Tarih: 07.04.2021 15:34

Bir Neslin Öyküsü

Facebook Twitter Linked-in

Öğrenci andı ile ilgili tartışmalara göz atarken, zihnimde çocukluğumda cevabına bir türlü ulaşamadığım sorular canlandı ve geçmişle şimdi arasında gidip geldim. Dün gibi hatırlıyorum sesimizi sonuna kadar yükselterek dillendirdiğimiz ifadeler vicdanımın sokaklarında dolaşır ve üstünlüğün ırkla mümkün olabileceğine ihtimal veremezdim. Nasıl olurdu da insan ait olduğu etnik yapı, dil ve kabile üzerinden değer elde edebilirdi. Bunu vicdanım bir türlü kabul etmiyordu ama çocuktum ve soramıyordum.

Yarım asır sonra İslam’ın kuşatıcı değerleri ile uyuşmayan öğrenci andının kaldırılması gündeme geldi ve toplumun farklı kesiminden sesler yükselmeye başladı. Çünkü telkin edilen bu ifadeler bu kişiler için artık sorgulanamaz hale gelmiş ve dinleşmişti.

Şu günlerde laik kesimin tepkisel reaksiyonlar verdiklerini ve öğrenci andının kaldırılmasını öncü şahsiyetlerine bir saygısızlık olarak addettiklerini görmekteyiz. Oysa öğrenci andının içeriğini oluşturan ifadeler, kültürel kimliklerini oluşturma aşamasında olan çocuklara ırkçılığı, nefreti ve öteki algısını empoze ediyor ki, bu çocukların sevgi eksenli bir kardeşlik duygusuna sahip olmaları mümkün olmayacaktır. Nitekim bunun pratik yansımalarını zaten görmekteyiz. Oysa dünya farklı ırkların, farklı renklerin, farklı kabilelerin insanlıkta birleştiği bir mekandır ve hepimiz Hz. Ademin çocukları, fani dünyanın misafirleriyiz.

Irkçılık vurgusu yapan öğrenci andının 23 Nisan 1933’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr Reşit Galip tarafından yazıldığı söylenir fakat arka planda nelerin tasarlandığını bilmiyoruz. Zira bahsi geçen tarih toplumun bütünüyle bir kimlik karmaşasına sürüklendiği ve yozlaşmaya itildiği bir süreç. Hatırlarsanız; İslam kültürü ile bütünleşen halk bir anda kendini farklı bir kulvarda buldu ve ulusal bir kimliğe zorlandı. Kardeşliğin üst bir değer olduğunu içselleştiren çocuklar derin bir boşluğa düştüler ve biz ve ötekiler ayrımına sürüklendiler.

Zamanın milli eğitim bakanının kaleme aldığı iddia edilen bu ifadeleri, İslam kardeşliğine önem veren bir toplumun kabul etmesi nasıl mümkün olabilirdi? Elbette kolay olmadı ve insanlar ağır baskılara maruz kaldılar, büyük bedeller ödediler. Bu kardeşlik bağları güçlü olan İslam toplumlarına kurulmuş bir tuzaktı. Nitekim öz değerleri ile kavgalı hale getirilen Türk toplumu ve tüm İslam toplumları kimliklerini inanç ve değerleri üzerinden değil de sahip oldukları ırkları üzerinden tanımlamalıydılar ki, birbirlerine düşsünler ve kolay lokma haline gelsinler. Kardeşlik duygularını kaybedip birbirlerini düşman ilan eden toplumları sömürmek, alt etmek ve esarete sürüklemek elbette kolay olacaktı ki, ne yazık ki öyle de oldu.

Hitler’in, Mussolini’nin, Stalin’in faşizmi güçlendirmeye çalıştıkları bir dönemde bizim illerde de söylemler değişmiş, insanlar İslam’ın değerlerinden uzaklaşarak kendilerini ırkları üzerinden tanımlamaya başlamışlardı. Andımız bir neslin kültürel kimliğini şekillendirmiş ve Müslüman evlatları sahip oldukları ırkın kendilerine üstünlük getireceğine inanır hale gelmişlerdi.

Türk’üm ve üstünüm düşüncesine sahip olan ve kendilerini etnik yapı üzerinden tanımlayan nesillerin ektiği şiddet bu topluma darbe olarak döndü, başörtüsü yasağı olarak döndü, kin ve nefret olarak döndü. 28 Şubat’ta onlarca öğrencinin başörtülü oldukları gerekçesi ile okullara almayan zihniyet, tek tip insan yetiştirme hayallerinin, ırkçılığın, faşizmin savunucularıydılar ve üzerimize şiddet yağdırdılar.

Güne besleme ile başlayan ve üstünlüğün ancak iman ve takva ile mümkün olabileceğine inanan fertlerin hayat bulduğu coğrafyalarda ırkçılığa geçit verilmeyecektir, buna yürekten inanıyorum.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —