Bu utanç İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin değil, Türkiye’nindir!

Dr. Bekir Tank'ın yazısı...

Bu utanç İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin değil, Türkiye’nindir!

Bugünden tezi yok, Türkiye toplumu olarak bizi insanlıktan çıkaran ve on binlerce insanımızın canına mal olan devletin inkâr, imha ve asimilasyon politikalarıyla ve ırkçı uygulamalarıyla yüzleşmeli ve yalan olduğundan kendi adımız kadar emin olduğumuz şeyleri “tarih” diye çocuklarımızın körpe dimağlarına enjekte etmeyi bırakmalıyız!

Tarihte olduğu gibi, bugün de dünyanın hemen hemen her yerinde envaiçeşit kabilecilik, milliyetçilik ve ırkçılık var-ki hepsi de aynı kapıya çıkmaktadır- ama bizdeki gibisi oldukça enderdir. Çünkü bizdeki ırkçılık üstüne üstlük bir de inkârcıdır! Yani hem yüzlerce yıl iç içe yaşamış olacaksınız… Hem yüzlerce yıl kader birliği yapmış olacaksınız… Hem üstünlüğü kabilede ve milliyette değil de takvada gören bir Allah’a birlikte kulluk yapıyor olacaksınız… Hem Kürtlerin adını her andığınızda yanına bir de “kardeşlerimiz” kelimesini de eklemeden geçmeyeceksiniz… Ve hem de bütün bunlarla birlikte Kürtleri inkâr edecek ve aynı zamanda nice katliamlara, sürgünlere, zindanlara ve darağaçlarına kadar onca zulümleri kendilerine reva göreceksiniz! Dillerini dahi yaşamalarını ve yaşatmalarını cezalandıracak kadar azacaksınız!

İşte üzerinde “üniversite” tabelası yazılı 200 küsur kurum… Hala 12 Eylül Darbecilerinin karaladıkları müsveddeleri, diğer bir ifade ile darbe bildirilerini tarih diye, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi körpe dimağlara dikte ettirmektedirler! Yalanlarla, çarpıtmalarla ve eksikliklerle dolu olan bu metinleri sorgulamadan ve doğruluklarını araştırıp tartışmadan kutsal metinler gibi öğretmek, kendilerini üniversite olarak tanımlayan bu kurumlar için bir utançtır! Ve istiyorlar ki, bilim insanları da bu yalanların gönüllü taşıyıcıları olsunlar. Ama ne yazık ki, bizim gibi bazı bilim insanları dışında bu yalanlardan rahatsız olanlar yok gibidir!

Örneğin, sayıları yüz binlerce olan bol unvanlı akademisyenler, tarihçiler, yani sözüm ona bilim insanları, neden dönemin Başbakanının dahi “katliamdır” dediği 1937 Dersim olayının gerçekten iddia ettiği gibi bir katliam mı yoksa hala kitaplarda yazılı olduğu gibi bir isyan mı olduğunu sorgulama ve tartışma iradesini ortaya koyamamaktadırlar?

Avrupa’dan Afrika’ya ve Asya’dan Amerika’ya kadar ırkçı uygulamaları telin edenler neden devletin düne kadarki inkâr politikaları ve bugün hala devam ettirilen hak gaspları karşısında dilsiz şeytan oluverirler?

Elbette ki, düne göre daha iyi durumdayız; resmiyette devletin inkâr politikaları yoktur… Bir zamanlar çoğu devlet menşeli olan faili meçhul olaylar işlenmemektedir… Haddizatında “made in rejim” olan PKK terörü en azından yurt içinde kontrol altına alınmıştır... Dün yasak olan ve konuşanların dahi cezalandırıldığı Kürtçe ile bugün devlet televizyonu üzerinden yayın yapılabilmektedir. Yani resmin bütününe baktığımızda, ırkçı uygulamaların oldukça yumuşatıldığını ve bizi insanlıktan çıkaran bu sorunu ortadan kaldırmaya ramak kaldığını, deyim yerindeyse dananın derisini yüze yüze kuyruğa kadar getirdiğimizi görürüz. Ancak nedeni veya nedenleri her ne olursa olsun, hala devletin hak gaspına son verecek ve bir insanlık suçu olan ırkçılığa öldürücü darbeyi vuracak bir iradeyi gösteremedik, gösteremiyoruz.

İşte bunun içindir ki, üniversitelerde bile rejimin inkâr politikalarının yansımalarını görebiliyor ve zaman zaman ırkçı olaylara ve uygulamalara şahit olabiliyoruz. Bu ırkçı muamelelerden birini de biz 13 Ocak 2017 tarihinde öğretim görevlisi olarak çalıştığımız İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde yaşadık. Öğrencilere seçmeli olarak verdiğimiz, “’İstiklal Marşı’nı veya Gençliğe Hitabe’yi Kürtçeye çeviriniz” başlıklı ödevi zihinleri yalan tarihle iğfal edilmiş olan yöneticiler maalesef bölücülük şeklinde yorumladılar ve derhal dersten el çektirmekle yetinmediler bir de YÖK’ün 2547 sayılı kanununun 53/A maddesi doğrultusunda, yani “öğrencileri din dil ve ırk ayrımı üzerinden tahrik ettiğim ve bölücülük yaptığım” suçlamasıyla hakkımızda soruşturma açtılar. Anılan tarihten sözleşmeyi sona erdirdikleri veya uzatmadıkları 31 Ağustos 2020 tarihine kadar bize başka dersler de verdirmediler. Ve iki buçuk yıl boyunca bize BÖLÜCÜLÜKTEN ve KÜRTÇÜLÜKTEN hüküm giymiş gibi bir muameleyi reva gördüler. Vaktinizi almamak için maruz kaldığımız bu ayrımcı ve ırkçı muamelelerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Ama bu zihniyeti daha yakından tanımanız için üniversitenin Öğrenci Konseyi başkanının ödevi verdiğim günün sabahında instagram hesabından aleyhimde yayınladığı bildiriyi buraya almadan da geçemeyeceğim. İşte o bildiri: “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinde verilen ödevle ve art niyetli olduğunu düşündüğümüz hocasıyla ilgili gerekli müdahaleyi yaptık. Daha öncelerde derslerinde verdiği ödevlerde toplumu bölücü bir tutum sergileyen ders hocasına karşı gereken yapılacak ve olayın takipçisi olacağız. Bilinmesini isteriz ki, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde bütün bölücü unsurlarla gerekli mücadele, hukuk çerçevesinde, sonuna kadar yapılacaktır. A.H.U.”

Üniversite yönetimi de maalesef bu doğrultuda adımlar attı. Hakeza 450 bin üyeli ve bunların da en az yarısı Kürt olan İstanbul Ticaret Odası’nın da bu ırkçı muamelelerin bir parçası olmayı tercih ettiğini burada belirtmemiz gerekir.

Bu vesile ile kamuoyu da bilsin ki, bizim Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü konusundaki hassasiyetimiz Atatürk’ünkinden bile kat be kat fazladır. Dolayısıyla bizim resmi yalanlara teslim olmayışımızı kimsenin bölücülük olarak göstermesine de rıza göstermeyiz! Ve bilinmeli ki, kimden gelirse gelsin hiçbir hak gaspına ve hiçbir ötekileştirici, ayrımcı ve ırkçı muameleye teslim olmadık, olmayacağız!

Böyle bir ödevi vermekteki kastımız, öğrenciler arasındaki ön yargıları bir nebze de olsa ortadan kaldırmak ve dayanışmayı pekiştirmekti. Hatta benzer bir ödevi de öğrencilerimiz diğer ülkelerden gelen öğrencilerle tanışıp kaynaşsınlar diye vermiştik. O ödev de şöyle idi: “Sevgili öğrenciler, “savaş öldürür ve barış yaşatır”, “Yurtta barış dünyada barış” ve “Seni seviyorum” cümlelerini istediğiniz bir dile çeviriniz. Ve ayrıca “Yurtta barış dünyada barış” sözünden anladıklarınızı yazınız.” Aklıselim ile düşünen herkes buradaki kastımın öğrenciler arasında bir tanışmayı ve kaynaşmayı amaçladığımızı anlar.

Bu vesile ile üniversitelerimizi isimleriyle müsemma olmaya davet ediyoruz. Darbecilerin bir bildirisi gibi duran ve birçok yalan, eksiklik ve çarpıtma ile malul olan bir müsveddeyi ilkokuldan üniversiteye kadar tarih dersi diye okutmanın üniversiteler adına, şimdiye kadarki hükümetler adına, siyasi partiler adına, bilim adına ve kısaca insanlık adına bir utanç olduğunu ve toplumun bu utancı hak etmediğini düşünüyoruz!

Üniversite deyip geçemeyiz. Çünkü üniversite alelade bir öğretim kurumu ve hele hele bir Mankurtlaştırma Merkezi hiç değildir. Dolayısıyla hakaret ve şiddet içermediği sürece üniversitelerde her bilgi sorgulanabilmeli ve tartışılabilmeli değil mi? Neden insanlar ehliyet ve liyakatleriyle değil de daha çok dini, ideolojik ve etnik aidiyetleri üzerinden değerlendirilsin ve birçoğuna çeşitli mağduriyetler yaşatılsın? Mesela neden bir Kürt’ün özgeçmişinde bildiği Almanca, Arapça, Farsça ve İngilizcenin yanına kendi anadili Kürtçeyi de yazması onun Kürtçülüğünün ve Bölücülüğünün bir kanıtı olarak görülsün?

Ezcümle… Bizi insanlığımızdan eden ve yüzlerce yıllık kardeşliğimizde bir fetret dönemi oluşturan inkârcı politikaları ve bu bağlamda ırkçı ve ötekileştirici uygulamaları tarihin çöplüğüne atmalı ve tarihimizle yüzleşmeliyiz! Bugüne kadar böyle geldi, ama 2023’e de bu utançla girmemeliyiz! Akif’in deyimiyle atalarımızın kendilerini feda etmek pahasına bize emanet ettikleri “bu cennet vatan” üzerinde hep birlikte haklarımızla yaşayabilmeli; milliyetlerimizi, dillerimizi, dinlerimizi, görüşlerimizi ve diğer değerlerimizi yekdiğerine düşmanlığın değil, karşılıklı saygının bir aracı olarak görme erdeminde olmalıyız. Bunu başardığımız oranda ülke olarak barış, güven ve refah içinde yaşayabiliriz. Kürtleri Türk kardeşleriyle, Türkiye’nin sınırlarıyla ve bayrakla sorunlu görmek Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür.