Bir Kürt masalı: Ravinya'nın muhtarı

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Bir Kürt masalı: Ravinya

Derler ki, Kürdistan'ın derin vadilerinden birinde bir köy varmış. Köy yüksek bir dağın yamacında, dağın vadi ile buluştuğu güzel bir ormanın kenarında kurulu imiş.

Köyde mevsimine göre elma, armut, erik, şeftali, üzüm ve daha bir sürü yemişin yanı sıra her türlü sebze de yetişirmiş.

Köyün ahalisi hayvancılık ve tarım ile geçimini sağlar kimseye muhtaç olmadan yaşayıp gidermiş.

Bu köyde fakir zengin, kadın erkek, çoluk çocuk herkes mutlu bir şekilde yaşarken, adamın biri ise çok mutsuz ve huzursuz imiş.

Kısmetsiz, talihsiz olduğuna inanan bu adam her zaman köyün başı olmak, köye muhtar olmak istermiş. Lakin kimse onu takmaz ve onu muhtar seçmezmiş.

Adam girdiği her seçimi kaybedince, talihsizliğine iyice inanmış ve "Gidip Hızır Peygamberi bulayım. Bu talisizliğimin sebebini öğreneyim. Kısmetimin açılması için hayır duasını alayım" diye düşünerek, karısına;

- Hanım, benim sefer çantamı hazırla. Gidip Hızır'la görüşeceğim. Hele benim bu talisizliğimin sebebi nedir, bir sorayım ona, demiş.

Hanımı kendi halinde halim selim bir kadın imiş.

Pek itaatkar, çok dindar, çocuklarının ve eşinin hizmetinde mutlu ve huzurlu bir kadın olmasına rağmen, kocasına söz geçiremiyor ve onun aslında kısmetsiz olmadığına inandıramıyormuş.

Ama belki bu sefer talihsiz olmadığına ikna olur düşüncesiyle başlamış söze;

- Ey Allah'ın kulu, değerli beyim, demiş ve devam etmiş:

Allah'a şükürler olsun ki sen talihsiz biri değilsin. Kısmetsiz biri hiç değilsin. Bizim her şeyimiz var, evimiz, arazimiz, bostanımız var. Çocuklarımız, hayvanlarımız var. Hiçbir sıkıntımız da yok Allah'a şükür. Sadece senin bu muhtarlık sevdan olmasa, bizim hiçbir eksiğimiz yok. Gel vazgeç bu işten. Hızır nerededir, onu nasıl bulacaksın? Şimdiye kadar kim bulmuş ki sen bulasın? Vazgeç Hızır'ı aramaktan, beni ve çocuklarını yalnız bırakma.


Lakin kocası Nuh demiş, peygamber dememiş ve inadından vazgeçmemiş.

Kadın mecburen ona biraz azık hazırlamış, bir iki parça elbise ile birlikte koymuş bir çantaya vermiş eline.

Adam çıkmış yola. Az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Ta ki pek karanlık ve dar bir yolu olan bir ormana kadar. 

Sırtında çantası, kafasında türlü kuruntu ve düşüncelerle o dar ormanda yürürken uzaktan bir aslan ile karşılaşmış.

Aslan biraz uzak imiş, ama aslan da meğer onu görmüş. Adam aslan tarafından saldırıya uğrayacağını düşünürken, sağa sola, bir kaçış yolu var mı diye de bakınıyormuş.

Aslan da onun bu halini görünce dile gelmiş;

- Gel hele gel ey insanoğlu. Sana bir şey yapmayacağım, demiş.

Adam aslanın konuşması üzerine cesaretlenmiş ve aslana yaklaşmış. Zaten kaçabileceği bir imkanı da yokmuş.

Aslan, adama nereden gelip, nereye gittiğini sormuş. Adam da talihsizliğinden, kısmetsizliğinden şikayetini dile getirmiş ve;

- Bu şanssızlığımın sebebini öğrenmek ve bunun bitmesi için de duasını almak üzere Hızır Aleyh-is-selam'a gidiyorum, diye de devam etmiş.

Aslan da, adamın haline üzülmüş ve o da derdini Hızır'a söylemesi için anlatmış. Demiş ki;

- Hızır'ı gördüğünde de ki; yolda bir ormanda yaşayan bir aslan gördüm. Son zamanlarda pek hasta ve halsiz idi. Artık avlanamıyor ve ormandaki diğer hayvanların maskarası haline gelmiş. Bunun dermanı nedir?


Adam, aslandan ayrılmış. Neredeyse yarım günden fazla yürümüş. Bir köye denk gelmiş. Daha tam köyün içine varmadan bir çiftçi ile karşılaşmış.

Çiftçiye selam vermiş. Hoşbeşten sonra çiftçi, adama yemek ikram etmiş.

Bu arada laf lafı açmış ve adam seyahatinin maksadını çiftçiye anlatmış.

Çiftçi çok sevinmiş. Zira onun da Hızır'a sormak istediği bir derdi varmış.

Çiftçi adama demiş ki:

- Hızır'ı görürsen, benden de çok selam et ona ve de ki; bizim bir ağacımız var. Yarısı kurumuş ve çokça suladığımız halde yeşermiyor, meyve de vermiyor. Ne tam kuruyor ki keselim, ne de yeşeriyor ki koruyalım. Bu ağacın derdi nedir, bize bir derman söylesin, diye yalvarmış.

Adam, "Başüstüne söylerim" demiş ve onun yanından ayrılarak yoluna devam etmiş.

Akşama kadar yürümüş. Büyük bir şehre denk gelmiş. Şehir surlar tarafından çevrili, kapısında bekçileri olan bir şehir imiş.

Bekçilere yanaşıp selam vermiş. Onlarda garibin selamını almışlar. Ahvalini sormuşlar. Adam da hikayesini kısaca anlatmış.

Hikayesi pek garip ve acayip olduğu için, birini yanına katmışlar ve şehrin sultanına göndermişler.

Varmış divana. Hoşbeşten sonra şehrin sultanına götürmüşler. İzzet ikramdan sonra Sultan da hikayesini ve seferini merak etmiş.

Adam da sultanın bu cömertliğine namertlik yapmamış ve bütün serencamını ona da anlatmış.

En son da "Şimdi bu talihsizliğimin sebebini öğrenmek ve talihimin dönmesi için Hızır'a gidiyorum" deyince, Sultan'ın merakını celp etmiş.

Divan dağıldıktan sonra, Sultan adamı çağırtmış ve demiş ki;

- Benim de bir dileğim var. Lütfen Hızır Aleyh-is-selamı görünce de ki; falan beldenin bir sultanı var. Halkı pek refah içinde yaşadığı halde, sultan çok mutsuz ve huzursuz. Onun için şehrinde de bir uğursuzluk, bir huzursuzluk var. Bunun sebebi nedir? Bize bir derman söylesin.


Adam Sultan'ın dediklerini dinlemiş ve söz vermiş ki isteğini yerine getire. Sonra yatağına çekilmiş ve sabah erkenden yola revan olmuş.

Uzun bir süre yürüdükten sonra büyük bir denizin kenarına gelmiş. Denizin kenarından çok uzakta bir ada görünmüş ve Hızır'ın o adada olabileceği içine doğmuş.

Oraya nasıl gidebileceğini merak ile araştırırken denizden bir yunus balığı kenara yanaşmış ve adama nereye gitmek istediğini sormuş. 

Adam uzaktaki adaya, Hızır'a gitmek istediğini söyleyince, yunus;

- Gel bin sırtıma seni götüreyim, demiş.

Adam binmiş yunusun sırtına ve giderlerken yunus, adama demiş ki;

- Ey insanoğlu, benim de bir derdim var. Kafamda, her iki gözümün ortasında bir şişlik var ve beni çok rahatsız ediyor. Hızır'a sor bakayım, benim derdim nedir diye?


Adam yunusun söylediklerini de hafızasına yerleştirmiş. Derken uzaktan görünen adanın sahiline de varmışlar.

Adam yunusun sırtından inmiş, ormana doğru giderken, ihtiyar bir adam ile karşılaşmış.

İhtiyar adam, pek halim elim, nurani bir adam imiş. Bizimki hemen anlamış onun Hızır olduğunu ve selam ile ellerine sarılmış.

İhtiyar da kendini gizleme gereği duymamış ve adama; 

- Ey Allah'ın kulu, demiş, söyle derdin nedir?


Adam başlamış bahtsızlığından, kadersizliğinden, şansızlığından, muhtar olma isteğinden aklına gelen her derdini söylemiş.

Hızır;

-Ey Allah'ın kulu git artık, talihin açıldı. Artık şansız ve kısmetsiz biri olmayacaksın. Ama şansının ve kısmetinin de farkında olman lazım, diye de tembihlemiş.

Adam yunus balığının, o şehrin sultanının, çiftçinin ve aslanında dermanını öğrendikten sonra pek keyifli bir halde Hızır'ın yanından ayrılmış.

Artık Ravinya'ya muhtar olacağını düşünerek koşa koşa yunusun olduğu tarafa gelmiş.

Keyiften uçarcasına sağa sola bakınırken yunus görünmüş ve binmiş yunusun sırtına anakaraya doğru dönmüşler. 

Yunus adamın keyifli halinden derdine derman bulduğunu anlamış ama, onun derdine de bir derman var mı diye sormuş.

Adam keyifle;

- Evet. Senin derdin kafanda bulunan büyükçe bir inci tanesinden kaynaklanıyormuş. O inci tanesini çıkartırsan, kafan rahatlarmış, dedi Hızır Aleyh-is-selam.

Yunus;

- Madem öyle, çıkar bıçağını, kafamın içindeki inciyi de al kendine götür. Demek ki kısmetin bu inci imiş.

Adam öfkeyle;

- Kardeşim ben inci minci istemem. Ben gidip Ravinya'nın muhtarı olacağım. Sen bana inciden bahsediyorsun. 

Yunus etmiş etmemiş, adamı ikna edememiş. Adam da artık sahile yanaştığından yunusu derdiyle baş başa bırakarak, koşa koşa ta sultanın şehrine gelmiş. 

Sultan'a haber verilmiş ve izzet ikramdan sonra adam divana kabul edilmiş.

Lakin adam, sultan ile yalnız konuşması gerektiğini beyan edince, divan dağılmış ve adam ile sultan baş başa kalmışlar.

Sultan adama;

- Eee... ne oldu Hızır'la görüştün mü? diye sormuş.

- Evet Sultanım, demiş. Benim talihim açıldı. Sizin için ise dedi ki; O sultan erkek kıyafetine bürünmüş bir kadındır. Hile ve aldatmanın olduğu yerde güven olur mu? Çıkarsın erkek elbisesini, normal haline gelsin. Kendi halkından biriyle evlensin. O da mutlu ve huzurlu olur, ahalisi de onun mutluluğu ile mutlu olur, dedi.

Sultan önce biraz öfkelenmiş, kızmış ama sonra;

- Doğrudur, demiş ve devam etmiş:

Babam bu şehrin sultanıydı. Erkek kardeşim yoktu. Babam çok hastalanmış, öleceğini anlamıştı. Ölümüne birkaç gün kala beni çağırdı odasına ve dedi ki; 

- Güzel kızım, benim erkek evlattan nasibim olmadı. Ben ölüyorum. Ben öldükten sonra kıskanç komşu sultanlar, civar köylerin ağaları size saldırırlar. Sana ve annene zarar verirler. En iyisi, seni divanıma erkek evladım falanca sultanın yanında eğitimdeydi, şimdi döndü, benden sonra o benim memleketimin sultanıdır diye vasiyet edeyim ve bunu onlara da kabul ettireyim. Hak vaki olduğunda benim gözlerim açık gitmeyeyim.

Ben de mecburen babamın dileğini kabul ettim. Babam söylediğini yaptı. Zaten gerek vezirleri, gerek askerleri, gerekse ahalinin önde gelenleri babamı çok severlerdi ve sayarlardı. Hiç kimse hilemizden haberdar olmadı. Herkes inandı. Derken birkaç gün sonra babam vefat etti. Ondan sonra ben de bu ülkeye sultan oldum.

İlk zamanlar padişah olmak, sultan olmak, erkek kıyafeti ile erkek gibi görünmek çok hoşuma gidiyordu. Lakin bir süre sonra kadınlık ihtiyaçlarım artınca erkek gibi olmaktan sıkıldım. Bu güne kadar sırrımı da kimseye ifşa etmedim...


Adam da pür dikkat sultanı dinliyor ve söylediklerine hayret ediyormuş.

Öte yandan sözlerini de bir an önce bitirmesini beklemiş ki, kalkıp gitsin.

Lakin sultan sözüne devam etmiş:

- Değerli insan, gerçekten görüyorum ki, kısmetin açılmış. Madem benim sırrıma vakıf oldun. Gel Allah'ın emri ile ben senin zevcen olayım. Sen benim ülkeme sultan ol. Yarın divana ve ahaliye gerekli açıklamayı da yaparız. Bak sen Ravinya'ya muhtar olmak ister iken benim ülkeme sultan olacaksın.


Adam edebini de bozmadan, ama biraz tatlı sert bir şekilde;

- Hayır, Hanım Sultanım demiş, 'Ben kendi köyüme gideceğim ve kendi köyümün muhtarı olacağım', diye devam etmiş.

Sultan etmiş etmemiş adamı ikna edememiş. Adam sultanı da bırakmış yola revan olmuş.

Ta ki çiftçinin yanına kadar durmamış. Çiftçiyi bulmuş ve çok acele ile;

- Çiftçi kardeş, demiş, Senin ağacının bir tarafında kireçle örülü bir hazine var. Çıkar o hazineyi, kireçleri de temizlesin, yerine toprak koysun. Ağaç yeşillenir dedi Hz. Hızır.

Adam bu lafları söylerken çiftçi ağacın dibini eşelemeye başlamış bile. Derken kirece ulaşmış, kireçleri kırınca büyükçe bir küp altın çıkarmış.

Çiftçi başlamış dua etmeğe ve adama demiş ki;

-Bu hazine çok fazla. Gel yarısı senin olsun, demiş.

Ravinya'nın muhtarı öfkeyle;

- Kardeşim ben senin altınlarını ne yapacağım, ben Ravinya'nın muhtarı olacağım. Haydi Allahaısmarladık, ben gidiyorum demiş ve yola revan olmuş.

Köyüne giden yolun üstündeki ormana kadar durmadan yürümüş. Ravinya'ya muhtar olma aşkıyla yorulmak nedir bilmezmiş.

Derken girmiş ormana. Tam yolunun üstünde aslanı görmüş. Hoşbeşten sonra aslan buna bütün hikayeyi başından sonuna kadar anlattırmış.

Adam da namertlik yapmamış çiftçiyi, sultanı, yunusu ve Hızır'ı görüşünü, dönerken onları derdine olan dermanları da en ince ayrıntısına kadar anlatmış. Ve şöyle devam etmiş:

- Hz. Hızır senin için ise dedi ki; hayatında gördüğü en aptal adamın yüreğini yesin iyileşir inşa Allah.

 
Aslan adama;

- Tam duymadım dediklerini, şöyle yanaş da öyle de, benim için ne dediğini..


Acelesi olan Ravinya Muhtarı aslanın kulağına yanaşmış ve bağırarak;

- Dünyanın en aptal adamının yüreğini yersen, şifa bulursun demiş.

Aslan hemen adamı boğazından yakalamış ve demiş ki;

- Be hey ebleh politikacı, senden aptalını nereden bulabilirim ki, demiş ve adamın kalbini çıkarmaya başlamış.

Kıssadan hisseyi herkes kendine çıkarsın...

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish