Türkiye’nin önemli problemleri var. Dış politikadan ekonomiye, oradan sosyal hayatımıza kadar ne tür sıkıntılarla boğuştuğumuzu hem bireyler hem de toplum olarak yaşıyor, görüyoruz. Zor günlerden geçiyoruz. Bazen kısır döngüler içinde kalıp umutsuzluk girdabına bile sürükleniyoruz.
Her şeye rağmen sıkıntıların boyutu ne olursa olsun her birisinin mutlaka aşılabilir olduğunu bilmemiz gerekir. Umutsuzluğun hiçbir faydası olmadığı gibi doğru da değildir. Hangi hâl ve şart altında olursa olsun millet olarak problemlerin üstesinden gelme tecrübe ve birikimine sahip olduğumuz gerçeği tarihi olarak da ispatlanmıştır.
Diğer taraftan bütün bu sorunların çözümünün adresi olan siyaset kurumunun son yıllarda aşırı bir güven kaybına uğradığını üzülerek müşahede ediyoruz. Siyasetin dili rekabeti değil düşmanlığı telkin ediyor. Uzlaşma arayışını değil, inatlaşmayı öne çıkarıyor. İkna etmek üzerine değil, iddialaşma paradoksuna üzerine yürütülüyor. Ortak sorunlara birlikte çözüm aramak yerine birbirini yok sayan bir anlayışa herkesi mahkûm ediyor. Her siyasi partinin tabii olarak farklı çözüm yolları olacak. Farklı metotlar dile getirilecek. Ancak mevcut siyasi konjonktür, siyasetçilerin taban konsolidasyonu hedeflerine teslim oluyor. Bu durum sorunları çözemediği gibi daha da içinden çıkılmaz noktalara taşıyor. Özellikle mevcut hükümet sistemi toplumu kamplara bölüyor. Hukukun da mevcut sisteme göre kendisini kurgulamaya çalışması siyaset ve güven arasındaki ilişkinin daha da zayıflamasına sebep oluyor.
Sokakta iki insan birbirine karşı kullansa ortalığın karışacağı cümleler, hem de televizyonlarda, toplantılarda, meydanlarda çok rahatlıkla kullanılabiliyor. Nefretin iletişim dili haline geldiğini görmekten toplum olarak muzdarip durumdayız. Sonunda söyleyeceğimizi şimdi söyleyelim; bu sürecin, stratejinin, üslubun, yaklaşımın, dilin kimseye bir faydası olmayacağı gibi bu siyaset tarzının kazananı da olmaz, olmayacak.
Kime dokunsanız mutsuz, kiminle konuşsanız yığınla dert dinliyorsunuz. Gençlerin önemli bir kısmı geleceklerini artık bu ülkede görmüyor.
Doktorlar arasında bir istifa furyası başlamış durumda. Çiftçi zaten borç içinde yüzüyor. Açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren milyonlarca insanımız mutfaklarından önce faturalarını düşünmeye başladılar. Dipsiz bir kuyuya doğru itiliyoruz.
İşte bunlardan dolayı siyaset çözüm merkezi olmaktan asla çıkarılmamalıdır. Siyasete güveni tesis etmek her siyasini ana görevi olmalıdır. Kamplaşma artık bu ülke için milli güvenlik meselesi haline dönüşmüştür. Çocukların zihnine kin ve nefret yüklemek asıl beka sorunu demektir. Birbirine nefretle bakan nesillerin bu ülkeyi götürebileceği yer karanlıktır. Çözümsüzlüktür. Tartışma kültürünün, müzakere adabının, saygının, sevginin, tahammülün genç dimağlara hâl diliyle öğretilmesi şarttır.
Bakınız acı içinde kıvranarak, kendimi paralayarak söylüyorum; bu işin sonu uçurumdur, yıkımdır, dış güçlerin ekmeğine yağ sürmektir.
Siyasiler eğer bu ülkeye, bu millete karşı bir sevgileri olduğunu iddia ediyorlarsa toplumu germekten, ayrıştırmaktan vazgeçmelidirler. Neden bunda ısrar ediyorlar bazen gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Yine de insanımızı takdir ediyorum. Siyasetin kin yüklü diline kendilerini kaptırsalar, ülke tam anlamıyla yaşanamaz hale gelecek.
Allah şerlerden hayır çıkarıyor. İnsanlar siyasetin düşmanlaştırma diline inat birbirini anlamaya çalışıyor. Zorlu şartlara ve maddi-manevi engellere rağmen kendisini kaybetmeden yol almaya çalışıyor. Bu toplum olarak önemli bir kazanımdır. İtidal önemlidir. Teenni hataları azaltır. Bundan dolayı makul insanlar daha çok konuşmalı, konuşturulmalıdır. Kötü örneklere itibar edilmemelidir. Bu memleket, bu topraklar, bu ülke, bu devlet, bütün renk ve farklılıklarıyla bu millet kendi geleceğini, kendi elleriyle elbette aklıselimle muhafaza edecektir.