Hatırlayacaksınız eskiden...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde, seçim yarışına iktidar partisi olarak katılacağı bütün yerel ve genel seçimlerde siyasi rakiplerine bir centilmenlik çağrısında bulunurdu.
?Bütün adayları centilmence, dostça, demokratik, olgunluk içinde bir seçim yarışına davet ediyorum. Bizim parti olarak parolamız barış içinde bir yarıştır.? (30 Kasım 2008, Kızılcahamam)
Çünkü, AK Parti´nin ?Türkiye´yi demokrasi liginde bir üst sınıfa yükseltmek? gibi bir iddiası vardı.
Çünkü, demokrasinin olmazsa olmazı olarak sivil siyaseti ve siyasi partileri gördüğünü ve siyasetin üstün bir değer olduğunu sadece parti programına koymakla kalmayan bir AK Parti vardı.
Her platformda, siyasi partiler tasfiye edilecekse buna kararı halkın vermesi gerektiğini söyleyen, AK Parti olarak toplumun siyaset kurumlarına olan güveni sarsacak antidemokratik çabaları bertaraf etmek için gerekli atacağını söyleyen ve atan bir AK Parti vardı.
Yine hatırlayacaksınız...
2004 yerel seçimlerinde...2007 genel seçimlerinde... 2009 yerel seçimlerinde... 2011 genel seçimlerinde... 2014 yerel seçimlerinde... Her bir seçim sürecinde...
Özetle şu minvalde açıklamalar yaparlardı.
?AK Parti olarak bundan önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçim sürecini de başından sonuna kadar demokratik teamüllere uygun olarak hoşgörü, karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesinde götürmeye kararlıyız.?
Yine, AK Parti´nin seçim koordinasyon merkezlerine saldırı yapıldığında, AK Partili siyasetçilerin saldırıya uğradığında...
Önce AK Parti lideri olarak Erdoğan sonrasında bütün AK Partili yetkililer çıkardı ve bu tür saldırıların ?demokrasiye ve milletin iradesine yapılmış bir saldırı? olduğunu üstüne basa basa söylerlerdi.
Ki öyleydi. AK Partili belediyelerin olduğu şehirlerde, belediye kurumlarının, AK Partili belediyeleri töhmet altında bırakacak şekilde, muhalefet partilerinin mitinglerine ve siyasetçilerine yönelik ayıplı davranışlar pek vaki değildi.
Peki, AK Parti hangi seçimi kaybetti?
Bunları neden yazdım, değil mi?
Bir bakıyorsunuz, Ankara´nın göbeğinde Saadet Partisi´nin seçim koordinasyon merkezine ?hainler´ diyerek saldırılıyor, Saadet Partililer hastanelik edilinceye kadar dövülüyor.
Bir bakıyorsunuz İYİ Parti´nin toplantı, miting yapacağı alanlara izin verilmediği haberleri çıkıyor, ya da İYİ Parti önlerine konulan kırk engeli aşıp izin aldıklarında bu kez elektriklerin kesildiği haberleri yer alıyor.
Bir bakıyorsunuz, AK Partili belediyenin zabıta ekipleri Saadet Partisi´nin çadırını söktüğü haberleri çıkıyor, başka bir yerde gençlerin Saadet Partisi´nin afişlerini, bayraklarını ?bölücüler, vatan hainleri´ diyerek söktüğü haberleri çıkıyor.
Son hadiseyi biliyorsunuzdur.
İYİ Parti, Gaziantep´te düzenledikleri miting alanına giden yolların çöp kamyonlarıyla kapatıldığını, dahası miting alanına toplanan vatandaşların bomba var ihbarıyla tedirgin edildiğini, mitinge katılmak için gelen Cumhurbaşkanı adayları Meral Akşener´in önünün çöp kamyonlarıyla kesildiğini, Akşener´in makam aracından inerek çöp kamyonundaki şoföre tepki göstermek durumunda kaldığını açıkladı.
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin ise bunun rutin bir uygulama olduğunu aynı tedbirin Cumhurbaşkanı Erdoğan için de Başbakan Binali Yıldırım için de uyguladıklarını açıkladı ve Akşener´den bir özür beklediğini söyledi.
Gaziantep Emniyeti de benzer bir açıklama yaptı.
El hak doğruluk payı olabilir.
Belediye, valilik tedbir amaçlı ellerindeki araçlar yeterli gelmediğinde çöp kamyonlarından da istifade etmiş olabilirler.
Ve fakat, şu mümkün mü?
Çöp kamyonları, Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın, Başbakan Binali Yıldırım´ın ya da AK Partili bakanların önünde duracak. Onlar makam aracında bekleyecek, belediye araçlarındaki şoförler de gayet lakayt bir şekilde araçların kontağına dokunmadan, ?görevimiz bu´ deyip duracaklar!
Sahiden soruyorum bu mümkün mü?
Soru AK Partinin mitinglerinde tedbir amaçlı çöp aracı kullanıp kullanmadığınız değil... Soru o çöp araçları Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu dışında başka bir liderin önünde lakayt bir şekilde durabilir mi duramaz mı?
Bu saygısızlık, lakaytlık ?milli iradeye´ karşı bir lakaytlık, nezaketsizlik, saygısızlık sayılır mı sayılmaz mı?
21Mayıs tarihli bir mektubunda şöyle diyor Nazlı Hanım:
- 28 Şubat´ta ki mücadelemiz bir lütuf değil, bir hak mücadelesiydi. Laikliği laikçiliğe dönüştüren, askeri vesayeti başkalarının özgürlüklerini yok etmek maksadıyla sopa gibi kullananlara karşı verilmişti.
- Ben, o tarihte bedel ödedim. Hem çalıştığım Akşam gazetesinden hem de daha sonra TBMM´den atıldım. Siyasi yasaklı oldum.
- Birilerinin bugün yanlış yapması, o dönemde benim ve benim gibi düşünenlerin hata yaptığını göstermez.
- Bugün, maalesef cezaevlerinde çok sayıda mağdur var. Bütün dileğim, adil bir yargılama sonucunda suçlu ile suçsuzun ayırt edilmesi ve bu mağduriyetlerin sona ermesidir.
- Sayın Cumhurbaşkanı da adalete dair doğru tespitlerde bulunuyor. Hatta ?Eğer insanlar ellerini semaya açıp Allah´tan adalet diler hale geldiyse, burada yanlışlıklar vardır? dedi. Cumhurbaşkanı adalet olmayan yerde zulmün olduğunu söyledi.
- Mağduriyetlerin giderilmesi hem Türkiye´ye kazandırır hem de AK Parti´ye. Sonuçta FETÖ´nün baş elamanları zaten yurt dışındalar. Cezaevlerinde tutuklu olanların çoğunluğu FETÖ´nün kanmış olan masum insanlardan oluşuyor.
- Mehmet Altan, Şahin Alpay ile aynı tarihte başvurum olmasına rağmen, AYM dosyalarımızı ele almıyor. Benim gibi hayatı boyunca darbelere karşı çıkmış, cemaat denilen bu yapıların hiçbiriyle ilişkisi olmamış, seküler hayat tarzını benimsemiş biri, ?cemaat diktatörlüğü kurma amacıyla, darbenin asli faili? ilan edilebiliyor.
- Adil bir şekilde yargılandığımda suçsuzluğum ortaya çıkacaktır. 2 yıldır, dosyamda sıfır delille, cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni yıkmaya teşebbüsten tutuklu tutuluyorum.
Nazlı Ilıcak özetle mektubunda bunları söylüyor.
Ben ne mi söylüyorum.
Nazlı Ilıcak AK Parti´ye olan kırgınlığından, kızgınlığından, dışlanmış hissiyle artık ne derseniz deyin. Siyaseten yanlış bir yerde durmuş olabilir. Günahı olabilir.
Ve fakat Nazlı Ilıcak´a darbeci demek ayıp olur.
Durduğu yanlış yerin cezası 2 yıl boyunca cezaevinde tutuklu bulunmasını gerektirmez.
Yargılansın. Varsa suçu mahkeme suçlu mu suçsuz mu karar versin, gerçekleri ortaya çıksın. Fakat 2 yıl boyunca bir gazeteciyi cezaevinde tutmak doğru değil. Türkiye açısından da, hukuk devleti ilkeleri açısından da doğru değil.