İktidar partisini büyük bir kurtarıcı olarak görüp hatalarına karşı körleşen kardeşlerinizle sohbet ettiğinizde önce başörtüsü meselesine değinecek, 28 Şubat döneminde yaşanan şiddet ve baskılardan bahsedecekler ve sizi nankörlükle suçlayacaklardır. Siz bu kardeşlerinize mesela fabrikalar satılıyor, tarım ve hayvancılık bitiyor, insanlar yoksullukla mücadele ediyor, ahlaki yozlaşma gittikçe artıyor deyip yapıcı bir tenkitte bulunmuş olsanız, hemen tepki gösterecek ve sizi işi bilmemekle suçlayıp, “Bak bu şekilde düşünürseniz CHP gelir ha” diyeceklerdir. Peki, hep bu korku ile mi yaşayacağız? Sahi ne zaman kurtulacağız bu korkudan? Sakın ha CHP gelir diyenler kendilerinin de CHP’leşmeye doğru gittiklerinin farkına ne zaman varacaklar ya da? Bu sorular zihninizden hep geçer fakat fanatikleşen, taraftar haline gelen kişilere gittikleri yolun doğru olmadığını anlatamazsınız, ne kadar çaba gösterseniz de onlar bildiklerini okumaya devam ederler. Zira taraftarlık adaletin kalesine atılmış bir dinamittir.
İslam’ın öngördüğü temel değerlerden uzaklaşan kardeşlerinize ne zaman hakkı hatırlatmaya çalışsanız size başörtülü hanımların elde ettiği özgürlükten, dindar muhafazakâr insanların ibadet hürriyetinden bahsedecek ve kendilerinden kaçmaya çalışacaklardır. Peki, ama hedef sadece bağlamından koparılmış bir başörtüsü müydü, özünden uzaklaştırılmış bir din anlayışı mıydı? Ne istedik ne olduk? Bütün bu sorular zihnimin labirentlerinde dolaşıp dururken Mücahit Gültekin kardeşimizin şu ifadeleri ile karşılaştım: “Şunu bir yere kazımamız gerekiyor: 28 Şubat'ın tek bir gerekçesi vardı, ABD'nin öncülüğünde kurulan dünyaya karşı Hoca'nın ‘yeni bir dünya’ kurmak istemesi. BM'ye karşı, NATO'ya karşı, IMF'ye karşı, uluslararası müptezel medyaya karşı, kendi uluslararası kurumlarını kurmak istemesi. Mevzunun aslı İHL'ler değildi, mevzunun aslı başörtüsü değildi, tarikatlar filan değildi. ABD bunların hepsine rıza gösterebilirdi, yeter ki Türkiye ‘başka bir dünya’ demesin. Kaldı ki Suud ‘şeriatla’ yönetilmiyor muydu? Onunla bir sorunu var mıydı ABD'nin? Gül gibi geçinip gitmiyorlar mıydı?”
Düşündüm… Acaba kendilerini dindar muhafazakâr kabul eden kaç kişi bu ifadelerin muhtevasını kavrayabilecek alt yapıya ve istikrara sahip? Kaç kişi aslında sorunun başımızda taşıdığımız örtü olmadığını, o örtünün yaslandığı iman, adalet ruhu, cihat bilinci ve gerçek hürriyet olduğunu kavrayabilecek? Siyonist Haçlı organizasyonu şuursuzca yaptığımız ibadetlere, iktibas ettiğimiz kişilere, kalplerimizde yer edinemeyen zikirlere karşı değiller kuşkusuz fakat onlar Allah’ın huzurunda durduğumuz namazın aynı zamanda haksızlığa, zulme, şirk ve gaflete karşı bir kıyam olduğunun bilincinde varmamıza karşılar… Peki, bunu Müslüman olduğunu iddia eden kaç kişiye anlatabilirsiniz? Kaç kişi inandım demenin ciddi bir iddia olduğunun farkına varabilmiştir acaba?
Siyonist-Haçlı ittifakı bizim şuursuzca taşıdığımız, hatta modaya alet ettiğimiz başörtümüzden, şuursuzca kıldığımız namazlarımızdan, şirk, faiz, zulüm ve israfa batmış hayatlarımızdan rahatsızlık duymazlar aksine memnuniyet duyar hatta desteklerler. İslam’ın öngördüğü hayat tarzından uzaklaşan, şuursuz, basiretsiz ve sömürülmeye hazır hale gelmiş Müslüman prototipi tam da bu zümrelerin istediği bir prototiptir doğru değil mi? Fakat ne acıdır ki insanlarımız baştan aşağı zillete batmış, hile, israf, hak ihlali ve gaflet kokan hayatları ile Roma’yı keşfedeceklerini düşünüyorlar bu mümkün olabilir mi? Bilmiyorum seslensek duyarlar mı, sesimizi avazımız çıktığı kadar yükseltsek tarafımıza bakarlar mı? Be kardeşim sen tam da Siyonist küresel zorbaların işine yarayacak hasletlere sahip olmuş, onların istedikleri şekilde evirip çevirebilecekleri kıvama gelmişsin farkında değil misin? Hayatına bulaştırdığın bunca kirle, bunca kokuşmuşlukla istersen başına beş kat örtü tak, istersen gözüne kadar tesettüre bürün ya da başına en ala sarıkları dola, sakalından taviz verme, başını secdeden kaldırma Allah’ın bak dediği noktadan bakmıyorsan bunların tek başına bir anlamı olabilir mi? Seni kurtarabilir mi bunlar? İstersen salim kafayla bir düşün ne dersin! Ya da ne kaybedersin!