Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya´nın görevden alınması ile ilgili tartışmalar sürüyor. Daha da süreceğe benziyor. Çünkü Çetinkaya´nın görevden alınması, faizleri düşürmemesine bağlandı. Böyle olunca da ekonominin içinde bulunduğu durum dikkate alınarak değerlendirme yapıldığında emirle faizlerin düşürülemeyeceğini, düşürülse bile sağlıklı sonuç vermeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Şahsen Çetinkaya´nın görevden alınmasına yönelik bilimsel bir değerlendirme yapacak değilim. Bu konuda zaten yeterince yorum yapanlar var. Ben sadece bu hususta Merkez Bankası Başkanı´nın alınmasının hemen ardından Hazine´nin 12,3 milyar lira borçlanmasının birbiri ile bağlantısı üzerinde durmak istiyorum.
Yerli ve kürsel sermaye çevrelerinden borçlanma talebi arttıkça faiz oranlarının artırılması için bir takım baskılar gelmeye başlar. Bir ülke sürekli olarak harcamalarının önemli bir bölümünü aldığı borç paralarla karşılamak durumunda kalmışsa ister istemez faiz oranlarını tek başına belirleyemez. Çünkü sermaye sahipleri en yüksek faizi verenlere borç vermeyi tercih ederler. Bunun da şaşılacak bir yanı yoktur. Çünkü özellikle küresel sermaye sahiplerinin yaptığı iş, para ile hiçbir yatırım yapmadan para kazanmaktır. Böyle olunca da kazançlarını artırmak için ellerindeki imkânları harekete geçirmekte tereddüt etmezler/etmiyorlar.
Bu bakımdan ülkeyi yönetenler gerçekten faizlerin düşmesini istiyorlarsa -ki istedikleri hususunda bir tereddüdüm yok- öncelikli olarak hazineyi borç almaktan kurtarmaları gerekiyor. Aksi halde bir yandan tahvil ihalesinde bulunup iç ya da dış piyasadan borç topluyorsa o zaman Merkez Bankası´nın başında kimin bulunduğu çok önemli değildir. Çünkü emirle faizleri düşürmek, düşürülse bile belli bir seviyede tutmak mümkün olmuyor. Bunun için ülkenin borç almaya ihtiyaç duymaması gerekiyor. Bir ülkede üretimden fazla tüketim varsa, o ülkenin borçlanmadan kurtulması mümkün olmaz. Borçlanma devam ettiği sürece de faizleri aşağılara çekmek kolay olmaz.
Netice olarak diyebiliriz ki, mevcut ekonomik uygulamalar sürdüğü müddetçe ne paramızın değerini belli bir seviyede tutmak ne de faiz oranlarını aşağılara çekmek, hatta sıfırlamak mümkün olmaz. Bu gerçeği bilmek için ille de ABD ya da bir Avrupa ülkesinde ekonomi tahsili yapmaya gerek yok. Ülkelerin siyasi bağımsızlığı ekonomik zenginlikleri ile orantılıdır. Özellikle de giderek alınan borçlarının taksitlerinin ödenmesini bırakın faizlerinin ödenmesi bile imkânsız hale geldiğinde bağımsızlık sadece lafta kalır. Hatta paramızın değeri Trump gibi birinin bir açıklaması ile birlikte giderek düşmeye başlar. Paramızın değerinin düşmesi beraberinde içeride fiyatların ve enflasyonun yükselmesini gündeme getiriyor.
Aslında ülkemizin ana sorununun Merkez Bankası´nın başında kimin oturduğundan çok üretim artışını yeterince sağlayamamış olmamız geliyor. Bu bakımdan yapılması gereken ilk iş ekonomik uygulamalarda köklü değişikliğe gitmek, sağlanacak üretim atışı ile gelirlerimizin artırılması, borçlanma ihtiyacımızın düşmesi ve giderek mümkün olursa sıfır noktasına ulaştırmaktır. Bu olmadığı sürece sattığımızdan çok alıyor, ürettiğimizden fazlasını tüketmeye devam edeceksek sadece faizlerin yükselmesi değil aynı zamanda toplumun mutlu azınlığı dışında kalan kesiminin çok daha fazla fakirleşmesi kaçınılmazdır. Unutulmaması gerekir ki, küresel sermaye çevreleri oturdukları yerden para kazanmanın peşindedirler. Bunun ötesinde borç alanlar bir gün gelir emir almaya da başlayabilirler.