Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bir zamanlar Afganistan

Eskiden hangi dille konuşuyorduk Afganistan’ı, şimdi hangi dille? Afganlılar ne için çalıştı, hasılatı kim topladı? Hadi, düşünsün herkes, nereden nereye geldik? Çünkü hep başımıza geliyor böyle şeyler.

Bir zamanlar Afganistan

Yusuf Ziya Cömert yazdı;

Sessiz, etkisiz bir ülkeydi Afganistan. Matematik hocamız, Halil Demircan mıydı adı? Arka sırada oturan ve derste hiç sesi çıkmayan bir iki arkadaşa “Afgan delegesi gibi orada oturuyorsunuz” derdi bazen.

Birleşmiş Milletler’de Afgan delegeleri hiçbir işe karışmadan arka sıralarda otururlarmış. Böyle etkisiz insanları Afgan delegesine teşbih etmenin sebebi buymuş.

Televizyon bile yok o zamanlar. Ama film var.

Ömer Şerif’in başrol oynadığı bir film. Balıkesir’de, Şan sinemasında seyretmiştim. Ömer Şerif’in bacağındaki yara iyileşsin diye yarasına Kur’an-ı Kerim sayfaları sardığını iyi hatırlıyorum. Çünkü garibime gitmişti. Öyle de oluyor mu?

Joseph Kessel’in Atlılar romanını, bu romandan uyarlanan Vahşi Atlılar’ı seyrettikten çok sonra okudum. 80’lerin başında, birkaç Özbek ve birkaç Peştu ile tanıştıktan sonra. Harika romandır.

Afganistan hakkındaki ilk izlenimim bu filmde gördüklerimdir.

Çok da kötü değildi bu izlenim. Kendi halinde, dağlarda, yaylalarda geçinip giden bir ülke.

Dünyanın arka tarafı. İran’ın doğusunda, Rusya’nın güneyinde, Pakistan’ın kuzeyinde. Davut Han, sessiz sedasız bir adam. Ne mutlu, ne mutsuz. Kimin işi olur ki Afganistan’la?

Rusya’nın olurmuş.

Rusya üşüyormuş. Kuzey Buz Denizi ve Sibirya soğuk. Onun için sıcak denizlere ulaşıp ayaklarını suya sokmak, biraz ısıtmak istiyormuş.

Brejnev 1979 Aralığında Sovyet askerlerini gönderdi ve orada darbe yaptı. Davut Han devrildi, yerine Taraki getirildi.

Afganlılar bu komünist ‘devrim’den memnun olmadılar. İsyan ettiler.

Benim gördüğüm ilk Özbekler ve ilk Peştular Ankara’daydı. Kuşcağız’daki Kur’an kursunda.

Rahmetli Erdem Bayazıt Yeni Devir’de yazmış. Kış günü, Afganistan’dan Ankara’ya mülteciler gelmiş, oraya yerleştirmişler.

Eskişehir’den üç dört arkadaş esnaftan ne bulduysak, ayakkabı, palto, kazak ve saire, topladık gittik.

Abdülgani Kunduz’luydu. Veled-i Seyid Ahmed. Cemiyet-i İslami’nin lideri engineer Burhaneddin Rabbani’nin taraftarlarından.

Kardeşi Ahmet daha genç. 16-17 yaşında. “Piruz bolanda sizin bile ketemiz” diyordu. Ya da aklımda böyle kalmış.

Özbekçe çok uzak bir dil değil, anlıyorsun.

Hatta sofra başındayken bir arkadaş kapıdan girmişti de, ona “Kaynanan seni seviyor, buyur” demiştim.

Abdülgani güldü. “Munu biz de derimiz” dedi.

Esmer, Cahit Zarifoğlu’nun şiirlerindeki gibi, ‘harp yanığı’ yüzleriyle, kocaman sarıklarıyla heybetli adamlardı Afganlılar.

Ah! Cahit Abi’nin şiirleri Afganistan destanının unutulmaz sahneleridir.

“Ağaçlar içinden akan nehre/Dalçık günde bin kere ve gecelerde/Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın”

Nerede o şiirler şimdi?

Geçen bunca zamandan, masa başlarında, mülteci kamplarında, taliban mekteplerinde parçalanan, çar çur edilen büyük rüyalardan sonra?

O şiirler gökyüzünde asılı duruyor.

Zarifoğlu’nun muallakası olarak...

Meral Maruf’un mektupları ki onları da biraz Cahit Zarifoğlu’na borçluyduk.

Abdülhamit Muhaciri’nin günlükleri...

Abdülhamit Muhaciri vardı bir de, asıl adı Bahattin Yıldız.

Onun naaşının onyıllar sonra Hindukuş Dağları’na serpilmesi herhalde sıdkının, ihlasının bir alametidir.

Bitti şimdi o şiirlerdeki, hayallerdeki Afganistan.

‘Piruz boldu” ama nasıl bir ‘piruz?’

Engineer Gülbeddin Hikmetyar, Engineer Burhaneddin Rabbani, Ahmet Şah Mesud ve diğerlerinin esamisi okunmuyor.

Engineer unvanını kullanmaya niçin bu kadar hevesliydiler o zaman da anlamıyordum.

Hesapları vardı Amerika’nın, Avrupa’nın.

Evet, Ruslar bozuldu, çekildi gitti.

Ruslar’a yar olmadı Afganistan. Ama Afganlılar’a da yar olmadı.

O zamanlar adlarından hiç haberdar olmadığımız el-Kaide’lere, Taliban’lara dönüştü.
Bir acıya, bir hayal kırıklığına, bir hüsrana dönüştü.

Bu, ders alınması gereken bir hikaye.

Ve üzerinde çok çok düşünülmesi gereken...

Sen güzel yürüyorsun. Fakat senin güzel yürüyüşünden çirkinlik imal edilebiliyor. Orada, burada, başka yerde...

Yanı sıra bizim noksanlıklarımız, gafletlerimiz.

Eskiden hangi dille konuşuyorduk Afganistan’ı, şimdi hangi dille?

Afganlılar ne için çalıştı, hasılatı kim topladı?

Hadi, düşünsün herkes, nereden nereye geldik?

Çünkü hep başımıza geliyor böyle şeyler.



Anahtar Kelimeler: zamanlar Afganistan

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER