Bu işin Sırrı

Yıldıray Oğur, Sıırrı Süreyya Öneder’in, 2013’teki çözüm sürecinde üstlenmiş olduğu rolüne dair “Bu işin sırırı” başlıklı yazıyı, dönemin havasından dolayı yazamadığını, bu ismi bu yazı vesilesiyle kullandığını belirtiyor.

Bu işin Sırrı

İsmail Aydemir adını artık kimse hatırlamıyordur.

Halbuki Türkiye, 2024 yılına onu konuşarak girmişti.

1 Ocak 2024 sabahı Galata Köprüsü’nde ilki yapılan Gazze Katliamı protestosuna katılanlardan biriydi.

Miting bittikten sonra elinde yeşil kelime-i tevhid bayrağı ile temizlik görevlisi olarak çalıştığı siteye dönmek için Şişhane’den yukarı doğru çıkarken karşısına, bir İTÜ öğrencisi çıkmış “Sen Türk değil misin burası Türkiye. Sen Arap seviciliği mi yapıyorsun” diye suratına bir yumruk vurmuştu.

Haberlerde ondan “Hilafet bayrağı açan adam”, “hilafet bayrağı açan kişi”, “tevhid bayrağı açan şahıs” diye bahsedilirken, gözaltına alınan İTÜ öğrencisinden ise “Hilafet isteyen adama tepki gösteren genç” diye bahsedilmiş, saldırgan “yeni Kubilay” ilan edilmiş, CHP Gençlik Kolları posterini bile yapmış, Özgür Özel destek için ailesini aramıştı.

Bu saldırganlığa övgü ve zavallı bir adama mağduriyet hakkı bile verilmemesi ağrıma gidip, bir yazı yazmıştım.

Ertesi gün Sırrı Süreyya Önder aradı.

Telefonda adını görünce hemen boş bir odaya gittim ve koltuğa oturdum.

Çünkü Sırrı Abi’yle konuşmak her zaman çok eğlenceli, en az yarım saat demekti.

“Yıldıray baba, bizim İsmail’i yazmışsın” deyip bir kahkaha atarak başladı.

Meğer elindeki yeşil bayrak yüzünden sokak ortasında yumruk yiyen İsmail Aydemir, Sırrı Abi’nin oturduğu sitenin görevlisiymiş.

“Bizim İsmail mi hilafeti getirecekmiş” diyerek hikayenin devamını anlattı:

“İsmail bizim apartmanın mazlum temizlik görevlisi. Bahşiş bile veremezsiniz. O kadar gururlu bir adamdır. Sonradan bir tarikata da müntesip olmuş. En büyük derdi Cuma namazları için apartmandan izin alamamaktır.

O gün İsmail’i hilafetçi diye televizyonda gören çoğu emekli, laik, CHP’li apartman sakini toplanmış, İsmail’i işten çıkarmaya karar vermişler.

Siteye gittiğimde baktım bir kalabalık toplanmış, ne oluyor diye sordum, konuyu anlattılar. Aman ne yapıyorsunuz, yapmayın. Yazıktır, bizim İsmail mi hilafeti getirecek dedim, baktım olmuyor, ‘Şimdi her yerde haber oldu bu, duyulur, üzerinize gelirler’ diye korkuttum.

Sonra Vali, İçişleri Bakanı site yöneticisini arayınca onlar da çekindiler, iki ay izne gönderdiler.”

Harika bir hikayeydi. Laik elitlerin oturduğu bir eski İstanbul apartmanı “şeriatçı” mazlum apartman görevlisine karşı ve araya giren bir DEM Parti milletvekili.

Bu hikayenin Sırrı Süreyya versiyonunun ne kadar daha harika olduğunu siz düşünün.

Henüz çözüm sürecinin Ç’sinden bile konuşmanın PKK’lı, Kürtçü, Yetmez ama Evetçi ilan edilmeye yettiği zamanlardı.

Sırrı Süreyya Önder ise henüz herkesin sağlığı için duacı olmadığı bir siyasetçiydi.

Bugün Şişli’de yattığı Florence Nightingale hastanesi dolup taşarken, 2018’de hemen hastanenin karşısındaki İstanbul Adalet Sarayı’nda 2013’de Çözüm Süreci sırasında İstanbul’daki Newroz’da yaptığı ve ertesi gün Sabah gazetesinde bile “Barış yemini” diye manşet olan konuşmasındaki “Size sayın Öcalan’ın selamını getirdim” cümlesi yüzünden yargılanırken çok yalnızdı.

Üstelik Öcalan’ın selamını almaya onu o gün götüren de devletin kendisiydi.

Hastalığı da hapishanede ilerlemişti.

O gün belki iktidar cephesinde kalpleri yumuşatır, bir diyalog imkanı olur diye düşünerek, biraz da iyi bir okuru olarak bunu onun kaleminden okumak için “mutlaka sen yazmalısın Sırrı Abi” dedim.

Emin olamadı. “Adresim belli olur, apartmandakilerle aram bozulur” diye düşündü.

Halbuki tam da Sırrı Süreyya Önder, oturduğu apartmanda komşularından çok apartman görevlisine yakın hisseden, arada kalan, arayı bulan adam oldu hep.

Bu arada kalma hali onu organik bir müzakereciye dönüştürdü.

TİP’li bir baba ile Nurcu bir anne ve dayı arasında Kürtlerin ve Alevilerin arasında büyümüş Adıyamanlı bir Sünni Türk.

Çümbüş çalmaktan, verem savaş dispanserinde çalışmaya, kamyon şoförlüğünden Siyasal öğrenciliğine, film yönetmenliğine, TBMM Başkanvekilliğine kadar her şeyi görmüş.

İlk gençliğinin 7 senesi hapiste geçmiş. Her türlü insan tanımış.

CHP’li bir dedenin yanında büyümüş, Sinan Çetin’le de Tuncay Özkan’la da çalışmış.

Meksika Sınırı’nda İslamcıların gözdesi de olmuş, Gezi Parkı’nda dozerin önünde atlayarak solcuların kahramanı da.

Biz 2007’de e-muhtıraya karşı İstanbul’da Darphane-i Amire’de yaptığımız Demokrasi Sınıfı’nda tanışmıştık. Beynelmilel’i özel bir gösterimle bize izletmişti.

İlk gördüğünde deri ceketli, pala bıyıklı adamın filmin yönetmeni olduğuna inanamayanlar, bir saat sonra hoş sohbetine henüz sanal alemdeki emojinin olmadığı günlerde kalbini bırakmıştı.

O yüzden sonra sert bir solcu polemikçi gibi yazdığı yazılar, siyasette aldığı pozisyonlar için bile kimse ona gönül koyamadı.

( “Erken Cumhuriyet’i eleştiren cümleleri yüzünden, “o Cumhuriyet sayesinde tedavi oluyorsun” diye hastanede hayatı için mücadele veren adamla polemik yapanlar hariç. Tıbbiye’nin Atatürk hatta Zübeyde Hanım bile doğmadan kurulduğunu, Cumhuriyet öncesini Cilali Taş Devri zannedenlere anlatmak zor. Hastanede tedavi gördüğümüz için bile rejime şükretmemiz gerektiğini düşünen nefretle beslenen siyasi ahmaklığa cevap vermek bile insanın kalbini yoruyor sadece)

Türkiye’deki bütün dilleri konuşabilen ama en önemlisi anadili olan insanlık dilinde ustalaşmış Sırrı Abi, sanki bütün bu hayat tecrübelerini son yaptığı arabuluculuk için biriktirmiş gibi.

Sanki 2025 yılında bu büyük hayrı işlemek, binlerce insanın hayatını kurtarmak için Adıyaman’da TİP’li ve Nurcu bile aileye doğmuş, Kürtleri tanımış, Siyasal’a gidip solcu olmuş, hapse girmiş, cümbüş çalmış, kamyon sürmüş, Beynelmilel’i çekip ünlü olmuş, Meksika Sınırı’na çıkıp dindarların Gezi Parkı’nda dozerin önüne çıkıp muhaliflerin gönlünü kazanmış ve nihayet milletvekili seçilip İmralı heyetinde yerini almış.

Aynı anda Öcalan’ın, Kandil’in, Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, muhalefetin güvenini sağlamış olmak, DEM Partili ya da AK Partili başka biri anlatsa ihanet, suç, terörle işbirliği, devletle işbirliği gibi gelecek işleri televizyona çıkıp halka anlatabilmek, en sert topları, en radikal çıkışları göğsünde yumuşatmak büyük bir yetenek.

Üstelik Kürt milliyetçileri MİT ajanı, Türk milliyetçileri PKK’lı, muhalifler “iktidar işbirlikçisi”, iktidar taraftarları “geçmişte böyle demişti” diye zorbalarken bunu yapıyor.

Bu alamet-i farikasına dikkat çekmek için çözüm süreci ilerlerken “Bu işin Sırrı” başlıklı bir yazı yazmaya niyetlenmiş ama sonra spotları üzerine çekmenin Sırrı Abi’ye zarar vereceğini, nazara geleceğini düşünerek vazgeçmiştim.

Bugün hastanedeyken o klişe tabiri yani “yerinin doldurulmasının ne kadar zor olduğunu” ne kadar hak ettiğini herkes görmüş oldu.

İşin Sırrı’na herkes vardı.

İnşallah bir an önce iyileşecek, bunu yapmak için doğduğu hayırlı işinin başına geçecek, doldurulmayacak boşluğunu dolduracak.

İnşallah bundan sonra bir daha yolu ne o hastaneye ne de hemen karşısındaki adliyeye düşmeyecek.

Sadece hastaneye düştüklerinde değil, adliyeye düştüklerinde de insanların yalnız bırakmamak gerektiğini de inşallah herkes anlamıştır.

Bir an önce çıksın İsmail Aydemir’i bir de o yazsın, kalbinin solunun çalışıp, sağının az çalışması üzerinden politik şakalar yapsın, kızına, torununa kavuşsun.

Amin.

 

Kaynak: karar.com