Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta meydana gelen müthiş patlamada çok sayıda can kaybı var. Kıbrıs’ta bile işitilen patlama sırasında Beyrut’ta camı çerçevesi kırılmamış tek ev kalmadığını ajanslar bildiriyor. Büyük bir tahribat söz konusu.
Ülke yas tutuyor.
Patlama sonrasında bile Lübnan’ın bizim medyada işlenmeye değer bir konu olarak görülmemesi bizim kabahatimiz.
Oysa Lübnan, patlamadan kısa süre önce istifa eden dışişleri bakanı Nassif Hitti’nin söylediği gibi, ‘iflas etmiş devlet’ haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya.
Lübnan, ‘iflasına ramak kalmış ülke’
Aşağıdaki bilgileri dünkü Wall Street Journal’da (WSJ) çıkan haberden aktaracağım.
Nüfusu 7 milyondan az olan Lübnan’da ekonominin kötü yönetilmesi sonucu rekor düzeyde enflasyon var: Enflasyon oranı yüzde 89.7. Gıda fiyatları geçen yıl bu zamandan bugüne tam üç misli artmış durumda. Fiyatlar son zamanlarda ayda yüzde 50 oranında artmaktaydı.
İşsizlik oranı yüzde 25. Dünya Bankası’na göre halkın yarısı açlık sınırının altında.
Rüşvet, adam kayırmacılık had safhada.
Ülkenin parası pula dönmüş durumda. Lübnan Merkez Bankası’nın (Banque du Liban) ilan ettiği kur ile karaborsa arasında bire beş fark var. Halk bankalarda yatan parasını çekebilmek için şubeler önünde kuyruklar oluşturuyor.
Merkez Bankası dolar karşısında yerel paranın değerini koruyabilmek için sürekli dışarıya borçlanmış. Hükümet dış borçları ödeyemez duruma gelince IMF’nin kapısına dayanmış, ancak 10 milyar dolarlık bir fon için yürütülen müzakerelerden sonuç çıkmamış.
Lübnan’da yaşanan ekonomik sıkıntılara ilaç olabilmek için yurtdışında yaşayan zengin vatandaşlar dolarlarını ülke bankalarına göndermek suretiyle devreye girmişler; ancak anlaşılan, siyasilerin verdikleri reform sözlerini yerine getirmemeleri onların da hevesini kursaklarında bırakmış.
WSJ patlama öncesi Lübnan’ın durumunu böyle özetliyor.
Bölgenin bir zamanlar en fazla ilgi gören ülkesiydi Lübnan. Başkenti Beyrut “Ortadoğu’nun Paris’i” diye anılırdı. Dünyanın her tarafından turist çeken bir cazibesi vardı. Ancak iç çekişmeler ve birkaç aileden oluşan vurdum duymaz siyasetçi sınıfı ülkeyi önce iç savaşa, sonra da Hizbullah örgütü gölgesinde bir yaşam tarzına sürükledi.
Sonuç ‘iflasına çeyrek kalmış bir ülke’ görüntüsü…
Hizbullah yalnız silahlı bir güç değil, aynı zamanda bir siyasi parti ve hükümet kararlarını alırken Hizbullah’la ters düşmemeye de gayret etmek zorunda. Ancak, Hizbullah-İran ilişkisi yüzünden, ekonomik sıkıntıları azaltmak üzere el uzatabilecek bölge ülkeleri Lübnan’dan ellerini çekmiş durumdalar.
Çok sayıda cana ve milyarlarca dolarlık tahribata yol açan patlama böyle bir ortamda meydana geldi. [Covid-19 tedbirleri yüzünden şirketlerin büyük bölümü çalışanlarının evden katkı vermesini tercih etmeseydi ölü sayısı çok daha yüksek olabilecekti.]
Lübnan siyaset ile ekonomi arasındaki ilişkinin sağlıklı olmasının ne denli önem taşıdığının en çarpıcı örneklerinden biri. Venezuela da öyle. WSJ benzer durumda olan bir başka ülkenin adını daha veriyor: Zimbabve…
Pandemi bütün ülkelerin ekonomilerini sarsıyor. Sarsıntıyı az zararla atlatan ülkeler var, bir de içine itildikleri sorunların hacminin ‘iflas’ sınırında bulunanlara benzemeye başladığı ülkeler… İlk gruba demokratik kurumları güçlü ülkeler giriyor. Popülist liderlerin iş başında olduğu ülkelerin ekonomileri başkalarından daha fazla olumsuz etkileniyor pandemiden…
ABD bile…
Lübnan’ı düşünürken Türkiye
O kadar insanın ölümüne yol açan patlama yüzünden Lübnan üzerinde düşünürken, dün, birden bire bizde de ekonomiden hoş olmayan sinyaller yükselmeye başladı. Dolar TL karşısında değer kazandı, 1 dolar 7.25 TL’nin üzerine çıkıverdi.
Dolar Euro ve Sterlin gibi para birimleri karşısında son zamanlarda sürekli değer kaybediyor oysa.
Kötü yönetim… Yanlış gündem maddeleri… Güven kaybı… Reform beklentilerinin karşılanmaması… Ve tabii pandemi döneminin dayattığı ek sorunlar…
Zihnim, biraz önce okuduğum, bir Lübnanlı’nın patlama üzerine sıcağı sıcağına aktardığı hislerine gitti.
“Ne oldu da bu felaket oldu?” sorusuna cevap arayan ve öncelikle Lübnan’ın tarihini, yönetici elitlerini suçlarken, birden bire “Nedeni boş ver” noktasına gelen Rabih Alameddine’in Washington Post’ta çıkan yazısı.
“Bu felaket bir kişinin ihmali veya suç işlemeye meyyal oluşu yüzünden meydana gelmedi. Gümrük müdürü veya liman yöneticisi rüşvet mi almıştır? Hiç önemli değil. Tekil şahıslar veya belli bir grup suçlu değil. Çürük elmalar da değil, suçlu bütün bir bahçe, hatta bütün bahçeler. Sistemli bir yönetim beceriksizliği. Her felaket için her grup birilerini suçlayageldi bugüne kadar. İç savaş, bütün taraflar anlaşırlarsa daha fazla soyabileceklerini anladıkları için sona erdi. Her zaman bir günah keçisi bulunur, şimdi de bulacaklardır. Fakat artık yeter.”
Alameddine bütün siyaset esnafına, yerleşik her şeye “Yeter, gidin artık” diyor.
Lübnan için de üzülmeliyiz.