Son dönem, sosyal medyada dolaşımda olan kısa bir video var. Süleyman Demirel konuşuyor, yanında Erdal İnönü, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit. 90’lı yıllar. Efendi efendi konuşuluyor, konuşan dinleniliyor. Fetöcü, hain, alçak, bölücü, terörist gibi laflarla kimse kimseye çemkirmiyor, sataşmıyor. Bildiğiniz medeni insan tavırları sergileniyor. Demirel’in tespitleri şöyle:
“Türkiye’nin birinci sorunudur enflasyon. Hakikaten bugün, enflasyon dediğiniz… Halk günlük yaşar, halkın birinci sorunu geçim sıkıntısıdır. Esas… Enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar, borcu olan borcunu ödemez, alacağı olan alacağını alamaz. Hırsızlıktan, soygundan, fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar. Toplumun içini bozan bir olaydır. Onun için batılılar, enflasyona ‘bir numaralı halk düşmanı’ derler, ‘tek kollu canavar’ derler. Batı enflasyondan fevkalade çekinir.”
Türkiye 2018 yılından bu yana, bariz hissedilir biçimde, bilhassa son 2 yılda akıl almaz bir “düşüş” yaşadı. Türk Lirası müthiş bir itibar kaybı yaşadı, adeta yere çakıldı. Yükünü tutanlar için ne gam. Tekerrüre meftun, dini de diyaneti de “patinaj” olan bu ülkede bizim kuşak da üzerine düşen “darbe”yi aldı. Hem askeri hem ekonomik olarak. Tarihten ders alacak kafaya da ahlaka da sahip olmadığımızdan bu haldeyiz. Çocuklarımız da aynı akıbeti yaşayacaklar ve soracaklar: “baba, darbe olduğunda siz ne yaptınız?” Kendi (“prime time”) zamanlarındaki darbelerle kıyaslamak isteyecekler. Öyle ya, mukavemet devşirmek hepimizin hakkı ve ödevi.
Gönül rahatlığıyla diyeceğim ki “oğlum ben kimsenin ayağını kaydırmadım. Gaza gelip “muhbir vatandaş” olmadım, kıytırık bir gasteye abone olanı, bankaya para yatıranı, dershaneye gideni, sendikaya üye olanı fişlemedim, ihbar etmedim, asla itibar edilmez bir yargı’nın ağına itmedim, çekmedim! Allah’tan korktum, uyduruk milatları değil hukukun temel ilkelerini baz aldım. Allah günahlarımızı affetsin ama kanmadım da kandırmadım da. İnandığımı konuştum ve yazdım. Masumiyet karinesini korudum, hukukun üstünlüğüne itibar ettim, şüpheden devleti değil sanığı yararlandırdım. Mazluma dinini sormadım, “zulüm bizdense ben bizden değilim” dedim. 15 Temmuz’da gelen, koca koca soru işaretleri altında buram buram şaibe kokan, kurgulandığı yerlerinden patlak veren darbeden ziyade OHAL ile gelen ve Hukuk’un kafasına inen darbeyle ilgilendim. Hakkı ve hukuku gözettim, KHK’ları mahkûm ettim. İftira ve fitne okları havada uçuşuyordu. Ciğeri beş para etmez trollere, pespaye trollük faaliyetlerine prim vermedim. Münafıktan gelen haberlere itibar etmedim, itibar edenlere geçmiş olsun dileklerimi ilettim, bu sebeple hayatını kaybedenler için baş sağlığı bile diledim!”
Batılıların “bir numaralı halk düşmanı” ilan edip kovdukları enflasyon semirmiş, ağzından ateş saçan bir canavar olup hayatı çekilmez hale getirmiştir. Tamam da, bu, göktaşı gibi bir anda düşmedi ya ülkenin başına! Bunun bir sorumlusu var. Kim?
Sorumlusu biziz. Bu millet. Bu ülkeyi yönetenler. Bu ülkeyi yönetemedikleri besbelli olduktan sonra da onları ısrarla destekleyenler. Rahmetli Akif Emre’nin belirttiği gibi hak elde etme mücadelesi değil pay kapma kavgası verenler. Hukuk değil adalet değil rant ve menfaat talep edenler.
Sormazsak hatırı kalır: Enflasyon canavarını kovanlarla onu daha azgın bir hale getirip başa bela edenler aynı insanlar mı? Aynı parti mi?
Görünüşte öyle ama gerçekte değil kesinlikle. İlki milleti gözeten ve muhalefet eden bir hükümetti. Ak pak olmasa da iddiası olan bir partiydi. Sonraki devlet olmuş, statükoya tutunmuş, toplumun gerisine düşmüş, çürümüş ve millete yük olmuş bir şirket. Bugünden de gelecekten de yiyen, doymak nedir bilmeyen bir “menfaat” A.Ş.
Hal böyle olunca, uzun bir süredir, “bir ülkeden bir rantiye ve şantiye sahası yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” diyen Rakel Dink geliyor aklıma! (Buna benzer bir şey söylemişti. O kalabalık içinde tam duyamamış olabilirim, geçmiş zaman.)
Hrant’ın kanı bulaşmış Ankara’dan, Ankara’nın derin dehlizlerinden bahsediyorum, benim “z kuşağı” kardeşlerim. Peker’li gecelerden Ağar’an sabahlardan, “Soylu” geleneklerden, kadim geçmişten, geçip gitmeyişten, bitmek bilmeyişten, “makûs” talihten bahsediyorum. Devlet aklımızdan, yanı sıra konuşlanmış aparatlığımızdan bahsediyorum.
Hak ettiğimiz gibi yönetildiğimize inanıyorum elbette. 15 Temmuz’dan bu yana pervasız bir ivmeyle devam eden kötüye gidişe bir dur (“one minute”) demezse bu millet, seçimini “gönüllü kulluğu” sürdürmek yönünde kullanırsa saygı duymam ama saygı gösteririm. Sonuçta ben de kendi halinde medeni bir insanım şunun şurasında.
Çocuklarımızın sofrasından çalınanların hesabını sormaktan başka ne gelir ki elimden.
Kaynak: yenipencere.com