BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin önemi üzerine

Serap Yazıcı, politikyol.com’da “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin önemi üzerine” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin önemi üzerine

Tecrübeler, ulusal anayasaların demokratik olmayan yönetimleri frenlemekte yeterli olmadığını göstermektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası kamuoyunun dikkatleri, insan haklarını anayasalar dışında araçlarla da korumaya odaklanmıştır. 

Bugün 10 Aralık. Bundan 73 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi başlıklı bir metni kabul etti.[1] İnsan haklarının gelişimi yönünden tarihî önemi haiz olan bu belge, 8 paragraflık bir Başlangıç bölümü ile 30 maddeden oluşmaktadır.

Başlangıcın ikinci paragrafında “korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanların söz ve inanç özgürlüklerine sahip olacakları bir dünyanın kurulmasının insanoğlunun en yüksek amacı olarak ilan edilmiş bulunmasına”; üçüncü paragrafında “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukuk düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik olmasına”; beşinci paragrafında “insanların temel haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların hak eşitliğine”; altıncı paragrafında “Üye devletlerin, Birleşmiş Milletler kuruluşu ile işbirliği halinde insan haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyada gerçekten saygı gösterilmesinin sağlanmasını üstlenmiş olmalarına” yer verilmiştir. Sekizinci paragrafta ise şu ifadeler yer almaktadır:

“Genel Kurul, toplumun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu bildiriyi her zaman göz önünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası tedbirlerle gerek üye devletler ve gerek onların yönetimleri altındaki ülkeler halkları arasında sözü edilen hak ve özgürlüklerin evrensel ölçüde ve etkin olarak tanınıp uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için erişilecek ortak ülküleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirisini ilan eder.”

Bildirinin ilk yirmi bir maddesi, klasik haklar veya negatif statü hakları olarak adlandırılan haklara özgülenmiştir. Bu bölümde yer alan hakların negatif statü hakları olarak adlandırılmasının nedeni, bu haklar karşısında devletin negatif bir edim olan yapmama ödevini üstlenmesidir. Gerçekten bu haklar karşısında devletten beklenen yegâne yükümlülük, söz konusu haklara dokunmamak ve müdahale etmemekten ibarettir. 1. madde şöyledir: “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”

2.maddede eşitlik ilkesine; 3. maddede yaşama ve kişinin güvenliği haklarına; 4. maddede kölelik yasağına; 5. maddede işkence yasağına; 7. maddede ayrımcılık yasağına; 8. maddede hak arama hürriyetine; 9. maddede keyfî tutuklama ve sürgün edilme yasağına; 10. maddede adil yargılanma hakkına; 11. maddede sanığın masumiyeti karinesine, suç ve cezanın kanuniliği ilkesiyle ceza normlarının geçmişe yürütülemeyeceğine; 12. maddede özel yaşamın gizliliğine, haberleşme hürriyetine ve şan ve şöhretin korunmasına; 13. maddede yerleşme ve dolaşma hakkı ile seyahat özgürlüğüne; 14. maddede sığınma hakkına; 15. maddede vatandaşlık hakkına; 16. maddede evlenme ve boşanma hakkı ile ailenin korunmasına; 17. maddede mülkiyet hakkına; 18. maddede düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne; 19. maddede ifade hürriyetine; 20. maddede dernek kurma hürriyetine; 21. maddede seçme hakkına, kamu hizmetlerine atanma hakkına ve genel oyla eşit oy ilkesine yer verilmiştir.

Bildirinin 22-28. maddeleri arasında ekonomik, sosyal ve kültürel haklar düzenlenmiştir. 22. maddede sosyal güvenlik hakkına, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara; 23. maddede çalışma hakkı ve işsizlikten korunma hakkına, eşit işe eşit ücret ilkesine, insan onuruna yaraşır adil bir ücret hakkına, sendika hakkına; 24. maddede dinlenme ve ücretli izin hakkına; 25. maddede çalışamayacak durumda olanlar için sosyal güvenlik hakkına, analık hakkıyla çocuk hakkına; 26. maddede eğitim hakkına; 27. maddede kültür, sanat ve bilim hakkıyla telif hakkına yer verilmiştir. 29. maddede herkesin topluma ve başkalarının haklarına karşı ödevleri olduğuna değinilmiştir.

Hürriyeti yok etme hürriyetinin yasak olduğunu belirten 30. madde, insan hakları ve demokrasi değerlerinin korunmasında önemli bir yeniliği ifade etmektedir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı öncesindeki anayasaların hiçbirinde, bu yönde bir yasak mevcut değildir.

Nihayet bildirinin 30. maddesinde şu hüküm yer almaktadır: “Bu bildirinin hiçbir hükmü, herhangi bir devlet, topluluk ya da kişiye, bildiride açıklanan hak ve özgürlükleri yok etmeye yönelik bir davranışa girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir anlamında yorumlanamaz.” Hürriyeti yok etme hürriyetinin yasak olduğunu belirten bu hüküm, insan hakları ve demokrasi değerlerinin korunmasında önemli bir yeniliği ifade etmektedir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı öncesindeki anayasaların hiçbirinde, bu yönde bir yasak mevcut değildir. Almanya’daki Nazi yönetimi ile İtalya’nın faşist yönetimi, demokrasi araçları kullanılarak inşa edildiklerinden bu ülkelerin acı deneyimleri, bir kez daha benzer yönetimlerin doğmasını önlemek için bu tür bir yasağın açık bir hukuk kuralına dönüşmesine yol açmıştır. Aslında hiçbir hakkın kötüye kullanılmasının meşru görülemeyeceği, eşyanın doğası gereği mevcut olan bir gerçekliktir. Ne var ki tecrübeler, böyle bir hükmün hukuk metinlerinde yer almasına yol açmıştır. Nitekim 1950’de kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde de aynı yasağın yer aldığı görülmektedir. Öte yandan İkinci Dünya Savaşı sonrasında kabul edilen anayasalarda da benzer nitelikte kötüye kullanma yasakları yer almıştır.

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ’NE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

18.yüzyıldan itibaren yazılı anayasaların kabulü, devlet gücünün hukukla sınırlanması, böylece bu gücün öngörülebilir hale gelmesi ile bireyin hak ve özgürlüklerinin bu güç karşısında korunmasını sağlaması bakımından uygarlık tarihinin önemli bir aşamasını oluşturmaktadır. Bu nedenle 18. yüzyıl, demokratikleşme dinamiklerinin ilk aşaması olarak kabul edilebilir. Nitekim ünlü siyaset bilimcisi Samuel P. Huntington, bu dönemi Üçüncü Dalga isimli eserinde demokratikleşmenin ilk dalgası olarak ifade etmiştir

18.yüzyılda yazılı anayasaların kabulü, bireyin hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlaması bakımından uygarlık tarihinin önemli bir aşamasını oluşturmaktadır. Ne var ki demokratikleşmenin bu ilk dalgası, yaklaşık yüz yıl sonra kesintiye uğramıştır.

Ne var ki demokratikleşmenin bu ilk dalgası, yaklaşık yüz yıl sonra kesintiye uğramıştır. Huntington, bu süreci birinci ters dalga olarak ifade etmiştir. Yazara göre “Birinci ters dalga, (…) Mussolini’nin zayıf ve hayli yozlaşmış İtalyan demokrasisini kolayca yıkmasıyla 1922’de başladı. On yıldan biraz uzun bir süre içinde, Litvanya, Polonya, Letonya ve Estonya’daki yeni kurulmuş demokratik kurumlar, askerî darbelerle devrildi. Yugoslavya ve Bulgaristan gibi gerçek demokrasiyi hiç tanımamış ülkeler, yeni daha katı diktatörlük biçimlerine boyun eğdi. 1933’te Hitler’in iktidarı zaptetmesi, Alman demokrasisini sona erdirdi, ertesi yıl Avusturya demokrasisinin sona ermesine yol açtı, sonunda da kuşkusuz Çekoslovak demokrasisinin 1938’deki sonuna neden oldu.” Bütün bunları Yunanistan, Portekiz, Brezilya, Arjantin, Uruguay, İspanya ve Japonya’nın otoriterizme yönelişi izledi.[2]

Bütün bu örnekler arasında Almanya, İtalya ve Avusturya’da demokratik olmayan yönetimlerin kurulması, seçimler gibi demokratik araçlar kullanılmak suretiyle gerçekleşmiştir.  Bu ülkelerde iktidara tırmanan ve orada yerleşmeyi başaran güçler, demokratik kurumları yok etmek yanında yoğun insan hakları ihlâllerine başvurmuşlardır. Dolayısıyla bu tecrübeler, ulusal anayasaların demokratik olmayan yönetimleri frenlemekte ve bu yönetimlerin insan hakları ihlâllerini önlemekte yeterli olmadığını göstermektedir.

İkinci Dünya Savaşında Almanya ve İtalya’nın yenilgiye uğrayan devletler arasında yer almaları, bu ülkelerin demokratik olmayan rejimlerinin de sonunu getirmiştir. Büyük bir yıkımla sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası kamuoyunun dikkatleri, demokrasi değerleri ve insan haklarını ulusal anayasalar dışında başka araçlarla da korumanın mümkün olabileceğine odaklanmıştır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin kurulmasındaki temel neden, insan haklarını ve demokrasinin geleceğini uluslararası topluluğun şemsiyesi altında korumaktır. İşte 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, uluslararası camianın bu ortak hedefi doğrultusunda hazırlanmıştır.

BİLDİRİ HUKUKEN BAĞLAYICI MIDIR?

Birlemiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, bu metni kabul eden devletler yönünden hukukî değil, ancak manevi bir bağlayıcılığa sahiptir. “Teknik açıdansa Evrensel Bildiri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca onaylanmış bir ‘karar’dır.”[3] Ne var ki bu gerçek, Bildirinin manevi değerine gölge düşürmemektedir. Çünkü Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütlerin kurulmasıyla beraber insan hakları, devletlerin ulusal sorunu olmaktan çıkarak uluslararası topluluğun konusu haline gelmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ise insan haklarını listeleyen ilk uluslararası belge olması bakımından büyük bir tarihî ve manevi öneme sahiptir. Bu nedenle 10 Aralık, insan hakları günü olarak kabul edilmiştir. Aradan geçen 73 yıla rağmen bugün dünyanın pek çok yerinde 10 Aralık haftası, insan haklarının korunmasının önemine dikkat çekmek amacıyla çeşitli etkinliklere konu olmaktadır.

Burada BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin önemi yönünden vurgulanması gereken diğer husus ise bu bildirinin içerdiği hakların yaklaşık 20 yıl sonra iki ayrı sözleşme ile düzenlenmiş olmasıdır. Bu sözleşmeler, – Bildirinin içerdiği negatif statü haklarına yer veren – 16 Aralık 1966 tarihli “Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile – Bildirinin içerdiği ekonomik, sosyal ve kültürel haklara yer veren – “Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”dir. Böylece İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin içerdiği haklar, sözleşme hükümlerine dönüşerek daha güçlü bir hukukî statüye kavuşmuştur.

[1] Bildirinin tam metni için bakınız, Rona Aybay, Açıklamalı İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/insan_haklari_evrensel_bildirisi.pdf

[2] Samuel P. Huntington, Üçüncü Dalga, çev. Ergun Özbudun, Yetkin Yayınevi, Ankara, 1993, s. 15.

[3] Münci Kapani, İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1991, s. 27.

 

Kaynak: Farklı Bakış