İran “olmaz” dedi, daha önemlisi Rusya. Erdoğan’ın, Putin‘le önce telefonla, ardından Soçi’de yüz yüze yaptığı görüşmelerden sonra, Suriye’nin kuzeyinde “bir gece ansızın gelmek“ten pek söz edilmez oldu. Putin’in telkini ile Başşar Esad ile yakınlaşmanın ve Kürtlere karşı ortak davranmanın yolları aranmaya başlandı.
Başşar Esad, Türkiye’deki rejimin Suriye politikasında Rusya icazetinin dışında kendi başına davranamayacak kadar zayıf olduğunun farkına varınca, işi ağırdan aldı. Şam rejiminin Türkiye ile Erdoğan’ın istediği biçimde bir iş birliğine hazır olduğunu gösteren bir emare en azından şimdilik yok.
Türkiye’nin “bir gece ansızın gelebilecek” olmasının kaygısını şimdi Yunanistan duymalı. Erdoğan’ın, Ege komşusunu rahatsız edecek türden sert açıklamalar yapması yeni değil ama son açıklaması, hem öncekilere oranla çok daha sert ve hem de ciddî “tehdit” niteliği taşıyor.
Tabii, Yunanistan’a yönelik ciddiye alınmasında yarar bulunan sözlerinin girizgâh bölümü var. O bölüm, doğrudan Amerika’yı hedefe oturtuyor. Sözü Fethullah Gülen‘e getirerek, “Şimdi Pensilvanya’da, Amerika’nın beslemesi… Kimin dost, kimin karşımızda olduğunu iyi bilmemiz lazım” diyor. Ve devam ediyor: “Bu Amerika, Yunanistan’a silahları, uçakları gönderiyor mu? [Bu kez Yunanistan’ı kastederek] Oradan S-300’lerle bizi tehdide kalkışıyor mu? Ey Yunan, tarihe bak, tarihe dön, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur ağır! Yunanistan’a tek cümlemiz var: İzmir’i unutma! Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz.“
Bu açıklamanın en can alıcı noktası, Türkiye’nin “bir gece ansızın” Ege adalarına el koyabileceğini belirtmesi değil. Bu bir konjonktürel gerilimin sonucu olan “tehdit” ifadesi olarak görülebilir. Elbette önemlidir ama “Adaları işgal etmeniz” ibaresi kadar değil.
Söz konusu ibare, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Ege adalarını Yunanistan işgali altında gördüğünü, dolayısıyla Yunanistan’ın Ege adaları üzerindeki egemenlik hakkını tanımadığını ifade ediyor. Bir bakıma, bu, Ege adalarını -onlar hangileriyse- Yunanistan’ın toprak bütünlüğünün dışında mütalaa etmek demek. Tam olarak hangileri olduğu netleştirilmemiş olan Ege adalarını, Yunanistan’ın meşruiyet alanı içinde görmemek demek.
Bu durumda Yunanistan’ın meşru egemenliği altında bulunmayan, “işgal altında tuttuğu” bir alana “bir gece ansızın gelmemiz” de kendiliğinden meşru hale gelmiş oluyor. Ne de olsa, oraları “bizden haksız biçimde kopartılan eski topraklarımız.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamasını söz konusu bu içeriği ile sadece Yunanistan’ın değil, Yunanistan’ın arkasında müşahede edilen ABD’nin yanı sıra Türkiye’deki herkesin, bu arada Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi olduğu hatırlanırsa AB’nin, yani tüm Batı dünyasının ciddiye alması gerekiyor.
Peki, Türkiye, “Yunanistan’ın işgali altındaki” -ki Cumhurbaşkanı öyle olması “bizi bağlamaz” dedi- Ege adalarını “bir gece ansızın gelerek” geri alabilir mi?
Bu savaş demek. Böyle bir şey olabilir mi? Bu, gerçekçi bir ihtimal sayılabilir mi?
Ayşe Hür, 17 Şubat 2018’de Evrensel‘de Ege Adalarını Geri Almak Mümkün mü? başlıklı mükemmel bir yazıda gündemdeki Ege adalarının tarihini yazmıştı. Yazısında Ege adalarının kademeli olarak Osmanlılar tarafından 1456-1479, 1522-1566 ve 1645-1718 dönemlerinde fethedildiğini hatırlatmış, Kıbrıs’tan farklı olarak bu adalara Anadolu’dan nüfus kaydırılmadığını, o nedenle adaların nüfusunun ezici çoğunluğunun Yunanlı Hristiyan olduğunun altını çizmişti.
Ayşe Hür’ün yazısının çarpıcı bir bölümü, yazının cevap aradığı alt başlıklarıydı: Adalar işgal mi edildi, Lozan’da mı kaybedildi, geri almak mümkün mü?
Yazısının sonunu ise şöyle bağlamıştı:
“Ege Adaları, Lozan’da kaybedilmedi. En fazla şu söylenebilir: 1832’den beri gruplar halinde Osmanlı İmparatorluğu’nun elinden çıkan adaların geri alınması Lozan’da mümkün olmadı! Dolayısıyla Lozan’ın ‘güncellenmesi’ halinde de adaların geri alınması mümkün değil. Adaları almak için geriye tek seçenek kalıyor: Türkiye’nin Yunanistan’a savaş ilan etmesi ve bu savaşı kazanması. Ardından da bu durumun uluslararası toplum tarafından kabul edilip hukukileştirilmesi. ‘AKP iktidarı bu zahmetli ve riskli süreci göze alır mı?’ derseniz ne yazık ki içte ve dışta köşeye sıkışması yakın olduğu için ‘göze alamaz’ diyemeyeceğim.”
Ayşe Hür’e göre 2018 yılında göze alınabilir görünen “Yunanistan ile savaş”, son dönem Osmanlı, ilk dönem Cumhuriyet uzmanı saygın tarihçi Ryan Gingeras için, 2022 yılında “ciddi bir ihtimal” olarak belirmiş durumda.
Ryan Gingeras, Erdoğan’ın son açıklamasından aylar önce, Haziran ayı başında Ege’de patlak veren Türk-Yunan gerginliğinin ve tarafların hava kuvvetleri arasındaki sürtüşmenin ardından, 8 Haziran 2022’de War on the Rocks‘ta Dogfight over the Aegean: Turkish-Greek Relations in Light of Ukraine (Ege’de İt Dalaşı: Ukrayna’nın Işığında Türk-Yunan İlişkileri” başlıklı bir yorum kaleme almıştı.
Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis‘i “artık tanımadığını” ve “bir daha kendisiyle görüşmeyeceğini” ilân ettiği öfkeli açıklamasından hemen sonra.
Yazısının çok çarpıcı şu son paragrafı özellikle dikkate değer:
“Bir ölçüde, Türkiye’nin güvenlik yoksunluğuna dair ifadeleri, Rusya’nın, Ukrayna’da savaşa doğru yol alan dönemdeki ifadelerinin bir izdüşümü gibi. Tıpkı Türk-Yunan ilişkilerinde olduğu gibi, Rusya ve Ukrayna da toprak konularında antagonizme dayanan, ihtilaflı uzun bir tarihi paylaşıyor. Putin’in Ukrayna savaşının Rus destekçileri gibi, Türkiye’deki etkili sesler de benzer şekilde Ege’yi Amerika’ya karşı vekâlet mücadelesinin potansiyel bir cephesi olarak algılıyor. Erdoğan yönetiminin, ‘işleri daha ileri götürme’ tehdidini tekrar ederek, Ege’deki Yunan egemenliğine meydan okuması söz konusu bu korkudan kaynaklanıyor olabilir. Ukrayna’daki kriz şayet bir ders anlatıyorsa, bu ders, çatışma riskinin hafife alınmaması olmalıdır. Yunanistan ve Türkiye arasında bir savaş sadece mümkün değil, bir noktada, muhtemeldir de…”
Bu satırlar, bundan üç ay önce yazılmıştı. Erdoğan, “Yunanistan’a tek cümlemiz var: İzmir’i unutma! Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz” sözlerini sarf etmeden üç ay önce…
Bu arada, Erdoğan’ın Yunanistan’a yönelik, muhtemel bir savaşı çağrıştıran en sert çıkışından hemen sonra Serhat GüvençMedyascope‘ta hatırı sayılır beğeni toplayan Yunanistan’ın acelesi ne? başlıklı yazısında gelinen noktadaki Yunanistan sorumluluğu üzerinde durdu.
Serhat Güvenç’e göre, Erdoğan’ın aşırı sert tepkisi Girit’te konuşlanmış olan S-300’lerin Türk savaş uçaklarına kilitlenmesinin üzerine geldi ve “Yunanistan, Türkiye’yi hazır bu kadar yalnız ve zayıf yakalamışken kalıcı siyasi avantaj etmek peşinde. Bu fırsat bir daha eline ne zaman geçer bilinmez. Üstelik uzun bir aradan sonra Ege’de hava üstünlüğü Yunanistan’a geçti.“
Serhat Güvenç, bunun ardından üzerinde düşünmeye değer şu çarpıcı yorumu yapıyor:
“Bu verilerin ışığında Yunanistan’dan Ankara’yı S-400’leri aktive etmeye zorlayacak yeni hamleler ve tacizler gelebilir. Çünkü S-400’lerin aktive edilmesi durumunda, Türk-ABD ilişkileri geri dönülmez biçimde zarar göreceği gibi, Türkiye NATO içerisinde de tamamen yalıtılacaktır. En demokratik iktidarın dahi bu durumu düzeltmek için büyük tavizler vermesi gerekecektir. Bu ise mümkün değildir. Son haftada yaşadıklarımıza bakınca Atina’da bir kez daha Türkiye’nin Batı dünyasından çıkartılması gerektiği düşüncesinin güç kazanmış olabileceği akla geliyor. Atina, Ankara’da karar süreçlerine etki etmek ve hatta ‘Avrasya seçeneği’ni savunanların elini güçlendirmek peşinde gibi duruyor.“
Yunanistan’ın ihtiraslı Dışişleri Bakanı Nikos Dendias‘ın son haftadaki gelişmelerin çok öncesinde ve hemen sonrasında yaptığı açıklamaları da göz önüne alırsak, Yunanistan’ın arkasına Batı dünyasını alarak, Türkiye’yi dışlamak ve “Avrasyacılık“a itmek için her fırsatı değerlendirdiği sonucuna varabiliriz.
Ege’deki gerilimi, Yunanistan’ı merceğe oturtarak Atina’nın Türkiye’ye kurduğu tuzaklar üzerinden okumak, tek başına yeterli ve gerçekçi olmamakla birlikte, elbette mümkündür.
Bu arada, Ege’deki gerilimin, hava kuvvetlerinde teknolojik üstünlüğün Yunanistan’a geçmiş ya da geçmekte olmasıyla yakın ilişkisi de söz konusudur.
Unutmayalım ki, Türkiye, akıl almaz, mantık dışı bir dış politika yanlışıyla 2,5 milyar dolar verip Rusya’dan nerede, niçin, kime karşı ve nasıl kullanılacağı hâlâ belli olmayan S-400’leri almakla kalmadı, onca uyarıya ve ricaya rağmen F-35 projesinden dışlandı. F-35 projesinden dışlanmakla en az 12,5 milyar dolar kaybetmiş olması bir yana, Amerikan Kongresi’nin CAATSA yaptırımlarına maruz kaldı. Yapılan yanlışın yol açtığı ekonomik tahribattan çok daha önemlisi, Türkiye’nin dış güvenliğinin tehlike altına sokulması ve Ege’de hava güç dengesinin Yunanistan lehine dönmesine yol açılmasıdır.
Böylece Türkiye, en gelişmiş teknolojiyle donanacak olan ve “beşinci kuşak” olarak nitelenen F-35’lerden mahrum kaldı. Buna karşılık, Yunanistan, 20 uçaklık bir F-35 partisi elde edecek olmasına ek olarak, 20 adet ikinci parti F-35 başvurusu yapıyor. Türkiye’nin 0 adet F-35’ine karşılık, Yunanistan 20 ya da 40 F-35’e sahip olacak.
Yunanistan’ın elinde şimdiden Fransa’nın vermeye başladığı, 4,5’uncu kuşak sayılan Dassault Rafale F3R savaş uçakları da bulunmakta. Rafale’lerin sayısı 24. Bunlara ek olarak, 84 adet F-16’nın güncellenmesi için sözleşmeyi imzaladı. Lockheed Martin, 2027 yılının ortalarında 4,5’uncu kuşak konumuna gelecek 84 adet Block 70/72 F-16’yı Yunanistan’a teslim edecek.
Türkiye ise, Amerika’ya 40 yeni Block 70/72 F-16 almak ve ayrıca elindeki 80 adet F-16’yı modernize ederek güncellemek için başvurdu. Başkan Joe Biden destekliyor olsa bile, Türkiye’nin bu talebinin Kongre’den geçerek gerçekleşebilmesi çantada keklik değil. Yunanistan, bunun engellenmesi için elinden geleni ardına koymuyor.
Türkiye’nin gerçekleşmesi kuşkulu F-16 talebinin yerine getirildiğini varsaysak, 2030’a varmadan, elinde 120 savaş uçağı olacak; Yunanistan’ın ise 40 kadar F-35’i de kapsayan 128 savaş uçağı.
Yunanistan’ın (Mitsotakis ve Dendias’ın) Türkiye’nin F-16 talebinin önüne geçmek ve dolayısıyla Ege havasında teknolojik üstünlüğe sahip olmak için acelesi nasıl anlaşılıyorsa, aynı nedenlerden ötürü Türkiye’nin (Erdoğan’ın ve diğerlerinin) Ege adalarına “bir gece ansızın gelme” düşüncesi de anlaşılıyor.
Akılda tutulmasında yarar bulunan bir başka husus daha var; Türkiye’deki rejimin sahipleri şayet seçimlerin iktidarlarının devamına imkân tanımayacağına kesin olarak kanaat getirirlerse, seçimin meşru bir gerekçeyle iptali pekâlâ gündeme gelebilir.
Ayrıca 6’lı Masa ile Erdoğan iktidarı arasındaki ayrım çizgilerinin, konu Ege ve Yunanistan olunca, bir hayli silikleştiğini de unutmamak gerekir. Ege’de haklı dâvamız uğrunda yedi düvele karşı -Batı diye de okuyabilirsiniz- olağanüstü şartlarda mücadele ederken seçimin yapılamaz hale gelmesine, kim itiraz edebilir ki…
Serhat Güvenç, Yunanistan’ın acelesi ne?” başlıklı Medyascope yazısında “Tarafların birinde, herhangi bir krizi savaşa tırmandırma yönünde siyasi bir irade bulunmadığı sürece, iki ülkenin kazayla ya da istemeden savaşa girme ihtimali düşüktür” cümlesini kullanmıştı.
İster istemez soralım: Tarafların birinde ya böyle bir siyasi irade bulunuyorsa?
Serhat Güvenç, bunun bile yeterli olmayacağını şu satırlarla ifade ediyor: “…Bir Türk-Yunan savaşı için bu yönde bir siyasi iradenin varlığı tek başına yetmez. Savaşın ‘kaçınılmaz’ ya da ‘zaruri’ olduğuna üçüncü tarafların da ikna edilebilmesi gerekecektir.“
Tam da burada, Amerikalı tanınmış sağcı-muhafazakâr yazar Daniel Pipes‘in, aynı gün yani 4 Eylül’de Roma merkezli World Geostrategic Institute’un yayın organı World Geostrategic Insights (WGI) ile söyleşisindeki şu bölüme gönderme yapmak anlamlı olabilir:
WGI:3 Eylül’de Erdoğan Atina’yı Ege denizindeki adaları gayrimeşru bir biçimde işgal etmekle itham etti ve Yunan adalarını ele geçirme tehdidinde bulundu… Bu açıklamalardan ne anlıyorsunuz?
Pipes:NATO’nun Putin’in Ukrayna saldırısına üzerine odaklandığı bir sırada, [Erdoğan’ın] bu açıklamalarını son derece tehlikeli bir saptırma olarak görüyorum. Erdoğan’ın Yunanistan’a karşı hasmane bir eylemi başlı başına bir felâket olmakla kalmayacak, aynı zamanda Rus istilasına karşı kurulmuş olan birleşik cephe için ağır bir tahribat yaratacaktır. NATO’nun yüksek sesle Erdoğan’ı uyarması ve Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında durduğu gibi Türkiye’ye karşı Yunanistan’ın yanında duracağını açıkça belirtmesi gerekiyor. Aynı zamanda, Erdoğan’ı Yunanistan’a tehditte bulunmaya acaba Putin mi teşvik etti diye de merak ediyorum; eğer öyleyse tehdit veya quid pro quo ne olabilir?
Sonuç olarak: Ege’de bir gece ansızın savaş çıkabilir mi?
Çıkabilir.
Çıkacaktır demiyoruz. Çıkabilir.
Kaynak: Farklı Bakış