Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum” cümlesiyle, “Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim” cümlesi mühim bir yakınmadır. Devamında bir de “Medyamız en modern altyapıya sahip ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” diyor. Bir önemli mesele ve yakınma da budur.
Yakınılmayacak, dert edilmeyecek gibi değil. Cumhurbaşkanı’nın yaptığı gibi eğitimi, kültürü, medyayı bir pakete koyalım. Kaygısı ve niyetinin kendi siyasi düşüncesi, tarih anlayışı ve en nihayet dünya görüşü istikametinde bir eğitim ve kültür arayışı olduğu bellidir. Ancak bunu da bir kenara bırakalım. Erdoğan’ın zihin dünyasındaki eğitim, kültür ve medyayı neden gerçekleştiremediğini ve bundan sonra da bunu neden yapamayacağını konuşalım. Belki, tersinden doğruyu buluruz.
Şekli, muhtevası, hacmi, hedefi ne olursa olsun ve ister tepeden inme ister tabandan yukarı yükselsin bir fikrin kabul görmesi öncelikle, cazip olmasıyla mümkündür. Cazip; yani modern, yenilikçi, bugüne ve geleceğe dair şeyler söyleyen ve sadece yerel değil evrensel dili olabilen demektir. Çocuklar, gençler, ihtiyarlar, kadınlar ve erkeklerin ilgilendiği ve aradığı parıltı budur. Atatürk’ün şok edici kültür devrimi serisinin taşıdığı jakoben karaktere rağmen taraftarlarınca bugün hala referans alınabilmesinin sebebi bu cazibede yatıyor. Osmanlı toplumunda geleneksel olarak var olan Batı’ya meylin önünü açarak, inanılması zor hacimde bir kültür transferi yapmaya muvaffak oldu. Yine de tamamlayamadı… 20’li, 30’lu yılların değerler dünyasında demokrasi, liberal değerler ve fikir özgürlüğü eksikliğine, dolayısıyla iktidarın dilediğini yapabilme gücüne rağmen ne erken dönemde ne de takip eden yıllarda istediği neticeyi alamadı. Devletlerin doktrin, fikir, kültür ve müfredat tekelinin internet tarafından yerle bir edildiği bugünün dünyasında hiç netice alınamaz.
Bu da bizi böylesi politikalar için olmazsa olmaz ikinci şarta götürüyor; Fikir özgürlüğü… Tartışma ve sorgulama imkanı olmayan, özgürce ifade edilemeyen hiçbir fikir iktidar olamaz. Olsa da ilk rüzgarda dalından kopar gider. Böyle bir kabiliyet taşımayan fikirlerle kültür, sanat üretilemez, eğitim tesis edilemez ve tabiatıyla medya faaliyeti de yürütülemez. Şartlar tahakkuk etmemişse, gerisi beyhude çabadır. Ülkede çok fazla ses çıkması, çok fikir serdedilmesi ve bütün bunların da onyıllarca kökleşip kurumsallaşması gerekir. Bizde olmayan şeyler yani…
Üç… Berrak, komplekssiz, ilmi ve fikri cesaret sahibi, korkusuz zihinler olmadan gelenek oluşturabilecek eserler üretebilmek mümkün değildir. Eğitim, sanat ve medya da aynı ölçüye tabidir. Hem bu özellikler olacak hem de aynı zamanda sadece yerele değil dünya kültürüne, eğitimine, bilimine hitap edilecek... “Yerli sanat”, “yerli eğitim”, “yerli bilim” hatta bugün artık “yerli kültür” bile olamaz. Evrensel cazibesi olmayan bir söz veya eser yerelde de güçlü kalamaz, yani iktidar olamaz!
Dört… İlla çoğulculuk, illa farklı fikre tahammül ve illa yeniliğe hürmet. Parlak bir kültür ve güçlü bir eğitim sistemi isteyenin muazzam bir empati duygusuna ve taviz vermez bir çoğulculuğa sahip olmak zarureti vardır. Ülkede yazılan her eseri, çizilen her resmi, yapılan her besteyi ortak değer ve müşterek kazanım olarak mutlulukla karşılamak gibi bir özellik…
Beş… İktidarın ihtiyacı var yahut devlet istiyor diye; yolların, binaların, köprülerin yanına bir de eğitim, kültür, sanat iyi gider diye de eğitim-kültür olmaz. Bu sahalarda iktidar olmak demek bütün bu alanların, insanların düşünce dünyasında bütün farklılıklarla iktidar olabilmesi demektir. İktidarların değil her şartta kalitenin otoritesi şarttır. Toplumun kültürel ve bilimsel kapasitesi bilim insanları, eğitimcileri, sanatçıları, romancıları, şairleri, ressamları ve yazarlarının kalitesiyle ortaya çıkar. Emir komutayla değil.
Liste altı, yedi, sekiz gider ama oralara beşi geçtikten sonra bakarız. Bu gidişle de zor bakarız.