Brezilya’da bir önceki hafta sonu yapılan ikinci tur seçimlerde muhalefetin üzerinde ittifak ettiği aday olan Lula’nın mevcut devlet başkanı Bolsonaro karşısında zaferle çıkması Türkiye’de siyasi çevrelerin ama özellikle muhalefet partilerinin dikkatini bu yöne çevirmesini sağladı.
Zira son kertede muhalefet açısından hayal kırıklığı barındıran Macaristan örneğinden sonra Brezilya’daki seçimler “Acaba olabilir mi?” sorusunu bir kez daha gündeme getirdi.
Hâlbuki Macaristan seçimleri için de söylediğimiz gibi herhangi bir ülkede yapılan seçim tecrübesinin başka bir ülke ile ilgili çıkarımlar yapmak için çoğu zaman doğru neticeler vermeyeceğini bilmek gerekiyor.
Asıl olan gerek Macaristan’da gerekse Brezilya’da seçim kampanyaları sırasında elde edilen tecrübelerden, hoşunuza gitse de gitmese de, dersler çıkarmaktır.
Gelelim Brezilya seçimlerine...
Her şeyden evvel seçimlerin ikinci tura kalması, beklenmeyen bir gelişme olarak kayıtlara geçti. Bolsonaro’nun ekonomide, iç ve dış politikada sergilediği kötü yönetim nedeniyle seçimde %40’ı dahi görmesi beklenmiyordu, ki anketler de %35 bandında seyrediyordu. Ama Bolsonaro %43 oranında oy almayı başardı.
İkinci tura kalan seçimlerde %50,9 ile Lula’nın kazanması beklenen ama kolayca da gerçekleşmeyen bir sonuç oldu.
Ama bu sonuç Türkiye’de sıklıkla söylenilen “seçimler ikinci tura kalmamalı” yaklaşımını kısmen boşa çıkarmış oldu.
Çoklu aday stratejisiyle seçimlerin ikinci tura bırakılması esasında başlı başına ciddi bir hamle olarak görülebilir.
Seçmenlerin birinci turda “ehven-i şer” düşüncesiyle karşı karşıya bırakılması en çok kimin işine yarıyor sorusu açıkça sorulması gereken bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
Nitekim birinci turda kazanamayan mevcut iktidar ya da başkanın çizilen karizması muhalefetin ikinci tur seçimlerine çok daha fazla motive olmasına imkân sunabilir. Lula örneği bunu gösterdi.
Brezilya seçimlerinin bir diğer önemli çıkarımı, tüm olumsuzluklara rağmen Bolsonaro’nun beklenenden çok daha fazla oy almasının nedenleri üzerine yoğunlaşılmasının bir gereklilik olduğunun ortaya çıkmasıdır. Zira Bolsonaro, tıpkı Trump gibi, toplamda oylarını artırdığı halde seçimleri kaybetmiştir.
Bu noktada iktidarın “devlet” gücüne sahip oluşunun ne kadar önemli olduğu hususunu hatırlatmak gerekmektedir.
Fütursuzca dağıtılan sosyal yardımların Macaristan’dan sonra Brezilya’da da karşımıza çıkması, kamu imkânlarının parti hizmetine verilmesi belirli düzeyde seçmen kitlesi üzerinde etkide bulunabilmektedir.
Son olarak, ki kanaatimce en önemli çıkarım olarak, belirtilmesi gereken husus başkan adayının niteliğidir.
Brezilya seçimleri, hikâyesi olan bir başkan adayının muhalefeti birleştirme ve seçmene güven verme bakımından ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
Macaristan seçimlerinde vasat nitelikte bir adayın (Peter Marki-Zay) Orban’ın karşısına çıkarılması muhtemelen Orban’ın en büyük şansı olmuştu.
Brezilya’da ise zaten geçmişte başkanlık tecrübesi bulunan ve “mağdur” edilerek siyasetin dışına itilen bir siyasetçinin aday gösterilmesi mevcut iktidarın elini ciddi ölçüde zora soktu.
Şayet Bolsonaro’nun devlet imkânlarını kullanmadığı bir ortam bulunsaydı, Lula’nın beklenildiği gibi ciddi bir farkla kazanması mümkün olabilirdi.
Dolayısıyla Brezilya seçimleri, seçmenlerin mevcut statükoyu korumak ile değiştirmek arasında gidip geldiği ince çizgiyi bir kez daha göstermiştir.
Bu çizginin ekonomik etmenler olduğunu düşünenler, Brezilya’da seçim sonucunu ekonomi belirledi diyenler, Lula’nın yerine vasat bir aday çıksaydı kazanabilir miydi sorusunu sormayı ihmal etmemelidirler.