Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin bugünkü köşe yazısından ilgili bölüm şöyle:
"Lozan ile milletlerarası statüye getirilen Boğazlar, Montrö ile Türkiye’nin kontrolüne bırakılmıştır.
Boğazlar, nakliye kolaylığı temin ettiği için dünyanın iktisadi, siyasi ve sosyal tarihinde mühim inkişaflara sebep olmuş coğrafi mevkilerdir. Marmara Boğazları belki de bunların en meşhurlarıdır. Boğazlara benzer avantajları elde etmek için suların yakınlaştığı yerde kanallar açmak da eski, ama pahalı bir âdettir.
İstanbul’un fethinden itibaren Karadeniz gitgide bir iç deniz hâlini aldı. Boğazlar ve buradaki seyrüsefer Osmanlı hâkimiyeti altındadır. Fransa, İngiltere, Hollanda gibi dost devletlere bazı imtiyazlar tanındı.
Rusya’nın galibiyeti üzerine imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Muahedesi ile Boğazlar, Rus gemilerine açıldı. Öteden beri imparatorluğun Boğazlar’dan harp gemilerinin geçemeyeceğine dair ananesi, 1809’da milletlerarası kaide hâline geldi. Bundan sonra imzalanan milletlerarası muahedeler ve bilhassa 1856 Paris Muahedesi de bunu teyit etti. 1871’de Karadeniz’in tarafsızlığı kaldırıldı. Ama Boğazlar’dan harp gemilerinin geçişi, Babıali’nin inisiyatifine bırakıldı.
Asrın başında Rusya ihracatının yarıya yakını buradan sevk ediliyordu. Trablusgarp ve Balkan Harbi’nde Boğazlar’ın kapatılması, Rusya’ya çok maddi zarar vermişti. Cihan Harbi, Rusya cihetinden Boğazlar’ın ehemmiyetini arttırdı. Boğazlar’ın kapatılması sebebiyle müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’nın çöküşüne yol açtı. Demek ki Boğazlar’a hâkim olan güç, Rusya’yı siyasî, askerî ve iktisadî olarak tehdit etmekteydi. Bu sebeple Rusya, Boğazlar’ın enternasyonalize edilmesi tezini müdafaa ediyordu.
Sevr Muahedesi gibi, Lozan Muahedesi (m.23) ve bunun mütemmimi olarak İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan “Boğazların usul-i idaresine dair mukavelename” de bu tezi kabul etti. Türkiye söz sahibi olmaktan çıkarılarak, Boğazlar, her çeşit askerî güçten arındırıldı. Artık milletlerarası bir konsorsiyum tarafından idare edilecekti. Deniz ve hava geçişleri, harb ve sulh zamanında tam serbestiyi haizdi. Boğazlar, ayrı bayrağı bulunan otonom bir devlet gibiydi.
Bunu çaresiz kabul eden Türkiye’nin ümidi, I. Cihan Harbi’nden sonra Milletler Cemiyeti’nin silahlanmayı önleyerek muhtemel harplerin önüne geçmesiydi. Ama bu, mümkün olmadı. Japonya’nın 1936’da Mançurya’ya taarruzu ile başlayan hadiseler neticesinde dünya kendisini hummalı bir silahlanma ve dehşetli bir harbin içinde buldu. Milletlerarası hukuktaki pacta sunt servanda (ahde vefa) kaidesinin istisnası olan clausula rebus sic stantibus (şartlar değişmedikçe ahde uyulur) kaidesini işletmenin zamanı gelmişti.
İngiltere’nin XIX. asrın ikinci yarısındaki düşmanca politikasını, cumhuriyetin kuruluşundan sonra terk etmesi, hatta Rusya’ya karşı desteklemesi ve kendisine yakınlaştırmak istemesi, Boğazlar’da Türkiye’nin önünü açtı. Türkiye Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, 1935’te Milletler Cemiyeti Konseyi’nde bir konuşma yaparak Boğazlar’ın silahsızlandırılmasının, Türkiye’nin müdafaasını zayıflattığını söyleyip bu statünün değiştirilmesini istedi. İngiltere, Fransa ve İtalya alakasız görünürken, Rusya destek verdi.
Nazi Almanya’sı ile Faşist İtalya’nın Orta Doğu ve Akdeniz’de nüfuz kurma faaliyetleri İngiltere’yi endişelendiriyordu. İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Almanya’nın Ren mıntıkasını silahlandırması, Türkiye’ye beklediği fırsatı verdi. 10 Nisan 1936’da Lozan Boğazlar Mukavelesi’ne taraf olan devletlere birer nota vererek Boğazlar’ın statüsünün değiştirilmesini talep etti. Başta İngiltere olmak üzere, İtalya hariç hepsi buna müspet cevap verdi.
22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö (Montreaux) şehrinde toplanan konferansta, Türkiye’nin tezine mukabil, Rusya ve İngiltere de birer tez ileri sürdü. Rusya, Boğazlar’ın Türkiye tarafından silahlandırılmasını kabul ediyor; ama Karadeniz’e sahili olmayan devletlere ait harp gemilerinin geçirilmemesini istiyordu. Rusya, Lozan’da da Boğazlar’ın silahsızlandırılmasına muhalif idi. İngiltere ise, Karadeniz’e sahili olsun olmasın bütün devletlerin bir tonaj tahdidine tabi olarak geçişini müdafaa ediyordu.
Müzakereler neticesinde, 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Mukavelesi imzalanarak Türkiye’nin tezi büyük ölçüde kabul edildi. Boğazlar’ın askerden arındırılması hükmü ve Boğazlar’ı idare eden Milletlerarası Boğazlar Komisyonu kaldırıldı. Mıntıkanın emniyeti Türkiye’nin inisiyatifine bırakıldı. Geçen ticaret gemilerinden, sağlık kontrolü, fener ve kurtarma hizmeti mukabili ücret alabileceği kabul edildi. Ancak altın frankın zamana intibakında yaşanan problemler (dolara endekslenmesi, altının ise yükselmesi) sebebiyle bu madde hakkıyla tatbik edilemedi.
Türkiye, İngiltere, Fransa, Rusya, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya, Avustralya ve Japonya arasında imzalanan mukavele, 2 sene sonra İtalya tarafından da imzalandı. Müddeti 20 sene olup, taraflar fesih istemezse, mukavele kendiliğinden devam edecekti. 1956’da tarafların hiçbiri fesih istemediği için mukavele bugün de meriyettedir.
Bugün Türkiye, başka bir su yolu açsa bile, ecnebi gemileri Boğaz yerine buradan geçmeye mecbur edemez! Belki beklememek adına parayı verip başka yolu tercih edebilirler. Montrö’yü feshedebilmek, ancak milletlerarası bir güce sahip olan tarafın harcıdır. Bu takdirde Lozan hükümleri cari olacaktır ki, Türkiye’nin aleyhinedir. Boğazlar’ın statüsünü bir devletin tek başına tayini kolay değildir.