Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Genellikle bu grubun bencilce ve görevlerini kötüye kullanarak gerçekleştirdiği, despotça bir yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için "oligark" terimi kullanılır.(vikipedia)
Türkiye’de TTCS (Türk Tipi Cumhurbaşkanlı Sistemi) bu anlamıyla saray merkezli oluşmuş bir yönetim şeklidir. Halkın kısmi de olsa temsilini sağlayan TBMM’ini bile hiçleştiren, anayasa ve yasaları meşru güç kullanma imtiyazını! kullanarak kendisine uyarlayan, seçimle gelen birisinin oluşturduğu bir azınlık yönetimidir.
Bu anlamıyla TTCS’i oluşturduğu Saray Bürokrasisi ile Bürokratik Oligarşinin en güzel örneklerinden biridir.
Van; Türkiye’de oluşturulmuş bürokratik oligarşinin Kayyum ve uygulamaları ile gelecekte üniversitelerde tez konusu olacak tirajı-komik halidir.
Kayyum TTCS gibi keyfi, ancak alt sömürgeler için kullanılan bir yönetim biçimidir. Anayasal hakların olmadığı, devletin dini, etnik, kültürel ve ekonomik alanı bizzat şekillendirdiği, halka; halkanın hiçbir kısmında yer verilmediği kravatlılar arasında dönen bir rant bürokrasisidir.
Bu anlamda;
---Madde 34. – “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
21 Kasım 2016’dan bu yana düzenli olarak, anayasa mahkemesinin toplantı, gösteri ve yürüyüş kanununa rağmen Van Valiliği hile yoluyla anayasayı çiğneyerek her 15 günde bir uzatılarak
1500 gün
200 hafta
100 kez
“İlimizde düzenlenecek olan basın açıklaması, oturma eylemi ve anket yapılmasının, çadır ve stand kurulmasının / açılmasının, imza kampanyası düzenlenmesinin, bildiri, broşür ve el ilanı dağıtılmasının ise, yukarıda açıklandığı üzere koronavirüs salgınının göründüğü andan itibaren Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu önerileri doğrultusunda salgının / bulaşın toplum sağlığı ve kamu düzeni açısından oluşturduğu riski yönetme, sosyal izolasyon temin, sosyal mesafeyi koruma ve yayılım hızının kontrol altında tutulması amacıyla 5442 sayılı İl idaresi Kanununun 11. Maddesinin (a) ve (c) fıkra hükümleri gereğince belirtilen tarihler arasında MÜLKİ İDARE AMİRİNİN İZNİNE BAĞLANMIŞTIR.” kararı ile fiilen yandaşlar hariç YASAKLANMIŞTIR.
Bu doğrultuda sübjektif karar yayınlanarak yandaş, devletçi, kayyumcu politikaları destekleyenler hariç hiç kimseye izin verilmemiş. Arada gri bir bölge bırakılmamıştır. Bu yasaklar 1500 gündür devam ettiği halde araya pandemiyi de sokarak kendisine meşruiyet yaratmaya çalışmış, anayasa ve yasalara aykırı durumu daha uzun süre devam ettirme gayretinde olacağını göstermiştir. Yakında biter dediğimiz yasağın, bir kolaycılığa ve bir yönetim biçimine dönüştürülme ihtimali gün gittikçe kendisini hissettirmektedir.
Bu yasaklar Van’ı güvenlik adı altında bir “mezar şehir” görüntüsüne büründürmüş, Van’ın zaten kısık çıkan sesini tamamen yok etmiştir. Mezar sessizliğinin güvenli ortam olarak yutturulmaya çalışılan böyle bir ortamda tüm alanlarda devlet gücü bir mobbing aracına dönüştürülmüştür.
---15 Temmuz darbesi fırsata çevrilmiş Van’ın yerel medyası tasfiye edilmiş, Kürtçenin bir şekilde kamusallaştığı tv, radyo v.b. yayınlar ortadan kaldırılmıştır. Bunun bir daha geri gelmemesi için gizli ve açık tüm kısıtlamalara gidilmiş, toplumun özellikle yerel haber alma noktasında nefes almasına izin verilmemiştir.
----Seçim dönemlerinde beka sorunu ve stabilizasyon adına seçimlere fiilen müdahale edilmiş, istendik sonuçlar elde edilemeyince kayyumlar atanmış. Bu yetmezmiş gibi açıktan ve gizlice demokratik haklarını kullanan halk cezalandırılmıştır. “Van nefes almayacak “direktifi şeklinde uygulanmıştır.
--STK’lar kapatılmış, yenilerinin açılması ve kendi görevlerini ifa etmelerine, kamusal alana çıkmalarına, nefes almalarına izin verilmemiştir. Odalar kendi ofislerine hapsedilmiş, şehirden ve şehrin sorunlarından izole edilmiştir.
---Türklükle iltisaklı olanların bürokrasi de etkin hale getirilmesi sağlanmış, Türklük ile devlet güvenliği arasında bir paralellik kurulmuştur. Van yerlisi kavramı ile toplumsal kutuplaşmadan medet uman bir azınlıklar bürokrasisi hedeflenmiştir.
---AKP-devlet paralel yapılanması oluşturulmuş, devlet bir partinin tekelinde kullanılan bir yapıya dönüştürülmüştür. Askeri ve sivil bürokrasi AKP’nin kurumları gibi çalışmıştır.
--Hukuk hiçbir şekilde bulunması gereken yerde durmamış, su sızmayacak, ses çıkmayacak, nefes almayacaklar prensipleri uygulanmış, en ufak bir insani veya siyasi talep terör adı altında marjinalleştirilmeye, ötekileştirilmeye, rehin politikaları en sert hale getirilmeye çalışılmıştır.
--Belediyelerde işçi kıyımı yaşanmış, bu kıyımda mevcut hukuk bile ka’ale alınmamıştır. Mahkemeler defalarca işçileri haklı bulup iade kararları verdikleri halde idari olan (valilik-kayyum) kendisini hukuki olan üzerinde, üstün görmüş ve işlemez hale gelen hukuki kararları bile yerine getirmemiştir.
---Kürtçenin marjinalleştirilmesi, Kürtçenin terör ile özdeşleştirilmeye çalışılarak, kamusal alandan uzaklaştırılması için her araç kullanılmıştır. Artık kamusal alanda Kürtçe müzik duyulmaz olmuştur. Kürt şehri olan Van’da Kürtçe ve Terör yan yana getirilerek bir korku iklimi yaratılmıştır. Kürtçe şarkı söylendiğinde dahi biraz uzak söyle ki polis duymasın denecek hale getirilmiştir. Anti Kürt-Kürtçe gibi bir algı yaratılmış, korku iklimiyle beslenmiştir.
--Halk sağlığı meselesinin otoriteryen ve güvenlikçi politikalara dönüştürülme çalışmaları yayınladıkları kararnameler ile ortaya çıkmış, pandeminin bu ağırlaşan tablosunu fırsata çevirerek özgürlükler ile ilgili biraz daha ağırlaştıracağı, mevcut Valilik-Kayyumun “nefes aldırılmayacak” stratejisini daha da sıkılaştıracağı görülmektedir.
1 200 000 kendi nufusu ve 2 500 000 hitap ettiği çevre nüfusu ile Van devlet politikalarına rağmen Türkiye’nin mekez illerinden biridir. Orta doğunun en güzel yerlerinden biri olan Van Şehri, 400 km’ye yakın kıyı şeridi ile Van gölü ve havzası göç alması gereken bir yer iken bilinçli politikalarla göç(nitelikli) göç vermeye zorlanmaktadır.
Bu kent hareketin, tebesssümün, iyi niyetin kenti iken “mezar sessizliğine” büründürülerek, cazibe merkezi olmaktan çıkarılmış, 17 yıllık hükümetin “yalan rüzgarına” dönüşmüş sözlerinin ardında koca bir hiçe terk edilmiştir.
Çevre yolunu on yıllardır çözemeyen, 18. madde ile Van halkının mülküne ve emeğine konan bir anlayışa rağmen adım atamayan, depremden bu yana stadyum sözünü portatif stadyum şeklinde yerine getirme aldatmacasıyla koca bir fiyasko durumundadır.
Van imarı olmayan bir büyük şehir. Acı bir tebessüm için daha ne olsun. İmarı olmayan yer beton cangılıdır.
Murat Zoroğlu ve Mustafa Yalçın’ın Kayseri ve Elazığdan getirdiği ekiplerle Van sömürülerek ve basamak olarak kullanılarak 65. Sınıf bir kent olarak gördüklerini göstermişlerdir. Ayrıca Akp’li bile olsa Vanlı bürokratları adamdan saymadıkları için ekiplerini Elazığ ve Kayseri’den getirdikleri gerçeği maalesef daha büyük bir zulümdür.
Van’da bürokratik-kravatlı oligarşi toplamda 500 kişiyi bulamayan, atanmışlar ve yağcılık-yalakalık dışında hiçbir özelliği olmayan bir kesimden oluşan, bu kentin kanına yapışmış bir oligarşidir.
Biz, kentin sahipleri olarak, tavuğunun kaybını önemsemediği için hiçbir değer ve kazanımı kalmayanlar çalınan tavuğun peşine düşmek ve bu kente sahip çıkmak zorundayız.
Van’a özel bu korku ve baskı ikliminin kaldırılması için ben Vanlıyım diyen herkesi görev almaya, parti, stk, ideoloji ayırmadan Vanlı kimliğimizle tekrar söz sahibi olabileceğimiz, konuşabileceğiz, toplanabileceğimiz özgür kentimizi geri istiyoruz.
Herkesin kabul edeceği yasal, pasif hak mücadele yolları vardır. Gösteri, oturma, broşür yasak olabilir ama ıslık çalmak yasak değildir.
Haber Azad