İbrahim Kiras yazdı;
Popülizm denildiğinde bizim aklımıza halk dalkavukluğu diye tanımlanabilecek bir “tutum” geliyor ama siyaset bilimciler popülizm derken yeni bir “siyasi ideoloji”den söz ediyorlar. Dolayısıyla birbirinden çok farklı toplumsal yapılar ve kültürler içinde yer alan Trump’tan Chavez’e, Berlusconi’den Maduro’ya, Duterte’den Mori’ye, Orban’a kadar birçok isim popülist ideoloji bayrağını birlikte taşıyorlar. Aynı şekilde söz gelimi Le Pen’in veya Wilders’ın aşırı sağcı partileriyle Syriza ya da Podemos gibi sol hareketler de popülist kategorisi içinde buluşabiliyor.
Popülist ideolojiyi çözümlemek için karşıtını kerteriz almak faydalı olabilir. Popülizmin karşıtı elitizmdir. Toplumun seçkin unsurlarının egemenliği. Sosyal pozisyonu, eğitimi, kültürel donanımı, ekonomik imkanları vs. itibarıyla ülkedeki çoğunluktan farklılaşmış olan elit zümrenin yozlaşmış, yabancılaşmış olduğu, milleti temsil etmediği, milletin egemenliğini gasp etmiş olduğu fikridir popülizm.
Ne var ki elit tanımına kimlerin gireceği somut bir kritere dayanmaz. Siyaset bilimcilerin elit diye tanımladığı “düşman zümre”nin adı da farklı toplumlarda farklı olabilir. Ama aynı zamanda popülizm milleti ve milli iradeyi -milletle özdeşleşmiş- karizmatik bir liderin tek başına temsil edebileceği fikridir. Milleti temsil vasfı olan bir liderin devleti de milletten aldığı yetkiyle dilediği gibi yönetmesi gerektiği düşünülür. Bu bağlamda anayasal kurumlar ve basın da ayak bağı veya düşman olarak görülmektedir.
***
Demek ki elit(izm) karşıtlığı olarak görülen tutum bundan daha fazlasıdır aslında. Konu üzerine kayda değer çalışmaları bulunan Alman siyaset bilimci Jan-Werner Müller popülizmin daha ziyade çoğulculuk karşıtlığı boyutuyla tanımlanması gerektiğini savunuyor, üstelik Türkiye’den bir örnek üzerinden:
“Popülistlere göre yalnızca ve yalnızca kendileri milletin temsilcisidirler. Mesela kendisini eleştirenlere ‘Millet biziz. Siz kimsiniz?’ diye seslenen Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı düşünün. Erdoğan muhaliflerinin de kendisi gibi Türk olduğunu biliyor elbette. Milleti yalnızca kendisinin temsil ettiği iddiası ampirik değil ahlaki bir iddia.”
(Erdoğan aslında bu yaklaşımın daha ileri ve daha net örneğini Müller’in kitabının yayımlanmasından sonra yaptığı bir konuşmada verdi. “Türkiye ile AK Parti’nin kaderi adeta bütünleşmiştir; Türkiye’yi seven AK Parti’yi seviyor, Türkiye’den nefret eden bizden de nefret ediyor” dedi.)
Alman siyaset bilimci sözlerinin devamında ise şunu söylüyor: “İktidar yarışı sırasında popülistler siyasi rakiplerini ahlâksız ve yozlaşmış elitin unsurları olarak resmederler; iktidara geldikten sonra ise hiçbir muhalif hareketi meşru kabul etmezler. Popülist mantığa göre kendi partilerini desteklemeyenler milletin asli unsuru değildirler. Yani popülistler ‘Biz yüzde 99’uz’ demezler, ‘Biz yüzde 100’üz’ derler.” (Jan-Werner Müller, “What Is Populism?”, University of Pennsylvania Press, 2016, sh. 3. [Kitabın Türkçe çevirisi de İletişim Yayınları’ndan çıktı.])
***
Başlangıçta millet ile milletin haklarını ve egemenliğini gasp etmiş olan elitler arasında bir mücadele iddiasıyla yola çıkan popülist siyaset giderek toplumu “milletin gerçek evlatları ve diğerleri” şeklinde ikiye ayırmaya yönelik bir ideolojik çerçeveye ulaşır. Asıl tehlikeli boyutu da budur. Toplum kesimlerinin birbirlerini ortadan kaldırılması gereken düşman güçler olarak görmelerine yol açması.
Geçenlerde bir vesileyle ekonominin sandık tercihlerine etkileri hakkında geliştirdiği teorik modellemelerden söz ettiğim Prof. Ali Akarca’nın geçenlerde çıkan bir dizi makalesinde kavramın tanımlanması hususunda önemli ipuçları var.
Esas olarak üç tür popülizm olduğunu söylüyor Akarca: “Ekonomik popülizm, kaynakları zenginlerden orta ve alt gelir gruplarına aktaran sosyal ve ekonomik politikalar izlemeyi esas alır. Ne var ki bunun sürdürülmesi zordur, çünkü maliyeti yararlarından fazladır.”
“Siyasi popülizm, yönetimde kontrol ve denge sağlayan kurumları ‘milletin iradesine’ engel olarak gördüğü için göz ardı etmeyi, çalıştırmamayı, ele geçirmeyi veya ortadan kaldırmayı hedefler.”
“Kültürel popülizm, belirli bir ırkı, milliyeti, dini, mezhebi veya sınıfı “gerçek millet” kabul edip diğerlerinin önüne geçirmeye yöneliktir.” (Ali Akarca, “Three Types of Populism: Economic, Political and Cultural”, https://theforum.erf.org.eg/2021/05/31/three-types-populism-economic-political-cultural/)
Dünyanın neresinde olursa olsunlar tüm popülistlerin ortak bir özelliği var… Prof. Akarca’ya göre bu özellik toplumu daima zengin ve fakir, şehirli ve taşralı, çoğunluk ve azınlık, proletarya ve burjuvazi veya yerliler ile göçmenler gibi iki gruba ayırıyor olmaları. Bunlardan birini ‘millet’ olarak etiketleyip geri kalanlara ise milletin haklarını gasp eden ‘ötekiler’ muamelesi yapmaları...
***
Kendi ülkemizdeki siyasi manzaraya bakıldığında öyle görünüyor ki önümüzdeki süreçte hem popülizm kavramını tartışmaya hem de literatüre vaka örneği sağlamaya devam edeceğiz.