Ne zaman bir doğal afet olsa, bizim başkan ortalıkta yok.
Ya şehir dışında… Ya da bir kuytuda özel buluşmada.
Yoksa afetler mi başkanın gidişini takip ediyor?
Vallahi anlamak zor. “Yağmur yağdı, böyle oldu” deyip geçemeyiz.
Kendisine “Sayın Başkan” denilmesinden çok hoşlanan, bunu belirten, hatta öyle denilmesi için sesini yükselten sayın başkan, sayın başkanlık yapsa ne iyi olurdu.
Psikologlar pek çok sorunu çözmek için kişinin çocukluğuna dönmek gerektiğini söyler. Biz de öyle yapalım.
Sayın başkan, herhalde çocukken Ayşegül serisini okumuştur.
“Ayşegül Tatilde” ve “Ayşegül Gezide” kitaplarının etkisinde çok kalmış olabilir. Büyük bir ihtimal bu.
Fakat “Ayşegül Okulda” kitabını sevmediğini tahmin edebiliriz.
Onu da beğenseydi, sık tatil yapsa bile, felaket zamanlarında işinin başında bulunmaya çalışır, koşup gelirdi.
Yine de bu kadarına şükredip oturalım yerimizde... Veya oturup şükredelim.
Ya Baydın gibi uçak merdivenlerini çıkarken, defalarca düşseydi… Konuşurken uyuklasaydı… Söylenmemesi gerekenleri söyleseydi… Not kâğıdına yazılan “son cümleyi tekrar et” gibi uyarıları yüksek sesle okusaydı… Konuşması bitince elini boşluğa uzatıp bekleseydi…
Şükür, şükür.
Baydın bu hataları yaşlılığından ötürü yapıyor. Bizim şehrin başkanı genç.
EYT’liler ile mukayese edince öyle görünmese de bir siyasetçi için toy sayılır.
Onun yaptığı hataları da toyluğuna versek olur.
Dağı taşı bina ile doldurduk. Dere yatağı, gevşek zemin demeden her tarafa yüksek binalar diktik.
Tek katlı bina için bile müsait olmayan yerlere çok katlı binalar kondurduk.
Sel geleceği ilk bakışta belli olan yerlerin riskini yok saydık, her türlü afet riskini göz önünde bulundurmayıp uzak tarafa itekledik.
Sandık ki gözümüze görünmezse, risk ihtimali de uzaklaşır.
Doğal afetlerin bizim görüş alanımızla bir bağlantısı yok; bunu bilemedik.
Yalnızca İstanbul’da değil, Karadeniz’den Akdeniz’e, doğudan batıya her tarafta aynı.
Son afetin merkezi Esenyurt… Şiddetli yağış sonrası Haramidere taştı.
Arazi yapısına bakınca, ne görüyoruz?
Derenin, bir gün mutlaka taşacağını haykırdığını...
Fakat duyan olmamış. Birileri duysa da zerre kadar aldırış etmemişler.
Adı üstünde dere. Başında ise harami var.
Kimler harami? Kaç kişiler? Hakikaten kırk mı?
Niye bu ismi vermişler?
Ali Baba nerede?
Düşününce cevapları bulabiliriz.
O riskli bölgeye bina yapan da haramidir, bina yapılmasına izin veren de.
Orada tarihî bir taş köprü vardır. Haramidere Köprüsü. Çok şık bir mimarî eser.
Trafik yoğunluğu yüzünden etrafını sonradan yapılan modern yollar sarmış.
Ne girişi var artık ne çıkışı.
İşlevsiz hâlde, küsmüş gibi tek başına duruyor.
Eminim ki her gün yanından geçenlerin çoğu farkında değil.
Hiç görmeyenler bile vardır.
Yüzlerce yılı geride bırakmasına rağmen, sapasağlam duruyor fakat kullanılamıyor.
Yanına yaklaşmak dahi mümkün değil.
O kadar zavallı, o kadar garip ve kimsesiz hâlde ki, dili olsa neler söyler kim bilir?
Tarihe saygı olsaydı, o köprüyü korurduk, etrafına yeni yollar yaparken varlığını ve kimliğini dikkate alırdık. Hemen yanı başına binalar yapılmasına izin vermezdik.
Sezai Karakoç, çocuklar için risk olmasın diye evlerin balkonsuz yapılmasını ister ‘Balkon’ şiirinde.
Onun kadar önemli bir husus daha var.
Evlerin bodrum katlarına ikamet izni verilmemeli.
Sel gelince üç metrelik su dolan yerler insanî değil.
Hayvanlar için bile tehlikeli.
Ey sayın yetkililer… En sayın yetkililer… Lütfen bu konuyla ilgilenin, insanları bodrumlardan kurtarın.
Bu konu çok büyük ciddiyetle ele alınmalı. İnsanların köstebeklerden farkı olsa gerek.