Kitap Haber’den Salih Bora, Umberto Eco’nun, “Sıfır Sayı” adlı eseri üzerinden bir değerlendirmede bulundu.
Bizim öğrendiğimiz her şey sahteydi, deformeydi, sonraki yirmi yıl boyunca biz bir kandırmacanın içinde yaşadık." (S. 146)
Umberto Eco, en basit tanımlamayla Foucault Sarkacı ve Gülün Adı yazarı. Gülün Adı nerden bakarsanız bakın modern çağın nadir klasiklerinden. Foucault Sarkacı ise okumak ve anlamak için uzunca bir zaman harcamak, fedakârlık etmek zorunda olduğunuz bir kitap. Meselesi tüketilemeyen eserlerden. Çünkü kitap bittikten sonra bitmiyor. Okuma hazzı diye bir fenomen varsa o kitapta yaşanıyor. Başka bir kitap okuduğunuzda aynı zevki bir kere daha tatmak mümkün olur mu bilemiyorum. Muhtemelen aksi hususa emin olursunuz. İlginç olan husus, Umberto Eco'nun gereği kadar okunmayan bir yazar olması ülkemizde.
Sıfır Sayı adlı eserde yazarın bir şey denediği açık. Umberto Eco kitaplarının önemli bir vasfı var: kolayca okunan ve kolayca tüketilebilen bir oturuşluk ve bir okuyuşluk kitaplar olmaması. Bu neviden kitap azdır. Bu kitaplar kıymet bilinmek ister. İlk görülen şu: Kitaptaki olaylar, terimler, kahramanların davranış şekilleri, imalar vb her şeyin yerli yerinde olduğu görülüyor. Bu güçlü bir birikime dayalıdır. Okurun da bazı noktalarda bilgi kaynaklarına başvurması gerekiyor. Sıfır Sayı ilginç bir isim. Gazete ver dergilerin deneme sayısı anlamına geliyor. Bu kitap Eco'nun gazetecilik mesleğine, gazeteciliğin de kime ve neye odaklandığına, hangi amaca matuf olduğuna dair. Bizde de olan bir gerçekliktir. Gazetecilik yalnızca bir ticari mesele değildir ve hiç olmamıştır. Neyse. Sıfır Sayı kitabının lansmanında şunlar var:
"Tam bir "kaybeden" olan Colonna (50), gazeteci Simei'den iyi bir iş teklifi alıyor: Yazı işleri sorumlusu ya da benzeri bir şey sıfatıyla bir yıl boyunca bir günlük gazete için hazırlanan, sıfır sayıyı yönetecek ve asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla geçen bir yılın öyküsünü anlatan bir kitap yazacak. Patron Vimercate, bu gazete sayesinde finans ve politika dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılıkla bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da Yarın tasarısını bir kenara kaldırıp güzel salona giriş yapma iznini koparmış olacak. Teklif sahibi Simei'nin de kendi planı var: her şey suya düşerse kitabı yayımlarım. Bomba gibi patlayacak ve yayın hakkı adına bana belli bir gelir sağlayacaktır. Ya da, olur ya, birileri yayımlamamı istemez ve bana bir total verir. Net. Olaylar böyle başlıyor ve Eco gözde konuları aracılığıyla İtalya'nın 50 yıllık tarihini yeniden yazıyor: Gladio, bir Papa'ya suikast, başka bir Papa'nın öldürülmesi, hükümet darbeleri, gizli servislerle terör örgütlerinin karmaşık ilişkileri… Ve bir soru: Acaba Mussolini sağ mı?
Umberto Eco, İtalyan bilim insanı, yazar, edebiyatçı, eleştirmen ve düşünür.
Umberto Eco'nun ölümünden önce 2015 yılında yayınlanan "Sıfır Sayı" sondan başlıyor. Yetenekli ama hep kaybeden biri olan Commoli'nin iki ayını anlatıyor önce. Simei adında gazeteci görünümlü biri, hayırsever bir işadamı tarafında çıkarılması planlanan –ama aslında bir paravan olan ve hiç bir zaman çıkarılmayacak olan- Yarın isimli bir gazetenin sorumluluğunu teklif eder Commoli'ye. 12 ay için 12 sıfır sayı basılacak. Ve sonunda Commoli bu gazetenin hazırlanma hikâyesini içeren bir kitap yazacak. Kaybedenler, önce tanımlanmalı elbette. Etrafları kuşatılmalı. Koruma altına alınmalı. Çünkü onlar kendini yetiştirmiş kişilerdir, kazananlara göre çok daha geniş bir birikime sahiptirler. Oysa kazanan olmak kolaydır: tek bir şey iyi şekilde bilmek… Her şeyi bilmekle zaman kaybetmemek. Kaybedenlere bilginin ve bilincin derinliklerine inerek haz duyar. Çok şey bilmek işlerin o kadar yolunda olması demek değildir.
İlginç tipler var bu hikâyede ve gazeteci rolünde. Okur daha romanın başında bu kahramanlarla birlikte gazeteciliğin arka planında dönen, hatta gazetecilerin bile haberi olmadan dönen bütün pislikleri öğreniyor. Medya üzerinden yapılan yönlendirmelerin boyutu insanı çıldırtacak çapta. Kitabın ortalarında komplo teorileri temel alınarak şekilleniyor anlatı. Okuyucu dalmışken bir anda İtalya sokaklarını Mussolini, Gladio, Stay Behind, Vatikan, Aldo Moro vb. basıyor.
Basın tarihi gazetelerin olumlu yanları kadar olumsuz yanlarını da gösteriyor bize. Ne her zaman iyi ne de hep manipülasyon aracı oldular. Gelinen aşamada da yoğun bir bozulma ve yozlaşma olduğu aşikâr. En azından bizde durum bu. İnanmayan yerel gazetelerde para karşılığı haber yapıldığı belli olan metinlere bakabilir. Hatta sadece medya değil daha beteri de sosyal medya. Tehdit ve şantajın bini bir para. Oysa medya kamu yararı olan ve bu bağlamda mükellefiyeti olan bir kurumdur. Toplumla benzeşik şekilde iyi ya da kötü olurlar diyelim. Özetle bozulmalar toplumdan azade değildir. Eco'nun yaptığı ise anlatmak istediklerini bir gazete üzerinden kurgulamak şeklindedir. Eco'nun insanlığa güzel bir hediyesi olan bu kitap kara mizaha dayalı kurguya, sürükleyici bir anlatıma sahip. Kötü gazetecilik rehberi adeta. Aynı zamanda gazeteciliğin iç yüzünü, gazetecilik ilkelerinin göz ardı edildiğini, basın özgürlüğünün aslında olmadığını ya da satın alınabilir olduğunu gösteriyor. Yazar çarpıcı bir kurgunun içine netameli bir konu olan siyaseti de kolayca yediriyor. Yine bütün bunları kendini geliştirememiş-gerçekleştirememiş, temel kriterleri kavrayamamış, duyduğuna inananlara yönelik şekilde ve onları sertçe eleştirerek yazmış.
Medya istediği kadar yani menfaati kadar yönlendiriyor. Siyahı beyaz, beyazı siyah, suçluyu namuslu, namusluyu hain gösteriyor. O yüzden hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Okumayan, araştırmayan, sorgulamayan bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda medya, büyük ve zehirli, uyuşturucu bir güçtür. Kitaptan örnekler alalım: "Gazeteler yalan söyler, tarihçiler yalan söyler, bugün televizyon da yalan söylüyor. Bir yıl önce televizyonda, Körfez Savaşı sırasında Basra Körfezi'nde zifte bulanmış olarak can çekişen karabatağı hatırlamıyor musun? Sonra öğrenildi ki o mevsimde körfezde karabatak olması mümkün değilmiş ve o görüntü sekiz yıl öncesine, İran-Irak savaşı dönemine aitmiş. Bazılarına göre de hayvanat bahçesinden aldıkları karabatağı petrole bulamışlar." / "Amerikalılar gerçekten Ay'a gittiler mi? Her şeyi stüdyoda inşa etmiş olmaları olanaksız değil, hele araç Ay'a konduktan sonra astronotların gölgelerine bakarsan pek inandırıcı görünmüyor. Körfez Savaşı gerçekten yaşandı mı, yoksa bize arşivden fragmanlar mı gösterdiler? Bir yalan dünyada yaşıyoruz ve sana yalan söylendiğini biliyorsan hep kuşkuda yaşamak zorunda kalıyorsun. Ben kuşkuluyum, daimi olarak kuşku duyuyorum. Tanıklık edebileceğim tek gerçek şey, onlarca yıl öncesindeki gibi duran bu Milano'dur. Bombardımanlar gerçekten oldu ve bombaları ya İngilizler attı ya Amerikalılar."
Eco günlük altyapısını bir yemek yatağı gibi seçtiği bu kitapta gazeteciliğin uygulama esasları üzerinden İtalya'nın 50 yıllık tarihini yeniden yazmış. Gladio, papaya suikast, darbeler, gizli servislerin terörle girift ilişkileri... Eco, küçük bir hacme dünyalar sığdırabilen bir usta. Basın dünyasına el atması da hayli ilginç. Basın üzerinden toplumu tasarımlamak, manipüle etmek mümkün, olmamışı olmuş gibi, olmuşu olmamış gibi göstermek de mümkün. O halde delice bir çıkarım: ya tarihe geçmiş bazı olaylar aslında hiç olmadıysa…
Sıfır Sayı
Umberto Eco
Can Yayınları