“Dilimizde borç yiğidin kamçısıdır” şeklinde bir deyim olsa da borçlunun alacaklı karşısında boynunun bükük olacağı da bir gerçek. Abdülhamit Han da, “Bugün borç alan, yarın emir alır” demiş. Yani, alınan borç ile güçlü olmak neredeyle imkânsız. Özellikle de gerek şahıs gerek devlet planında alınan borçların faizlerini ödeyebilmek için yeni borç aranıyorsa ipin ucu kaçtı demektir. Özellikle kapitalizmin hâkim olduğu bir dünyada devletler birbirlerinden dolaylı yoldan da olsa, bir istekleri söz konusu olduğunda, “Paran kadar ya da gücün kadar konuş” tavrı sergilemektedirler. Bunun da ötesinde küresel sermaye sahipleri isteklerinin yerine getirilmesini sağlamak için borçlulara rest çekmekte, ekonomik bir takım adımlarla istedikleri ülkeleri köşeye sıkıştırmaya çalışmakta, bu yolla istediklerini elde etmektedirler.
Bunları hatırlatırken insanlar ve devletler hiç borçlanmamalı diyor değilim. Borçlanmada ayağımızı yorganımıza göre uzatmak esas olduğu takdirde problem olmayabilir. Ancak, bir takım yatırımlar yapmak için başlatılan borçlanma yapılan yatırımın geliri ile karşılanamaz noktaya gelmiş ise o zaman o yapılan yatırımın fazlaca işe yaramamış, hatta ülke borcunun artmasından öte bir sonuç vermemiş demektir. Bu konuda kişisel borçlanma ile ülke borçlanmasının fazlaca bir farkı yoktur. Her gün artan iç ve dış borçlarla ekonominin çarkını döndürmeye çalışmak bir gün o çarkların döndürülmez hale geleceği ya da döndürülse bile alınan borçların şartlarının ağırlaşacağını, işlerin çıkmaza girebileceğini görmek gerekiyor.
Son günlerin ana gündem maddesi, bazılarını bankaların kapılarında kuyruğa sokan ucuz kredidir. Yani, toplumun kredi yani faiz ile borçlanmasıdır. Bu arada özellikle koronavirüs salgınının sebep olduğu ekonomik daralma ile insanımızın giderek ekonomik bunalıma sürüklenmesi sonucu ekonominin her alanında devlet işletmeleri kredi ile desteklemektedir. Yani, işletmelerin borçlanmasını devlet desteklemektedir. Salgının sebep olduğu krizi atlatmak için bu tür adımlar bir çare olarak görülüyor ve takdim ediliyor olabilir. Ancak, iş ve gelir kaybı artmasa bile devam edecek olduğu takdirde insanımızın alınan krediyi ödeme gücü zayıflayacaktır. Hatta şimdiden söz konusu zayıflama başlamış bulunuyor.
Yüksek faiz oranlarına alışmış, tüm hesaplarını ona göre yapmış olan kamu bankalarının ucuz konut ve taşıt kredisi dağıtabilmesi için Hazine’nin piyasadan 21 milyar 640 milyon lira borç alıp bankalara aktarmak zorunda kalması da bu kredilerden yararlanmayan insanımıza da bedel ödetecektir. Kaldı ki, artan işsizlik neticesinde bankalardan çeşitli adlar altında alınan kredilerin ödenemediği, batık kredilerin arttığını gösteriyor. Salgından esnafımızın etkilenmemesi ya da en az etkilenmesi için uygulamaya konulan bir takım destek paketleri de esnafın borcunu ödemeyebilmesine yetmemiştir. Bu arada borca batan çiftçiye de borcunu kredi alarak kapatması tavsiye ediliyor. Kısacası, hayatın her alanında ciddi bir nakit sıkıntısı vardır. Bu sıkıntıdan çıkış yolu olarak da bankalardan kredi almak öneriliyor. Bu arada devlet söz konusu kredilerin ihtiyaç sahiplerine ulaşımını sağlamak için Hazine yukarıda da belirttiğim gibi 21,4 milyar liralık bono çıkarmanın hazırlığını yapmaktadır. Netice itibariyle, “Tünelin ucu karanlık” diyerek felaket tellallığı yapmanın bir anlamı yok ama yakın geleceğin pek de aydınlık olmadığı görülüyor. Özellikle de ülkenin kalkınmasını, güçlü devletler arasında yer almasını iç ve dış borçlanma ile sağlanacağının düşünülmesi insanı ister istemez karamsarlığa itiyor.