Bir cinayet kaç strateji eder?

Haşimi, hepimizin uzmanlığından yararlandığı biriydi. Haşimi cinayeti öyle bir zamana denk geldi ki İran, Suriye ve Lübnan’la bağlantılı dosyalardan ayrı düşünmek imkânsız. Lanet bir filme yeni bölümler çekiliyor…

Bir cinayet kaç strateji eder?

Gazeteci yazar Fehim Taştekin Analiz Etti...

Bu topraklar çöp muamelesi gören nice cesetleri bağrına aldı. Yığın üzerine yığın. Etiksiz medya için haber değeri bile taşımayan. Giden can kendi ocağında yürek yakıyor, o kadar. Siyaseten kullanışlı değillerse cesetler değersiz! 7 Temmuz’da Bağdat’ta evinin önünde öldürülen araştırmacı-yazar Dr. Hişam el Haşimi bunlardan biri değil elbet.

Tetikçiyi ve sıkılan kurşunların parasını kimin ödediğini, bilmiyoruz. Ama cesedinin ne denli kullanışlı olacağını biliyoruz. Haşimi gibi isimler bir cephe için hedefse öteki için kullanışlı bir kurban. Bu lanet olası hedef-kurban ilişkisi tersten de işliyor.

Lübnan, Suriye ve Irak gibi ülkeler suikastların bir siyaset biçimine dönüştüğü karanlık dönemlerden geçti. Bunun geride kaldığını düşündüğümüz anda çukur yeniden açılıyor.

Irak’ta 2003’ten bu yana cinayet pratiği kazanmayan grup kalmadı. Olağanüstü olan Haşimi gibi kırmızı çizgilerde dolaşan insanların hayatta kalabilmesiydi. Hepimizin uzmanlığından yararlandığı biriydi. Anlatıya göre erken yaşlarında selefilerle ilgisi vardı. Bu yüzden Saddam döneminde hapis yattı. Bu ilgi onu El Kaide ve devamında IŞİD uzmanı yaptı. Güvenilir bir birikime sahipti. IŞİD ile savaş sırasında yolları Amerikalıların öldürdüğü Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşd el Şaabi liderlerinden Ebu Mehdi el Mühendis’le de kesişti. Irak hükümetlerine danışmanlık yaptı. Batılı istihbaratçılar ona kulak kabarttı. Gazeteciler peşini bırakmadı. Rivayet o ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman da kendisine şahsen danışanlar arasındaydı. Bir uzman için bu denli tezat yüzlerle buluşmak tezat değildi.

Haşimi iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen ekimde patlak veren isyanda 600 kadar göstericinin ölümünden dolayı bazı milis güçlerini sorumlu tutunca işler değişti. Milislerin zapturapt altına alınmasından yanaydı. Müstafi Başbakan Adil Abdülmehdi ve selefi Haydar el İbadi’nin de istediği buydu. Şimdiki Başbakan Mustafa el Kazımi’nin de yapmaya çalıştığı bu.

Haşimi, İran-Amerikan kavgasının ön cephesinde duran gruplara odaklanınca tehditler başladı. Maan Habib ve Geyt el Temimi gibi bazı arkadaşlarına göre Haşimi, ölümünden birkaç gün önce Kataib Hizbullah’tan gelen tehdit mesajlarını paylaştı. Bu yüzden Kataib Hizbullah peşinen suçlu ilan edildi. Halbuki Haşimi’nin, Kataib Hizbullah’ın kurucusu Ebu Mehdi el Mühendis ile arası iyiydi.

İstihbarat şefliğinden başbakanlık koltuğuna geçen Kazımi mantıken bu olayı çözme kapasitesine sahip. Ucunun nereye çıkacağını ya da bunu deşifre etmeyi göze alıp alamayacağını kestirmek zor. Kazımi katilleri adaletin önüne çıkartacağı sözünü verip ihmali olabileceği düşünülen polis şeflerinden General Muhammed Kasım’ı da görevden aldı. Özel bir soruşturma ekibi kuran Kazımi’nin bütün silahlı güçleri devlet altında toplama kararlılığından bahsetmesi, Haşd el Şaabi’ye bağlı bazı gruplar üzerinde bir yoğunlaşma olacağına işaret ediyor. Tabii Haşd el Şaabi cinayeti kınayıp katillerin bulunmasını istedi.

IŞİD’in yayın organı Amak cinayeti üstlendiklerine dair bir haber geçti fakat itibar görmedi. Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nda “Hizbullah Allah’ın düşmanı” sloganları atıldı. ‘Direniş ekseni’nin hasımları, Haşd el Şaabi’nin neden dağıtılması gerektiğine dair mesaj tufanı yarattı.

Elbette milis güçleri pür-ü pak değiller. Mezhep kavgasına binlerce kurban gitti. Fakat tehdit mesajları, Irak gibi zifiri karanlıklar noktalar barındıran, vekâlet savaşları ve çapraz hesaplaşmalara sahne olan bir ülke için mutlak sonuçlar çıkarmaya kâfi değil. Cinayeti aydınlatacak doğru bilgilerin ortaya çıkması lazım.

***

Suikast, 2005’te eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’ye düzenlenen bombalı saldırıyı anımsatıyor. Batı-Körfez bloku o suikasttan Suriye ve Hizbullah’a karşı güçlü bir rüzgâr devşirmiş, Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesini sağlamıştı.

Soruşturmadan çıkacak sonuca bağlı olmaksızın Haşimi cinayeti de Haşd el Şaabi etrafındaki kavga için bir milada dönüşebilir. Bu olaydan da baskılar devşirilecektir. Kazımi göreve geldikten sonra bazı kritik adımlar attı. İran’la ilişkilerde kilit isim sayılan Ulusal Güvenlik Danışmanı Falih el Feyyad’ın yerine Kasım el Araci’yi atadı. Kazımi, 26 Haziranda Amerikan elçiliğine roketli saldırıdan sonra Kataib Hizbullah’ın 14 üyesini tutuklattı. Öfkelenen örgüt üyeleri Amerikan ve İsrail bayraklarıyla birlikte Kazımi’nin fotoğraflarını yaktı. 3 gün sonra tutuklulardan 13’ü bırakıldı. Kataib Hizbullah’ın Yeşil Bölge’ye sızmasını önleyemeyen güvenlik şefi değiştirildi. Bir taraf bu adımları ‘İran karşıtlığı’ olarak eleştirirken, diğer taraf Amerikan üslerinin geleceğini belirleyecek müzakerelerde Kazımi’nin elini güçlendirme çabası diye okuyor. Hatta bazı yorumcular Kataib Hizbullah’a karşı operasyonun İran’ın bilgisi dahilinde yürütüldüğünü düşünüyor. İran ise şimdilik “Irak’ın iç işi” diyerek gerilimden uzak duruyor. Ancak Amerikalılarla müzakereler sürerken bu kavga büyüyecek. Kataib Hizbullah Genel Sekreteri Ahmed el Hamidavi “İslami direnişin silahları meşru temel haktır; İmam Mehdi dışında kimseye verilmeyecektir” diye meydan okudu. Benzer bir direnç Asaib el Ehl’ül Hak örgütünden de geliyor. Parlamentodaki en büyük Fetih’in lideri Hadi el Emiri “Yabancı güçler ülkede serbestçe hareket ederken, Amerikan ve İsrail uçakları Irak’ın oğullarını vururken egemenliği tesis etmenin yolu Haşd el Şaabi’yi bastırmak değil” diye çıkışıyor.

Beri taraftan Haşd el Şaabi tam anlamıyla Irak güvenlik şemsiyesi altına alınmadıkça Amerikalılar da Irak’ta kalma inadını sürdürüyor. Stratejik diyalog toplantısının ilki haziranda yapıldı. İkincisi Washington’da olacak. Kazımi bu zor dönemeçte ABD ile ilişkileri İran’a, İran’la ilişkileri ABD’ye feda etmek istemiyor.

***

Kazımi’nin seçildiği süreçte, Irak’taki Amerikan-İran gerilimi gerilese de Lübnan’dan Suriye’ye, oradan Irak ve İran’a uzanan hattı çökertmeye dönük Amerikan-İsrail-Körfez baskısı sürüyor. Suriye’ye karşı Sezar yaptırımları, ABD’nin Hizbullah’ı silme adına Lübnan’ın mali krizini derinleştiren stratejisi, Bağdat’la stratejik diyalog pazarlığı ve İran’da en son Natanz nükleer tesisini hedef alan patlama serisi karmaşık bir pazılın parçalarını oluşturuyor. İranlılar Natanz’daki patlamadan İsrail ve adını vermedikleri bir Körfez ülkesini sorumlu tutuyor.

Çoklu bir baskı mekanizması dönüyor duruyor. Fakat ürettiği bir sonuç yok. Karşı direnci görmek için İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bağeri’nin dünkü Şam ziyaretine bakmak yeterli. ABD bütün bir bölge siyasetini İran’ı geriletme hedefine kilitlerken, dün Suriye ile İran arasında askeri işbirliği anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre İran, İsrail’in artan saldırılarına yanıt verecek şekilde Suriye hava savunmasını güçlendirecek. Bu hattaki hakim görüş ‘direnmenin bedeli teslim olmanın bedelinden daha ağır değil’.

Velhasıl, Haşimi cinayeti öyle bir zamana denk geldi ki İran, Suriye ve Lübnan’la bağlantılı dosyalardan ayrı düşünmek imkânsız. Lanet bir filme yeni bölümler çekiliyor…


Fehim Taştekin kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.