Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası

İyilik Hikâyeleri’nin bu ayki konuğu Prof. Dr. Ersin Nazif Gündoğan’dı.

Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası

Mücahit Kocabaş yazdı.

“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” Tolstoy

İyilik Hikâyeleri’nin bu ayki konuğu Prof. Dr. Ersin Nazif Gündoğan’dı. “Şehir ve Medeniyet” üzerine bina edilen konuşmada, “şehircilik anlayışımız, şehirlerimiz, değişim ve yenilenme, kadim medeniyetimizin kodları, gelecek tasavvurumuz nasıl olmalı?” gibi konular ele alındı. Nazif Hocamız’ın sohbetinden, sadrımızda ve satırımızda kalan notları sizinle paylaşmak istiyorum.

Yitik cennet, ezan ve Üsküdar’ın önemi

Bizler ataların yitirdiği cenneti arayan insanoğluyuz. Bülbülün ah u figanı vatanı içindir. Biz de vatan ve cemâl hasreti içindeyiz.

Atalarımız Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine doğru sürekli hareket hâlinde olmuşlar. Ezan okunan yeri vatan bilmişler, ezan okunmayan yerde de ezan okumayı görev bilmişlerdir.

Ezanların en güzel okunduğu şehirlerden biri İstanbul, ilçelerden biri de Üsküdar’dır. Üsküdar tarih boyunca “Dost Işıkları” ile karşılamıştır bizleri.

Yahya Kemal’in diliyle:

“Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında, biz…

Görmekle şimdi bir yaşatan vecd içindeyiz.

Etrafı okşuyor Mayıs’ın tâze rüzgârı

Karşımda köhne Üsküdâr’ın dost ışıkları...”

Üsküdar, iki nedenden dolayı çok önemlidir. Birincisi, İstanbul’un fethini hazırlayan şehirdir, ikincisi Kâbe toprağı olarak kabul edilmiştir. Balkanlar’dan gelen hacılar için Üsküdar (Harem) Kâbe toprağı ve haccın başlangıç noktasıdır. Sürre Alayları, Ayrılık Çeşmesi’nden hareket ederdi. Osmanlı Sultanları da Doğu seferine Ayrılık Çeşmesi’nden başlarlardı.

Günümüz imkânları

Salgın döneminde evlere kapanmak zorunda kaldık. Derslerimizi, toplantılarımızı, sohbetlerimizi sosyal medya üzerinden online olarak yapar olduk. Oluşan bu duruma gözümüzü yummamız, uzak durmamız mümkün değil. Aksine “Bundan nasıl yararlanabiliriz?” diye düşünmeliyiz. Var olan nimeti hayır ve güzellik için kullanmadığımız vakit bundan da hesaba çekiliriz.

Efendimiz’in Veda Hutbesi’nde geçen bir cümlesi var: “Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.” İnternet ağı ve özellikle de sosyal medya; değerlerimizi, düşüncelerimizi ve bildiklerimizi diğer insanlara ve kitlelere anlatma imkânını veriyor.  

İnsanoğlu, tarih boyunca ileri bir teknolojiden geri bir teknolojiye dönmez. Elektrik bulunduktan sonra kimse “Mum kullanalım” demez.

Şehircilik anlayışımız ve tasavvuf

Muhammed Hamidullah, “Bizim şehirciliğimizin temelinde Medine ve Harem yasakları gelir” diyordu. Ve dört maddede özetliyordu:

  • Kan dökülmez,
  • Hayvanlar öldürülmez,
  • Ağaçlar kesilmez,
  • Otlar yolunmaz.

Varlıklara, Yunus’un baktığı gibi bakmayı yeniden hatırlamalıyız. “Dağlar, taşlar, ağaçlar ve bütün varlıklar, Allah’ı tesbih ediyorlar” anlayışına dönmeliyiz. Cemadat ile bağlarımızı tazelemeliyiz. Şehirlerimizi ve dünyamızı, irfanî geleneğin ilke ve hikmetleriyle yeniden imar etmeliyiz. Dervişlik geleneğimizi ihya etmeliyiz. Dünyanın yeniden yaşanılır hâle gelmesi için elimizdeki en önemli kaynak, tasavvuf düşüncesidir. “Görünmeyen Üniversite” olan tasavvuf erbabı, tasavvufun tanımı için şöyle der: “Tasavvuf, Allah’ın sevgisini kazanmaktır.” Bu sevgiye ulaşmanın yollarından biri de yaratılanı, Allah için sevmek ve onların haklarını muhafaza etmektir. Biz de Yunus gibi, Mevlana gibi, Nasreddin Hoca gibi kaynaklarımızı bugüne taşıyabilirsek insanlığı emin kılabiliriz. Düşünsenize emin bir belde. Kan dökülmüyor, kavga dahi edilmiyor, ağaçlar kesilmiyor, hayvanları öldürmek şöyle dursun eziyet edilmiyor, merhametle yaklaşılıyor. Tarihte olduğu gibi otları kestiği için bir zât (Mustafa Devâti Hazretleri) rüyada sigaya çekiliyor.

Yunus Emre ve Mevlana Hazretleri tüm dünyada ilgi görüyor. Eva de Vitray Meyerovitch, Annemarie Schimmel, Coleman Barks gibi birçok insan Mesnevi üzerine çalışma yaptılar. Öyle bir sarılıyorlar ki Mesnevi’ye. Düşünceleri hatta dini inançları değişiveriyor ve Müslüman oluyorlar. İlginç bir örnektir; Müslüman olmasına vesile olan Hazreti Mevlana’nın yanına gömülmeyi vasiyet eden Fransız yazar Prof. Dr. Eva de Vitray Meyeroitch'in Fransa'dan getirilen kemikleri, Mevlana Müzesi’nin karşısında bulunan Üçler Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Yine Unesco 2021 yılını, Yunus Emre Yılı ilan etti.

“İyi savaş, kötü barış yoktur” denilmiş bizim kültürümüzde. Mecbur kalmadıkça savaşa sıcak bakılmaz. Barış içinde yaşamanın yollarına bakmalıyız. Bu dünyada haksız yere kan dökenlerin öteki dünyada güllerle karşılanması mümkün değildir.

Çevre konulu eserler

1970’li yıllarda Yeryüzü Yayıncılık’tan çıkan iki kitap, şehir ve medeniyet açısından önemlidir. Nabi Avcı tarafından Türkçe’ye çevrilen bu eserler; Seyyid Hüseyin Nasr’ın “İnsan ve Tabiat” isimli eseri ile Rene Guenon’un “Modern Dünyanın Bunalımı” isimli eseridir. Her iki kitap da çevre sorunlarını tartışan kitaplardır. Guenon kitabını 1927 yılında yazmış. O yıllardan bugünleri haber veriyor ve şöyle diyor: “Avrupa’nın açgözlülükleri bu hızla devam ederse bu dünya bunu kaldırmaz. Önümüzdeki yıllarda bütün dünya, büyük bir katastrof ile karşı karşıya kalacaktır.”

Avrupalı Müslümanlar’ın tasavvufun hareket noktası olarak öne çıkardıkları hadiselerden biri de Cibril hadisi diye bildiğimiz, Cebrail Aleyhisselam’ın Efendimiz’in ve sahabelerinin yanına gelip dinin ana unsurlarını beyan ettiği olaydır.

Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:

"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir." buyurdu. O zat: "Doğru söyledin." dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor hem de tasdik ediyordu."

"Bana imandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer:

"Bana ihsandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): " Allah'a, O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür." buyurdu. O zat:

"Bana kıyametten haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir." buyurdular.

“Allah bizi görüyor” inancındaki bir insan, hiçbir canlıya kötülük yapamaz. Gizli veya açık, kötü fiil ve işlerden uzak durur. İhsan mertebesinde hareket eden bir insan eminlik vasfını yüklenir ve irtibat kurduğu her şey ve nesne de emniyet içinde olur.

Şeffaflık ve yeniden doğma

Mahrem alanları dışında Müslüman, şeffaf ve dürüst olmalıdır. 

İnsanlık, “açıklık” ve “yeniden yapılanma” sürecindedir. Değişenler ve değişmeyenleri çok iyi tespit etmeliyiz. Çok şeffaf ve herkesin iletişimde olduğu bir dünya var. Medya, teknoloji, sermaye gibi kavramlar için sınırların kalktığı bir dünyadayız.  

Her gün yeniden doğmak zorundayız. Siyasette, edebiyatta, ekonomide yeni şeyler söylemek durumundayız. Yunus Emre’nin diliyle: “Biz her dem tazeyiz / Bizden kim usanası.”

Mevlana diliyle: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi! Her gün bir yere konmak ne güzel! Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım.”

Dünyaya yeniden “Gül alırlar, gül satarlar / Gülden terazi tutarlar / Gülü gül ile tartarlar / Çarşı pazarı güldür gül” diyen Ümmi Sinan’ın penceresinden seslenmeliyiz. İyilik, dürüstlük, kanaat gibi gül medeniyetinin kavramlarını hayatımızda diriltmeliyiz.

Dünyanın kaynakları herkese yeter, açgözlü olanlara yetmez. Tüketirken bir hırka bir lokma, üretirken bin hırka bin lokma demeli ve veren el medeniyetini yeniden inşa etmeliyiz. Açgözlülüğü değil tok gözlülüğü büyüten ve ikame eden bir kültür atmosferi oluşturmalıyız. 

Çarşılar ihtiyaçları, AVM’ler hazları, istek ve arzuları karşılarlar.

Paradigma değişimi

“Ya/ya” anlayışından “Hem/hem” anlayışına dönmeli ve altın oranda harmanlamalıyız. “Ya dünya ya ahiret” demek yerine “Hem dünya hem ahiret” demeliyiz. Çünkü ahireti kazanmak için dünyamızı da mamur etmemiz gerekir. “Ya Mimar Sinan ya Yunus Emre olmalıyız” diyenler değil “Hem Mimar Sinan hem Yunus Emre olmalıyız” diyenler dünyayı imar ve ihya edecek olanlardır.

“İnsan insanın kurdudur” paradigmasından “İnsan insanın yurdudur” paradigmasına dönenler dostluğu, muhabbeti ve barışı sağlayabilirler. 

Vesselam.