Demek ki, kişinin birey olduğunun farkına varmasıyla tek adam olma anlamında bireyselleşmesi farklı şeylerdir. Bat’ıda Aydınlanma dedikleri şey beraberinde bu aşırı bireyselliği getirdi. Kilisenin dogmatik bilgileriyle yetinmek zorunda bırakılan Batılı için Aydınlanma kaçınılmazdı. O birey olduğunu ancak bu yolla fark edebildi. Ama aydınlanma ‘insanın aklının dışında bir rehber kabul etmemesi’ diye anlaşılınca Batılı birey biraz fazla aydınlanmış olacak ki, gözleri kamaştı, kendinden başka otorite göremez oldu.
‘Aydınlanma’ deyince elbette Batı şartlarında filizlenen, oraya göre şekillenen, o toprağa göre meyve veren bir olgu akla gelir ve bütün olarak bize uymaz ama insana vahyin temsilcisi olarak bahşedilen aklı yeterince kullanma anlamında şu andaki haliyle İslam milletleri de buna benzer bir kendine gelmeye muhtaçtır. Her zaman söylüyoruz; Kuranıkerim’de akletmenin fonksiyonları olarak zikredilen tefekkür, tezekkür, tefakkuh, nazar, tedebbür gibi ondan fazla akli ve zihni eylem ya da ibadet sadece belli insanlar için emredilmemiştir. Her kul bir birey olarak ve kendi gücü nispetinde bunları yapmak zorundadır? Oysa Müslümanlar umumen bunların ne anlama geldiğini ve nasıl yapılabileceğini dahi şu anda yeterince bilmiyorlar. Belki Batı’nın muhtaç olduğu şey Aydınlanma idi, bizim muhtaç olduğumuz şey ise kendimize gelmedir diyebiliriz.
İslam’ın başlangıcında, yani insanlar sadece Allah’a kul iken aklın bu fonksiyonları çalışıyordu ama sonra kullara kul olma süreci başlayınca müminler bu yeteneklerini yavaş yavaş kaybettiler. Önce yönetimler onları kendilerine kul yaptı, sonra da buna tepki olarak bazı takva ehli müminler onlara kul olmaktansa kenara çekilip sırf evradu ezkârla yetinmeyi tercih eder oldular. Ama tasavvuf; zühd, takva ve duygu eğitimi olmaktan çıkıp, herkesin kendi bilgi ve arzularına göre şekillendirdiği bağımsız tarikatlar haline gelince bağlılarının her türlü mülkiyetine sahip olma arzusu ve psikolojisi tasavvufu ilk safiyetinden çıkardı. Bu defa da yöneticilerin zorla yaptıklarını bazı tarikat şeyhleri takdis gücüyle yapmaya başladılar. Daha dünkü haberlerde suiistimalden yakalanan bir tarikat şeyhi her an Allah’la görüştüğünü söylüyordu. Böyle birisinin kullaştıramayacağı ve her şeyine sahip olamayacağı cahil var mıdır? İnsanları kendine değil de Allah’a kul olmaya çağıranlara sözümüz yok. Ama bu söylediklerimiz de var mıdır yok mudur? Aklımızı hiç olmazsa bunu düşünecek kadar kullanmalı mıyız değil miyiz? Şu anda Türkiye’nin en büyük ve en örgütlü tarikatlarından biri ‘nübüvvet ve velayet bizim abimizde cem olmuştur, ona teslim olmayan helak olur, İsa’nın görevi ona verildiği için Hz. İsa’nın inmesi tehir edilmiştir’ diyorlar mı demiyorlar mı? Bunca bağlıları buna inanıyor mu inanmıyor mu? Bunlar bir şaka mı, söylenti mi? Bu durum Allah’ın kullarını, kendilerine kul etme değilse nedir?
Peki, biz bunları dile getirelim mi getirmeyelim mi? Tasavvufu kötü gösterenler bunlar mıdır, bunları dile getirenler midir? Bir hafta önce bir video izledim; ‘kardeşlerim, efendinin huzurunda bir an bulunmak yüz elli yıllık ibadete bedeldir’ diyordu ve bunu bastıra bastıra, sanki Allah’tan vahiy ile bildirilmiş bir gerçek gibi anlatıyordu.
Konumuza dönelim, Âdemoğlunun ilk ve en zorlu imtihanı kadındır. İslam toplumlarında çok uzun zamanlardan beri kadının; herkesten bağımsız bir kul olduğunun bilincinde olması anlamında bireyleşmesi erkeğinkinden iki kat fazla elinden alınmış ve Allah’tan önce, genel olarak erkeğe, özel olarak da kocasına kul yapılmış değil midir? Bunu itirafla işe başlamazsak kaybettiğimiz mesafeyi kapatamayız. Ama burada da bir tehlike var ve buna dindarlardan önce dışarıdan bir ses, bir sosyolog Nilüfer Göle dikkat çekiyor: Yeni model İslamcı kadınlar da Feminizmin söylemini büyük ölçüde benimseyerek bireyselleştiler ve erkeğin otoritesini de sorgular oldular. Nikâh hakkını alma, kayınpedere hizmet etmeme vb. Bu durumun elbette geleneğin otoritesini kırma adına faydaları var. Ancak Müslüman kadını yabancılaştırdığı da açık, diyordu. Yani burada da bir uçtan diğerine savrulma riski var. Ama elbette böyle bir risk beriki uca razı olup ondan hiç ayrılmamayı gerektirmiyor. Şöyle diyebilir miyiz? Dinin özünden uzaklaşan tarikatlar erkeğin bireyliğini bastırma ve onu kullaştırma adına ne yaptılarsa, geleneğe teslim olmuş cahil erkekler de kadına aynısını yaptılar. Fark sadece şu: Bunun için biri takdis gücünü kullandı, diğeri ise pazusunu.