Her geçen gün daha fazla artan tüketim çılgınlığı, geçen Cuma günü kampanyalarla birlikte bir kez daha kendisini gösterdi. Bu yazıda ne Cuma isminin başına ?black? sıfatının getirilmesi ne de Cuma gününün özellikle seçilmesi üzerinde durmayacağım. Bundan daha önemli olan tüketimin insan hayatını tehdit eder hale gelmesi üzerine odaklanacağım.
Kapitalizm farklı aşamalardan geçerek günümüze kadar geldi. Sanayileşme, makinanın insan hayatının merkezine oturması, sermaye birikimi derken, postmodernlik ile tüketim arasındaki birliktelik önümüze postmodern bir tüketim olgusunu getirmiştir. Kapitalizm sermayeyi ve kârı kutsayarak yoluna devam eder. Bugün dünya ölçeğinde, artık sermayenin daha dar bir azınlığın elinde toplandığı, büyük sermaye gruplarının gelirlerin giderek daha büyük oranını kontrol ettiği bir gerçektir.
Bu bağlamda küreselleşme faktörünü de eklemek gerekir. Zira bir ürün piyasaya çıktıktan sonra, dünyanın her yerinde dolaşıma girmekte; iletişim araçlarıyla bu ürünlerin propagandası yapılmakta ve nihayetinde tüketim kültürü dediğimiz şey küresel ölçekte tüm toplumlarda benzer sonuçlar doğurmaktadır.
Biz küreselleşme, postmodernlik ve tüketim kavramlarının birbiriyle kesişmesi sonucu oluşan bileşimler ve formlara dair birkaç nokta üzerinde durmak istiyoruz. Birincisi, piyasa tamamıyla tüketim üzerine kuruludur. Günümüz toplumları tüketim toplumları, o toplumların üzerinde işledikleri şey de tüketim kültürüdür.
Sanayileşme ile birlikte ihtiyaç için üretim, makinaların hızlı ve ucuz üretimi sonucu bugünkü aşamada tüketim için üretime dönüşmüştür ve olabildiğince de hızlanmıştır. Bu hızlı üretime yetişebilmek için o oranda kitlelelerin tüketmesi gerekmektedir. Peki bu nasıl mümkün olacaktır? İlkin, medyadan tüketim propagandaları (reklam, film, dizi vb.) yapılacaktır. İnsanlara ancak kimliklerini tüketmekle kazanabilecekleri empoze edilecektir. Bu, işin ideolojik kısmı.
İnsanların maddi anlamda tüketime nasıl güç yetirecekleri ise bir başka sorundur. Bu da, mevcut imkanlarıyla tüketemeyen kişilerin geleceklerini ipotek altına alarak, yani geleceğe doğru onları borçlandırarak tüketmelerini sağlamak yoluyla gerçekleştirilmektedir. Böylece dünya ölçeğinde birçok insanlar kredilerle borçlu konumuna düşürülmektedirler. Öyle görünüyor ki, süre yetmedikçe insan geleceğinin tamamını ipotek altına alma pahasına tüketim teşvik edilmektedir. Bugün konuştuğum birçok insan, bu tür borçlanmaları artık benimsemiş görünmektedirler. Bu, tabii ki gelecekte insan için bir özgürlük sorununu da işaretlemektedir.
İkincisi, artık modern tüketimden postmodern tüketime geçilmiştir. Bunun bir anlamı, tüketimin ürün bazlı olmaktan kişi bazlı olmaya doğru geçişidir. Artık bankalar, mağazalar iletişim adreslerine sürekli mesajlar göndererek kişileri hedef almakta ve onların her ürünü tüketmelerini istemektedirler. Burada temel hedefin; kişinin bütün varlığını tüketmesi olduğu açıktır. Tüm bunların sonucu, sermayenin belirli ellerde toplanması demektir.
Üçüncüsü, kimliklerin tüketim ile oluşması demek, artık insanların sahip oldukları araba, ev, elbise, yemek yedikleri Restaurant ve kafelere göre kimliklendirilmesi demektir. Burada daha önceden varolan değer sistemleri ise giderek işlevsiz kalmaktadır. Hatta dini ve geleneksel değerler, kapitalizm ve tüketim değerlerine göre yeniden biçim kazanmaktadır.
Tüketim ailelerin, toplumun, ülkelerin ve giderek dünyanın temel bir sorunudur ve gelecekte daha da ağırlaşacağı anlaşılmaktadır. Öyle ki, bizzat insanın ontolojik varlığını şu anda tehdit etmektedir. Bu, en ağır tehdittir. Ayrıca insanların maddi varlıklarının dünyada küçük bir azınlığın kontrol etmesine fırsat vermektedir.