Bir Beka Sorunu Olarak İç Göç…

Mustafa Kaya, büyük oranda tarım politikalarında yapılan yanlışlardan kaynaklana n İç göç tehdidinin kartopu şeklinde hepimizi içine aldığını. Bu duruma popülist politikaların sebep olduğunu belirtiyor.

Bir Beka Sorunu Olarak İç Göç…

Hafta içi üç günlüğüne memleketim Sivas’ın Koyulhisar ilçesine gittim. Köyümde, yakın ilçemiz olan Suşehri’nde vakit geçirdim. Fırsat buldukça gitmeyi ve ata topraklarından istifade etmeyi sürdürüyorum. Bu ziyaretimde de esnafla, köylülerle sohbetlerim oldu. Her Perşembe kurulan Suşehri pazarını dolaştım. Yaşlı teyzelerle, amcalarla, bulduğum kadarıyla gençlerle konuştum. Ülkemizle ilgili kanaatlerini almaya, geleceğe dair bakış açılarını anlamaya çalıştım. Öncelikle şunu ifade etmem gerekir; önceki ziyaretlerime oranla onları daha düşünceli gördüm. Bu bölgenin geneli iktidarı destekleyen insanlarımızdan oluşuyor. Geçtiğimiz senelere oranla bugüne kadar hiç olmadık kadar sorgulayıcı olduklarına şahit oldum. Herkesin olduğu gibi ekonomi onların da en önde gelen gündemi. Her zaman böyleydi ama bu sefer biraz daha fazla herkes geçim derdine düşmüş. Köylerde yaşayanların yaş ortalaması 60’ın üzerinde. Tek tük gençler var.

Onlar da ya KPSS’ye girmiş sonuç bekliyor, ya büyük şehirlerde iş bulamamış köye geri dönmüş, ya da yaşlı olan anne-babasına yardım için köyde ayakta kalmaya çalışıyor.

Köyler bir anlamda tatil köyleri halini almış. Suşehri’nin nüfusu ortalama 15 bin civarında. İstanbul’da neredeyse mahalle değil orta halli bir sitenin nüfusu olan sayıda insan için 15 adet zincir market var desem abartmış olmam. Bu marketlerin ilgisinin temel sebebi yazın köylerine gelecek olan yerli turistler. Bunun başka da bir açıklaması yok. Ayrıca köylerde yaşayanların neredeyse tamamı emeklilerden oluşuyor. Biz İstanbul’da yaşayanlar için çocukluğumuzda tatil köyleri denildiğinde aklımıza hemen Silivri ve civarı gelirdi. Şimdi Anadolu’nun birçok yeri Silivri olmuş. Köy denince akıllara gelen peynir, yoğurt, tereyağı gibi ürünler bile bu marketlerden alınıyor. Hayvancılık yapanların hayatı ise -askeri terimle tarif edersek- “tek erin mücadelesi” şeklinde yürüyor. Avrupa’nın en pahalı etini tüketen Türkiye, özellikle son yıllarda uygulanan yanlış politikalarla hayvancılık konusunda önünü bir türlü göremiyor. Türkiye üretimi esas alan, insanlarını üretime sevk eden, teşvik eden bir anlayışın ötesinde tüketim merkezli bir ekonomik modelle ayakta kalmaya çalışıyor. “Üretmesen de tüket” anlayışı hâkim olunca ithalat durdurulamıyor. Bunun sonucunda oluşan dış ticaret açığı da borçlanmayı kalıcı hale getiriyor. Anadolu’da dar gelirli aileler için bir tek çıkış noktası var; devlete kapağı atmak. Ekonomi kendi gerçekleri içinde yol alamayınca, özel sektör yatırım planlamasında o veya bu gerekçeyle batılı şehirleri tercih edince, Anadolu insanı için tek çıkar yol devlet kurumlarında işe girmek oluyor.

Bir yandan devletin fabrika yapmasının çok gerilerde kaldığını söyleyen bir anlayış var. Ancak bu anlayış finans kapitalizminin araçlarını hiçbir fren mekanizmasına ihtiyaç duymadan kullanmaktan çekinmiyor. Böyle olunca da bu ekonomik model insanlarına sağlıklı yol ve yöntemler gösteremiyor. Onlar da bu durumla mücadele etmektense, tek çarenin devlette çalışmak olduğu sonucuyla hareket ediyor.

Daha önce bu örneği verdiğimi hatırlıyorum. Ancak tekrar ifade etmekte fayda var. Türkiye ve Almanya’nın nüfusları ortalama aynı, 85-90 milyon. Almanya’nın en kalabalık şehri Berlin nüfusu 4 milyon, Türkiye’nin en kalabalık şehri İstanbul nüfusu resmi olarak 16, gayri resmi olarak 20 milyon. Sadece bu bilgi bile içine düştüğümüz, düşürüldüğümüz durumun vahametini ortaya koymaya yeter. Bu gerçekler ortadayken, Türkiye’nin kıskanıldığını söylemek ise politik bir söylem olmanın ötesine geçemiyor.

Köye gittiğimde gördüğüm manzarayı sosyal medya hesaplarımdan paylaştığımda birçok destekleyici ve karşı yorumlar aldım. Bu paylaşımımda, “Sivas’tayım. Hava soğuk. Köyde sobasız oturmak mümkün değil. Buralar çok sessiz. Asıl beka sorunlarından birisi de iç göç. Türkiye terazi olsa kefenin birisi yere yapışır. Bu ölümcül bir plansızlıktır. Ekonomi, sosyal yapı tehdit altında. Nüfusun beşte biri bir şehirde olmaz” ifadelerine yer vermiştim. Gelen olumsuz tepkilerin temelinde bu cümlelerin iktidar eleştirisi olduğuna inananlar vardı ve korumacılık yaparak içeriğe bakmamışlardı bile. Hangi parti veya düşünceye mensup olursa olsun aklıselim sahipleri ise bu tespitin doğru olduğuna dönük mesajlar paylaştılar. Bu da ülkede makul insanların varlığının hiç de azımsanmayacak ölçüde olduğunu gösterdi. ‘‘Sen niye geldin kardeşim” diyenden, “Git kendin oralarda yaşa” diyene kadar tepkiler aldım. Sanki “oralar” dedikleri yerler bu vatanın bir parçası değilmiş gibi değerlendirmeler yapanlar oldu.
Oysa yaşanan olumsuzlukları savuşturmak bu kadar basit değil. Ben de bu yorumlara eyvallah diyecek durumda değilim. İnsanları doğdukları yerlerde doyuramayan ekonomilerin, refahı tabana yayma imkânları olmaz, olmuyor. Bu durum son yıllarda maalesef kalıcı hale geldi.

Orta sınıfın karşı karşıya kaldığı tehdidin merkezinde üretimden uzaklaşmaları var. Finans kapitalizmi öylesine hâkim ki, enflasyon ve diğer ekonomik verilerdeki başarısızlık artık geriye döndürülemiyor.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun geçen hafta yapılan 8. Olağan Kongre konuşmasında, “Mühendislerimiz motokuryelik, ataması yapılmayan öğretmenlerimiz süpermarketlerde kasiyerlik, İBF mezunu milyonlar ise AVM’lerde tezgâhtarlık yapıyor” sözleri çok çarpıcıydı. Bir taraftan her şehre üniversite açılmasıyla övünen bir iktidar var ve bunun ekmeğini yemeye devam ediyor. Ancak bu iktidara, mezun ettiği gençlerini kendi alanları dışında karın tokluğuna çalıştırıyorsun denildiğinde ise sizden gözlerini kaçırıyor.

Bakınız, buradan bir kere daha ifade ediyorum. Türkiye’nin kurtuluşu planlı üretimi esas alan bir anlayış ve nüfusun olabildiği ölçüde ülke sathına yayılması ile mümkündür. İç göç bir beka so-ru-nu-dur. Öyle bir sorun ki beyin göçünü de tetiklemektedir. Türkiye’nin bu kısır döngüyü kırmaktan başka çaresi yoktur.

İstanbul’a hangi yatırımı yaparsanız yapın, bir sene sonra ihtiyaca cevap veremez hale geliyor. Yeter artık! Ya bu gidişe dur diyecek, İstanbul’a ve diğer büyük şehirlere nüfus akışının önüne geçeceğiz, ya da her türlü maddi-manevi operasyona geçit vermiş olacağız. Popülizm de bir yere kadar. Yaklaşan değil, içinde bulunduğumuz tehlikeyi ne zaman göreceğiz? Bu gidişin sonu uçurum. İç göç tehdidi kartopu şeklinde hepimizi içine aldı götürüyor. Siz hâlâ seçimleri nasıl kazanırız da bir dönemi daha aradan çıkartırız derdindesiniz.