Ergün Yıldırım yazdı;
Kavramlarla dogmatik ilişki kuruyoruz. Sırf Batı’da çıktı veya İslam toplumlarından çıkmadı diye bir kavram iyi ya da kötü olamaz. Kavramların sosyolojisi ve tarihi vardır. Muhteviyat açısından bakıyoruz onlara. Bu da dogmatizmi aşmaktır. En kutsal kavramımız Allah kavramı bile, İslam öncesinde Mekkeli müşrikler tarafında şirk muhteviyatıyla kullanılıyordu. Ama Allah, Allah kelimesini vahiyle hakiki muhteviyatına yeniden çevirdi. Cihat, biat, tağut vs. kavramları Arap cahiliyesinde kullanılıyor diye Allah onları kullanmaktan vazgeçmedi. Onlara yeni bir muhteviyat vererek kullanmaya devam etti. İslam âlimleri de aynı tutumu sürdürdüler. İslam düşünürleri, Grek düşüncesinin temel kavramlarına İslami bir muhteviyat vererek kullandılar. Metafizik kavramı bunun başında gelir. Kur’an’da sultan, politik kapsamda kullanılan bir kavram değildir. İslam siyaset düşüncesi bunu tarihsel dönemden etkilenerek ve ona olabildiğince Müslüman bir idarecinin muhteviyatını kazandırarak geliştirdi.
Osmanlı İslamlaşma fikriyatı da benzer tutumu sürdürdü. Meşrutiyet, biat, meşveret terminolojisi ile beraber demokrasi kavramını da kullanmaktan sakınca görmedi. Ancak bunu İslami siyasi esasları temel alarak yeni bir muhteviyatla kullandılar. Osmanlı demokrasisi de, Müslüman demokrasisi de (kavram Said Halim Paşa’ya ait) kavramları ortaya çıktı. Birinci Meclis’in sonuna kadar da( 1922) bu devam etti.
Soğuk Savaş İslamcıları (Ali Bulaç, Yaşar Kaplan, Rasim Özdenören…) demokrasi kavramını Kemalizm’e karşıtlık üzerinden ifade ettiler. Kemalizm “şer’i demokrasiyi”, İkinci Meclis’le beraber tasfiye etmişti. “Tanrı yasalarına karşı insan yasaları” diyerek sert seküler bir anlam verdi demokrasiye. İslamcılar da demokrasiyi bunların gözünde okudu. Oysa Osmanlı İslamcıları demokrasiyi hiçbir zaman “Tanrı yasalarına karşı İslam yasaları” muhtevası ile değerlendirmedi. Demokrasi düşüncesini Batı’dan da aynen aktarmadılar. Aslında “yasamanın şer’i şerife, yürütmenin millete ait” olduğu bir demokrasi peşindeydiler. Benim de savunduğum budur. Bu bakış, İslam’ı modern ve geleneksel diye karpuz gibi ortadan ikiye ayırmaz. İslam ne tarihsel döneme ve geleneğe mahkumdur, ne de modern çağa. İstanbul İslamcılığı, İslam siyaset düşüncesinin esaslarından ilham alır ve yaşadığı modern çağın hikmetlerinden de yararlanır.
Özdenören, İslamcı politik kuşak olarak soğuk savaş ve cumhuriyetçi siyasal bakışla hareket ediyor. Bundan dolayı demokrasi kavramını kategorik, apriorik ve Kemalizm’in dışlayıcı pratikleri üzerinden yorumluyor. Buna dayanarak bu kuşak İslamcıları demokrasiyi öngöremedi diyorum. Oysa Türkiye’de Kemalizm’i aşan bir realite de vardı. Bu realitede demokrasi halkın, dinin ve İslamcıların önünün açılması ve etkili hale gelmeleri manasına geliyor. 1994 yıllarında demokrasi ile belediyelerde ve devlette etkili olununca hepsi de bu imkânlardan yararlandı. 1997 yılında 28 Şubat’ın baskıları ve hizaya çekme talepleri İslamcıları demokrasiyi “politik kurtuluş cihazı” görmelerine neden oldu. Demokrasi, realitedeki pratik dayatmaların zoruyla kerhen kabul edildi. Türkiye’nin cari demokrasisi elbette şer’i şerife aşikar değil. Kast ettiğimiz reel demokrasinin katılımcılıkla sağladığı imkanlar ve özgürlüklerdir. Bu da Müslümanları azınlıkçı ben idrakinden kurtarmış, dini özgürlükleri sağlamış ve devlete İslami etkide bulunmalarının önünü açmıştır.
Osmanlı İslamcıları, demokrasiyi yeni bir muhteva ile yapılandırdılar. Bu İstanbul düşüncesi, Ankara’da 1922 tarihinde tasfiyeye uğradı. Ankara’nın siyaseti, İstanbul ruhunu tasfiye edince önce bu İstanbul İslamlaşması ve sonra da İslam’ın mirası olan kurumlar lağvedildi. Cumhuriyet İslamcıları, 1950 ile beraber uyanmaya başladılar. Ama İstanbul İslamlaşma siyaseti değil, dediğim gibi Kahire ve Riyad İslamcılıkları üzerinden oldu bu uyanış. Bu İslamcılıkta demokrasi küfür olarak görülür. Bütün modern kavramlar şiddetle ret edilir. Demokrasi bir siyasal alan değil(içtihatla değişebilen), din alanı olarak algılanarak ötekileşir.
Savunduğum yaklaşım, siyasete İslam içinden bakmaktır. İstanbul İslamcıları, Batıcı elitler gibi siyasete İslam’ın dışında kalarak seküler bilinçle yönelmediler. Tam tersine İslam içinden bakarak Müslüman Demokrasisini keşfettiler. Şer’i şerifin milletin katılımına dayalı bir yönetimle gerçekleşmesini arzuladılar. Toplumu yönetirken ona danışmayı ve onun katılımına yer veren bir yöntem... Çünkü İslam içinden bakılarak geliştirilen bir siyasal modeldir. İstanbul İslamlaşma fikriyatında demokrasi, şeri şerifi dışlamaz. Otoriter, istibdatçı ve mutlakiyeti temsil eden bir siyaseti aşmanın adıdır. Hükümdarlık Çağı siyasal yönteminden çıkarak Demokrasi Çağı siyasal yöntemle Müslüman toplumların sorunlarını çözme arayışıdır.