Bölge kaynarken Washington´a uyarılar...

Burhanettin Duran - 10.11.2017

Bölge kaynarken Washington´a uyarılar...

Başbakan Yıldırım´ın ABD seyahati, bölgemizde Suud-İran kutuplaşmasının "sıcak savaşa doğru" yöneldiği günlere denk geldi. Yemen´den Suud´a atılan füze, Lübnan Başbakanı Hariri´nin istifası ve Veliaht Selman´ın iktidar denklemlerini radikal şekilde değiştiren operasyonu...
Bu satırlar yazıldığında henüz Yıldırım´ın Başkan Yardımcısı M. Pence ile görüşmesi gerçekleşmemişti. Yıldırım´ın iki temel gündemi olduğu kanaatindeyim. İlki, Türk-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açma zorunluluğu. İkincisi, bölgedeki Suud-İran kutuplaşmasının tehlikeleri.
Yaklaşımı ise ilişkileri zehirleyen unsurları ayıklamak, yargı üzerinden hesaplaşmaktan vazgeçmek, tekrar büyük fotoğrafa odaklanmak ve bölgeyi daha büyük felaketten korumak önerilerini içeriyor.
Türk-ABD ilişkilerinin kötü dönemlerinden birinden geçtiği konusunda herkes hemfikir. İkili ilişkilerin tarihinde iniş-çıkışlar olduğu biliniyor. Ancak küresel belirsizliklerin ve bölgesel çatışma ortamının derinleştiği bir dönemde Ankara-Washington hattındaki problemler farklı bir yapısal krize işaret ediyor. Eğer mevcut problemler bir paranteze alınarak ilişkiler onarılma sürecine sokulmazsa ve daha önemlisi, yeni işbirliği gündemi oluşturulmazsa gelen küresel ve bölgesel kaos ilişkilerde geri çevrilemeyecek hasarlar bırakabilir.
Arap baharı başladığında Washington´da bulunan birisi olarak Türkiye hakkındaki olumlu havayı şahsen çok iyi hatırlıyorum. Ancak Obama Yönetiminin 2013´te Suriye iç savaşını tümden Türkiye´nin sırtına yükleme çabasıyla bozulan ikili ilişkiler o günden beri hep kötüye gitti.
ABD´nin Suriye politikasının ürettiği maliyetler Türkiye´yi derinden etkiledi. 3.5 milyona yakın göçmeni bir kenara bırakalım... ABD gibi bir süper güç Deaş ile mücadele için terör örgütü olarak tanıdığı PKK´nın kolu YPG´yi açıktan silahlandırır noktaya geldi. Bütün "müttefiklik" ve "terörle mücadele" hukukuna gözlerini kapatarak bunu yaptı. Üstüne 15 Temmuz darbe girişimi karşısındaki umarsız tavrı, FETÖ liderini barındırması ve mevcut davalar eklendiğinde bugünkü "sancılı" duruma vardık. Türkiye kamuoyunda ABD karşıtlığı "kalıcı" hale gelme emareleri gösterirken Washington´da FETÖ mensupları Kongre koridorlarında cirit atıyor.
Türkiye karşıtı çevrelerin en "ılımlıları" bile "Türkiye´yi Cumhurbaşkanı Erdoğan´dan ayıralım, Erdoğan´a daha fazla saldıralım" havasında.
Ankara, "Deaş sonrası Suriye´nin geleceği" için ABD ile işbirliği yapmak istiyor. Rusya ve İran ile son dönemde "çatışmasızlık" konusunda yaptıklarını ABD ile yapamamış olmasının rahatsızlığı içinde.
Elbette en yakın örnek ABD´nin Rakka´dan Deaş´ı temizleme konusunda Türkiye ile değil de YPG ile çalışması. Ankara´nın önerisi YPG ile çalışmanın bırakılması, verilen silahların toplanması, Suriye´nin demografisine uygun aktörlerle masaya oturulması ve Cenevre sürecini canlandırarak barışı getirmek şeklinde özetlenebilir. Washington ise Deaş sonrası Suriye politikasını henüz ilan etmedi.

***

Yıldırım´ın seyahatinin ikinci gündemi olan "bölgenin geleceği" hususunda ise Trump yönetimi politikasını açıkladı: İran´ı sınırlandırmak. Zaten Trump´ın mayıstaki Riyad Zirvesi´nden itibaren Suudi Arabistan- BAE hattındaki Körfez ülkeleri hareketlendi. Önce Katar ablukası, sonra Lübnan Başbakanı´nın istifası ve Veliaht Selman´ın siyasi iktidarı temerküz arayışı...
İşte Türkiye, bu İran karşıtı hareketlenmenin "bölgesel bir savaşa" dönmesinden çekiniyor. İran ile "sıcak" kapışma ister Sünni-Şii mezhep çatışması, ister Arap-Fars milliyetçilikleri rekabeti formunda olsun, bölgeyi kana boğacaktır.
Gelen bölgesel kaosu Türkiye ve ABD "işbirliği" içinde karşılayamazsa her iki "müttefikin" de "başka yerlere savrulması" riski bulunuyor.