Önce Hacire Akar isimli “anne” sahneye çıktı. Tüm gösterişten uzak tevazuu, bir o kadar da sevimli inatçılığıyla HDP Diyarbakır il binasının önüne gitti; “Çocuğumu kaçırdınız, çocuğumu getirin” diye haykırdı. Sonra parti binası önünde oturmaya başladı.
Eylem etkili oldu. Birkaç gün sonra çocuğu ortaya çıktı. “Kaçmadım, Diyarbakır’dayım” dedi. Zorla evlendirilmek istendiği için evden kaçtığını iddia etti.
Ancak çocuğun videosunu izleyenlerin dikkatini çeken, gencin HDP gençlik literatürü ve kültürüne hakimiyeti oldu. Çocuğun her cümlesinden, her vurgusundan “örgütlü gençlik ortamı”ndan etkilendiği anlaşılıyordu. Güvenlik bürokrasisine göre, konu kamuoyunun gündemine gelince çocuğun dağa götürülmesi fikrinden vazgeçildi.
Hacire Akar’ın eylemi kamuoyunda yankı uyandırınca bu kez de diğer aileler sahneye çıkıp akın akın HDP il binası önünde oturmaya gitti. Gözler HDP’ye çevrildi. Herkes “Ne diyecekler acaba” diye merak içindeydi.
HDP’nin daha mutedil, daha dengeleyici bir yaklaşım sergileyeceği düşünülüyordu. Ama onlar meseleyi ak ve kara mantığı üzerinden okumayı, eylemleri de devletin yönlendirmesi sonucu oluşan bir provokasyon olarak görmeyi tercih etti.
Oysa mesele ne HDP’nin gösterdiği gibi ak-kara iklimindedir, ne de devletin yönlendirmesi sonucu oluşan bir provokasyon girişimidir.
Mesele daha derin. Çünkü bölgenin hem sosyolojisi hem de zihniyet haritası değişiyor. Aileler de bu yeni zihniyet ve sosyolojiyi seslendiriyor. Bunu da en güzel, ailelerin kurduğu cümleler yansıtıyor
Hakikat cesareti ve temsil krizi
“Çocuğumun Kandil’e gitmesinde HDP etkili oldu.” HDP, göstericilerin seslendirdiği bu tezi, partilerinin kriminalize edilmesi çabası olarak okuyor. Ancak ailelerin yaptığı, hakikati söyleme cesaretidir. HDP artık “batı” sokağına seslenirken kullandığı “yok öyle şey” demek tavrı yerine, kendi sokağından gelen itirazlara kulaklarını açsa daha iyi eder. 40 yıldır süren öl-öldür siyaseti halkı ve toplumu yordu. Hayatı çürüttü. Kendini tekrarlayan devreler yarattı. Bu haliyle HDP, o kendini tekrarlayan devreleri temsil ederken, aileler devrelerin dışına çıkmayı talep eden yeni zihniyeti temsil ediyor. HDP problemin tarafında değil çözümün tarafında yer almak istiyorsa, ailelerden gelen bu talebi çözüme evirecek bir proje siyaseti üretmeli. Böylece halkla arasında oluşan temsiliyet krizine son vermiş olur.
“Artık size verecek çocuğumuz yok.” Bu söylem, hendek siyaseti sonrası bölgede oluşan yeni sosyolojiyi, örgüt ile kitle arasında oluşan soğukluğu yansıtıyor. Hendek olayları olduğunda Türkiye’de, “PKK yanlış hendek siyaseti ile çok ciddi sonuçlara imza atacak. ‘Halkın örgütünden, örgütün halkına’ algısı oluşacak; bu da kitlenin örgütü eleştirmesi, yaptığı şeylerin doğruluğuna inancın sorgulanması sonucu yaratacak” tesbitlerini yapan ilk gazeteciyim. Keza “hendek siyaseti sonrası bölgede yeni bir sosyoloji oluşuyor” diyen de ilk kişiyim. Bugün aileleri HDP binası önünde eyleme götüren, “artık size verecek çocuğum yok, yere batsın sizin kürdistan davanız, yeter Diyarbakır'da genç kalmadı, hepsi toprak altında” diye haykırtan işte bu sosyoloji. Halk artık silâh yerine diğer siyasal enstrümanların kullanılacağı bir siyaset tarzı istiyor. Bunda da ısrarlı davranıyor
Madun milliyetçiliği eleştirisi
“Sizin çocuklarınız Amerika’da okuyacak, bizimkiler dağa çıkıp ölecek.” Değme Marksiste şapka çıkartan, özünde sınıfsal eşitsizliğe isyanı seslendiren bu haykırış, hem “her milliyetçi ideoloji dar bir elitin siyas ve ekonomik nüfuz edinme manipülasyonudur” tezine haklılık verdirtiyor, hem de Kürt siyasal hareketinde orta ve üst sınıfın HDP’yi, belediyeleri ve diğer kurumları ele geçirmesine karşı büyüyen bir öfkeyi seslendiriyor. Zira bugün PKK-HDP siyasetinin yaşadığı krizlerin kaynağındaki bir diğer ciddi saik de, daha düne kadar yoksullar, proleterler, köylüler, işsizler adına hareket ettiğini söyleyen HDP çizgisinin artık orta ve üst sınıflarca ele geçirilmesi, bunu gören yoksulların da bu çizginin eylem militanlığından kendilerini geri çekmesidir
“Amerikan uşaklığı için ölecek çocuğum yok.” Ailelerin haykırdığı bu feryat da, Kürt milliyetçiliğinin giderek emperyal çıkarlara göre konumlanmak ve bunun üzerinden fayda devşirmekten, post-emperyal bir çağda madun milliyetçiliğine doğru evrildiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Aileler artık PKK-YPG çizgisini bu şekilde algılıyor; bunun için çocuklarının ölmesini istemiyor. Her ne kadar YPG Rojava’da IŞİD ile savaşta ölen gençlerin sayısını 10-15 bin diye verse de, gayriresmi veriler sayının 100 bin civarında olduğunu söylüyor. Bu sayı abartılı olabilir. Ancak 50 binin altında olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Buna bir de onbinlerle ifade edilen yaralıları eklemek gerekir. İleride, Kürt olmayan Rakka, Münbiç, Deyr ez-Zor gibi şehirlerde ölen ve yaralanan genç sayısının Kobane’de IŞİD’e karşı verilen mücadelenin zayiatından daha fazla olduğu konusu toplumun gündemine daha fazla girecek. Aileler “Çocuklarımız Amerika için ölmesin” haykırışıyla aynı zamanda yeni dünyanın şifrelerini deşifre ediyor.
Eğer PKK silâhsızlanma kararı almazsa, yeni sosyoloji onu tasfiyeye götürecek.