünmüyoruz; sene-i devriyesine ulaştığımız bugünlerde, o zorlu ve zorlu olduğu kadar toplumsal hafızamızda derin bir yarılmayı hatırlatan döneme dair programlar ve konuşmalar da yapılıyor. Her ne kadar o zaman olanlar hakkında bir yazılı edebiyat da oluşmuş, sanki çok şey açığa çıkmış, yaralar da sağalmış gibi görünse de gerçek hiç de öyle değil. En azından kendi adıma öyle olmadığını bildiğimi sanıyorum.

Bu ülkede zaman zaman meydana gelen olaylar, hafızalarımızda bir şimşek çakışı gibi geçmişe git-geller yaşatırken, biz bu filmi farklı aktörlerle yaşamamış mıydık, hissine kapılmıyor muyuz? Gözlerimizi şöyle bir kapatınca, göz önünden geçen kareler, sanki ilk defa yaşar gibi kederle omuzlarımızı çökertmiyor mu? Meclis kürsüsünden, elindeki bir kâğıdı okumaya çalışarak “Burası “Devlet”e meydan okunacak yer değildir; şu kadına haddini bildirin!” diyen bir Başbakan’ın karesinde buz gibi dona kalmıyor mu yüreğimiz? Dona kalması, o güne dair bir repliğin hatırlanmasından mı yoksa bugün, bu defa bir Meclis grup toplantısı kürsüsünden yayılan: “Bunlar ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum ‘içerdeydi’ ve bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar. Onlarla beraber başkaları da bu işin içerisinde” sözlerini duymakla mı ilgili? Zihinlerimiz mi bize oyun oynuyor, yoksa bir sanrı ile mi git-geller arasında benzerlikler kuruyoruz?

Bugünlerde olup bitenler sanırım hepimizde bir “önceden yaşamışlık “hissine yol açıyor. “Yeni Türkiye” gömlek değiştiren bir canlı gibi. Gömlek değiştirmek bir sağlıklılık işareti; büyüme, gelişme ve atılım yapma ve değişime uyarlı bir yeni suret belki de. Her ne kadar sağlıklılık alameti sayılsa da esasta, özde, karakterde bir değişim ve farklılaşma değil aslında, sureta bir yenilenme. Kim bilir, cüsse gelişip büyüdükçe varlık âleminde “güce bağlı” bir yer edinmeyi de sağlayan bir değişimi de içkindir, gömlek değiştirme.

Eskiye nazaran “Yeni Türkiye” de böyle olsa gerek… “Beyaz Toros’lardan siyah Transporter’lara” (Vahap Coşkun, Suskunluk Perdesi Yırtılınca, 21.02.2020, Serbestiyet), bu değişim ve dönüşümler için iyi bir simgesel anlatı değil mi? Eski Türkiye’de, bir ödünç kullanımla, büyük harfle “Devlet”in, yaşı büyütüp “sallandıran” bir güce sahipliği ile Yeni Türkiye’de çeşitli davalarda beraat kararları veren hâkimlere jet hızıyla HSYK izinli soruşturma açılabilmesindeki irade arasında ne kadarlık fark vardır? Kadınlarının nerdeyse yüzde yetmişinin başörtüsü kullandığı bir toplumda “yasaklarla” hayatı yaşanılmaz kılınanların açtıkları itiraz davalarında isimlerinin değiştirilmesi gereği bile duyulmaksızın ve hatta cinsiyetleri dahi dikkate alınmayarak “başörtüsü kullanarak kurumun huzur ve sükûnunu bozma” cezalarını, “kalıp karar metinleriyle” onayan “brifingli” hâkimlerle, Osman Kavala hakkında beraatin ardından uygun bir dava iltisakı ile yeniden tutuklama kararı verenler arasında kaç oktavlık fark vardır? “Kahrolsun Şeriat” sloganları ile Ankara semalarını inleten kalabalıkları konsolide edici ölümler/öldürmelerle iş tutmaya çalışan karanlık odaklarla, her gün “İslamcı (?) bir iktidarı” bütün bir geçmişini hiçe sayacak denli hukuksuz ve adaletsiz icraatların faili makamında tutarak zımnen “Kahrolsun Şeriat” sloganlarını zihinlere kazımaktan sonsuz haz duyan odaklar ne denli farklıdır? Hemen herkesin bir şekilde silahla kirlendiği bir çatışma döneminde düşünceyi ve iyilik üzere dayanışmayı dile getiren Sedat Yenigün’ü ayakaltından çeken mihraklarla, barışın ve adaletin vicdanî oluşumu için öncülük yapma çabasındaki Hrant Dink ve Tahir Elçi’yi hedef edinenler arasında nasıl bir fark görülebilir? Üstelik her öldürmenin failler açısından meçhul kalması ne gibi bir değişimi işaretler? “Bin yıl sürmesi temenni edilen” bir sürecin malum siyasi ve sivil (!) ayaklarının her inanç özgürlüğü talebinde bulunanı “militanlıkla” itham ettiği günlerle (25 Mayıs 1997: TBB Başkanı Eralp Özgen: “İmam Hatip Liseleri militan yetiştiriyor” 5 Eylül 1998: Gazi Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Enver Hasanoğlu, saptanan “militan türbanlı öğrenciler” hakkında soruşturma açacaklarını kaydetti. https://ankara.mazlumder.org/ son erişim: 23.02.2020), bugün her özgürlük ve hukuk talebinde bulunanın “teröre destek” vermekle suçlanmasında sizce de bir örtüşme yok mu?

Kötülüğün kötülük olarak imlenmesi, onunla birebir muhatap olup mağduriyet yaşayanlara dair bir sınırlılıktan ziyade iyiliği ortadan kaldırması veya iyiliğe heveskâr gönüllerin cesaretten uzaklaşıp korkaklaşmalarına yol açmasıyla ilgili olsa gerek. Uğranılan haksızlıkların gönüllerde bıraktığı hüzün yükünün ağırlığından çıkamama ve yalnızca kendi acısına odaklanarak başkalarının mağduriyet ve mazlumluklarına ilgisiz kılıcı bir teslim alışa yol açması da belki, kötülüğün bir başka karakteridir. Aksi halde hep kötülüğün kazanıyor görünmesinin sebebi ne olabilir ki?

Yıllar önce “Kadınların Diliyle 28 Şubat Hikâyeleri” (Hatice Güler Çelik, Çıra Yay.) için yazdığım Giriş’te, “…başörtüsü yasaklarına nihayet, … son verildi… kamu çalışanı kadınlara başörtüleriyle çalışmalarının yolu açıldı…” diyerek ülke kadınlarının önemli bir sorununun uzun mücadeleler ve uğraşılar sonunda aşıldığını söylemiş, devamla “Bizler, her zaman olduğu gibi, özgürlük yolculuğumuza devam ediyoruz. Hayatlarımızı kuşatan bir yasaktan kurtulmanın sevinci ile rahatlamış görünsek de, yeryüzü maceramızda sorumluluk üstlenmemizi bekleyen birçok mücadele alanının bizleri beklediğini unutuyor değiliz…” diyerek nerdeyse sürekli bir yükümlülüğün de altında olduğumuza dikkat çekmiştim. Bugün Osman Kavala ve benzerlerinin süren birçok haksız ve hukuksuz davaları vesilesi ile bu sorumluluğa dair bir hatırlama ve hatırlatma yapmak istedim bu yazı aracılığıyla, kendime ve bir zamanlar farklı birçok haksızlığa maruz kalanlara…

Kaynak: Özgün İrade Dergisi