BU HİKÂYELERDE ANADOLU'NUN SESİ VAR

Edebiyatçı yazar Mustafa Uçurum, Yunus Emre Vural’ın, Çıra Edebiyat kategorisinde yayınlanan “Gelevera Deresi” adlı eserini değerlendirdi

BU HİKÂYELERDE ANADOLU

Kendi toprağının sesi olmak, yerlilik denen kavramı daha anlamlı hale getiriyor. Özlü bir tanımlama için de bu ses, söz sahibi için bir kimlik görevini üstleniyor. Anlamak, anlatmak ve tüm bunları yaşayarak yapmak, sözün samimiyetini de pekiştirmiş oluyor.

Tanzimat sonrası edebiyatımızda Anadolu’yu görmeden evlerinin teras katında izledikleri İstanbul siluetiyle Anadolu hikâyeleri yazanlarla Ömer Seyfettin, Refik Halid, Reşat Nuri gibi isimler elbette aynı kefeye konamaz. Memleket toprağının kokusunu içlerine çeken bu isimlerin anlatımındaki içtenlik, yazdıkları hikâyeleri yaşamalarından da gelmekteydi.

Yunus Emre Vural görevi gereği Anadolu’nun birçok yerinde bulunmuş bir isim. Bu mümbit coğrafyayı yaşayan ve hisseden bir yazar olduğunu ilk kitabı Gelevera Deresi’nden anlamak mümkün. Çıra Edebiyat’tan çıkan kitapta on üç hikâye var. Hepsinin de mekânı Anadolu’nun bir köşesi.

Anlatımdaki akıcılık ve samimiyet kitabı bir solukta okutturuyor. Hikâyeler bitip de kitabın kapağını kapattığınızda içinizde yaylalar, göğe yükselen ormanlar, dereler, tozlu köy yolları, kasabaların samimiyeti ve daha birçok güzellik arz-ı endam ediyor. Uzun bir süre bu etkinin sizi kuşatacağı muhakkak. Çünkü anlatılan hepimizin hikâyesi.

Yunus Emre Vural, hakim bir bakış ile kaleme almış hikâyelerini. Olup biteni izliyor, müdahale etmiyor, olayları akışına bırakıyor. Zaten her şey o kadar doğal ki içinizin bir bahar yeline teslim olması an meselesi.

Hikâyeleri özel kılan bir nokta da Vural’ın özeleştiri yaparak kendi mesleğine dair göndermeler yapması. Birçok hikâyede karşımıza çıkan bir kaymakam var. Bazen olayların tam içinde olan (Mevlid), bazen konunun bir yerinde yer alan (Çeltik, Duvar Halısı…) kaymakam; Vural’ın bakış açısı ile yer alıyor hikâyelerde.

Çeltik hikâyesinde geçen şu bölüm Vural’ın samimiyetini, hassasiyetini işaret ediyor bizlere.

“İlk kez muhtar seçildiğinde soluğu kaymakamın yanında almış, köyün eksiklerini bir çırpıda anlatıvermişti… Ancak günler bir bir geçerken köyde hareketlilik gözlenmiyordu. Ne kepçe geliyor ne sulama borusu. O vakit anladı ki bu işte bir terslik vardı. Zamanla kimin yanında duracağını da öğrenmişti… Kaymakamla birlikte oturup hangi köye ne hizmet götürüleceğine karar veriyorlardı. Yani doğru adamları yedirip içiriyordu.” (s.10)

Olağanüstülükler yok Vural’ın hikâyelerinde. Yeni her şey olması gerektiği gibi. Akış, hayatla eş değer ve aynı sıcaklıkta. Yakalanan ritme kendinizi kaptırıyorsunuz. Duvar Halısı isimli hikâyede olay örgüsü günlük hayatın bir sahnesi gibi görünse de Vural’ın anlatımındaki içtenlik ve cümle aralarına serpiştirilen merak unsuru son cümleye kadar hissiyatı canlı tutuyor.

Kitaba ismini veren Gelevera Deresi, bir hikâyede karşımıza çıkıyor. Tomruk hikâyesinde gelişen olaylar, mistik hava, kurgu bizi alıp derenin kenarına bırakıyor.

Sevinç, hüzün, korku, nükte birçok hikâyede art arda veriliyor. Aynı duyguların yerine insanı kuşatan tüm haller ete kemiğe bürünüyor, bir hikâyenin kahramanı olarak hayat buluyor kendisine. Yasin hikâyesi, böylesine yaşanan duyguların akışında genç bir yüreğin terennümünü sunuyor bizlere. Umut, kırılmalar, yılgınlık, yüzde hafif bir tebessüm…

Yer Titreği hikâyesi de aynı duygu seline kaptırıyor bizi. Hayatın olağan akışı devam ederken yaşanan depremle ortaya çıkan sahne güler misin ağlar mısın dedirtecek cinsten uç noktalarda geziyor.

“Kahveci Ramazan’ın camiyle zaten hiç işi olmamıştı. Onun hâli daha da dramatikti. ‘Laaa ilaaahe illallah… ve eşhedü enne Muhammeden….” Kelime-i şehadetle kelime-i tevhid birbirine karışmış, boynundaki havlu kırk yıldan beri belki de ilk kez yere düşmüştü. Kalabalık o kadar doğal bir şekilde kendini dışarı atmıştı ki ağzında sigarası elinde pişpirik kâğıtlarıyla birbirine dert yananlar bile vardı; ula kirve elim de çok güzeldi haa!” (s.89)

Yunus Emre Vural’ın Gelevera Deresi, bir ilk kitap için oldukça başarılı bir çalışma. Hikâye unsurlarını göz ardı etmeden ve kurguyu doğallıkla harmanlayan bu üslup bize yeni hikâyelerin de kapısını aralıyor. Anadolu, tüm samimiyeti ve bereketi ile yeni hikâyeleri yaşamaya devam ediyor. Bu sese kulak vermek de bir hikâyedir aslında.

Yunus Emre Vural, Gelevera Deresi, Çıra Edebiyat, 2022

 

Kaynak: mustafaucurum.blogspot.com