Bizdeki jakobenizmin yeni versiyonu

Mustafa Çağrıcı yazdı;

Bizdeki jakobenizmin yeni versiyonu

Abdurrahman Dilipak, 29 Temmuz 2021’de Yeni Akit’te çıkan, son zamanlarda birçok samimi insanımızın da içinden geçirdiği, hatta bazılarının açık açık söylediği ifadeyle “Bu din benim dinim değil” başlıklı bir yazı yayımladı. Üstadımız, yazıda bazı çevrelerin dinî anlayış ve uygulamalarındaki sapmalara dair ilginç tespitler yapıyor; insanların dinden soğuduğundan yakınarak, “Bana kalırsa dinden soğumanın en büyük sebeplerinden biri aile, biri eğitim, biri (de) Müslüman etiketli kişi ve kuruluşlar(dır). Güzel örnek olamadık. Dahası, insanlar bize bakıp dinden soğudular…” diyordu.

Ben de Din ve Değişim başlıklı kitabımın yayımlanması münasebetiyle Saliha Sultan ile yaptığımız, 1 Şubat 2021 tarihli Karar’da yayımlanan mülakatta “… deizm benzeri sapmaların en büyük sebebi, dindar çevrelerin onlarda oluşturduğu… hayal kırıklığıdır” demiştim.

Gördüğünüz gibi sonuç itibariyle her iki yazıda da farklı kelimelerle iki aynı tespit yapılmıştır: Biri toplumumuzda görülen dinden soğuma olgusu, diğeri de bu soğumanın sebebinin –Sayın Dilipak’ın ifadesiyle- “Müslüman etkili kişi ve kuruluşlar”ın, yani –benim ifademle- “dindar çevrelerin onlarda (insanlarda ve özellikle gençlerde) oluşturduğu hayal kırıklığı”dır.

Yeni Akit Gazetesinde yöneticilik ve köşe yazarlığı yapan, Akit TV’nin de programcılarından olduğu söylenen bir zat, –sosyal medyada yayımlanan videodaki fragmandan izlediğim kadarıyla- benim anılan mülâkattaki yukarıda sunduğum ifadelerimi eleştiriyor, –aklımda kaldığına kadarıyla- benim Karar gazetesi yetkililerine yaranmak için böyle dindarları kötüleyici laflar ettiğimi söylüyordu.

Tabii ki, herkes gibi bu zatın da benim görüş ve tespitlerime katılması gerekmez, fikirlerimi eleştirip aksini de savunabilir. Yerinde eleştirirse memnun olur, istifade ederim. Ama “yaranmak” gibi sözler, eleştiri değil hakarettir. Hakaret herhangi bir kanıt değeri taşımaz. Kötü söz, muhatabını üzeceği gibi sözü kullananın da seviyesini gösterir; daha da önemlisi, Abdurrahman Bey’in ve benim şikâyet ettiğimiz büyük soruna, dinden ve dindardan soğumaya yol açar. Halbuki İslam’ın ahlak ölçülerine göre hiç kimse başkasına hakaret etmemeli; özellikle dindar olarak bilinen ve bahsettiğim zat gibi elinde imkânları olan biri, başka herhangi bir insandan daha da sorumlu ve terbiyeli davranmalıdır. Aksi halde, bir zamanlar hayvanlar için savunduğu hakları bile dindarlara tanımayanlardan ne farkımız kalır!

Bu zat, yönetiminde bulunduğu gazetenin yazarı olan Sayın Dilipak’ın yazısı için ne düşünmüş, ne demiştir, merak ediyorum. Muhtemelen (gazeteleri ve yazarları farklı kamplarda görme gibi bölücü kadîm Şark zihniyetimizi onun gibiler de sürdürdükleri için) benim söylediklerimin aynısını kendi gazetelerinde kendilerinden bildikleri biri söyleyince normal görmüştür.

***

Vaktiyle Ankara’da meydan, cadde gibi yerlere ismi verilecek kadar “önemli” görülen (rahmetli Çetin Altan’ın “önemliler-değerliler” ayırımını hatırladım) bir valinin, 1940’larda, polisin yakaladığı solcu gençlere, “Memlekete komünizm lazımsa biz getiririz, siz kim oluyorsunuz!” dediği rivayet edilir. Adam, bu ülkede her ne olacaksa devletin hâkimiyetinde olabileceğini, vatandaşa ise sadece sorgusuz-sualsiz itaat düştüğünü vurgulamak istemiş. Dünyada jakobenizm’in itibar gördüğü o yıllarda söylenip halkın hafızasında yer eden bu söz, toplum için her şeyin en iyisini ancak ‘yüce devletlülerimiz’in bilebileceğini anlatır.

Bizim camiada (ve bütün Müslüman toplumlarda) bu jakoben zihniyeti, “ekonomi, siyaset ve hukuk düzeninden tutun da tuvalete nasıl girilip çıkılacağına kadar hayatın her alanında insanlar için her şeyin en iyisini ancak (bedeniyle 21. yüzyılda, zihniyle 11. yüzyılda yaşayan) ‘yüce ulemamız’ ve onların güdümündeki (yahut tersi durumdaki) İslamcı seçkinler bilir” düşüncesi temsil ediyor. Kerameti kendinden menkul bu çokbilmişlik onları entelektüel olarak bütün müzakerelere kapatıyor; ahlâkî olarak da onlar için, sırtlarını konjonktüre dayayarak, başkalarını küçük görüp önemsizleştirme, incitip üzme ve ezmeyi meşrulaştırıyor. Bunun toplumlara geri dönüşü ise, bilgi ve fikir zenginliğine kapanma ve topyekûn geri kalmışlık oluyor. İspatı ortada.

Kısır ve nefsani çekişmeleri bırakıp buradan çıkmak zorundayız.