Tarih: 16.01.2020 14:41

BİR BATILI İÇİN DUÂ

Facebook Twitter Linked-in

Biz Batılılara, akıl sezgiden daha üstün gelir. Aklı duygulara tercih ederiz. Bilim parlamakta, din sönmektedir. Descartes’i takip ediyor, Pascal’ı bırakıyoruz.

Öyle ki, önce zekâmızı geliştirmeye bakıyoruz. Ahlâk kavramı, güzel kavramı ve özellikle kutsal kavramı gibi akli olmayan zihin faaliyetleri tamamen ihmal edilmektedir. Bu temel faaliyetlerin kesintiye uğraması modern insanı manevi açıdan kör bir varlık haline getirmektedir.

Böyle bir sakatlık insanın iyi, yapıcı bir cemiyet elemanı olmasına engeldir. Medeniyetimizin çökmesini bireydeki kötü özelliklere bağlamak gerekiyor. Gerçekten hayatta başarılı olmak için akli ve maddi şeyler kadar manevi olanlar da vazgeçilmezdir.

Şu halde kişiyi zekânın verdiği kuvvetten çok daha güçlendiren zihinsel faaliyetleri kendimizde yeniden canlandırmak şarttır. Bunlardan en az bilineni kutsal ya da din kavramıdır.

Kutsallık kavramı özellikle dua aracılığıyla ifade olunur. Kutsallık gibi duanın da manevi bir olay olduğu ortadadır. Şu anda manevi dünya tekniğin eli altında değildir. Bu durumda duanın pozitif (müspet) bilgisi nasıl elde edilmeli? Ne iyidir ki, bilim alanı gözlemlenebilen şeyleri içine alır. Fizyolojik belirtiler yardımıyla da manevi olaylara kadar uzanabilir.

O halde dua eden insanı sistemle gözlem altında tutarak dua olayının ne demek olduğunu, bunu meydana getiren tekniği ve duanın etkilerini öğreneceğiz.

Duanın Tarifi

Dua, maddi olmayan dünyanın hayali varlığına doğru, zihnin çekilmesi gibi görünüyor. Genellikle bir inilti, bir ıstırap sesi, bir yardım dileğinden ibarettir. Bazen, her şeyin değişmez ve üstün prensibinin sessiz bir izlencesi (temaşası) halini alır. Ruhun Allah’a doğru bir yükselişi diye de tarif edilebilir.

Hayat denilen mucizeyi yaratan o varlığa karşı aşk ve tapınış ifadesi de olabilir. Gerçekten, dua, mevcut her şeyi yaratan, tam kemâl, kuvvet ve güzellik olan, hepimizin kurtarıcısı ve babası olan görülmez varlıkla birleşmek için insanın yaptığı bir gayrettir.

Gerçek dua bazı formülleri yalnız ezbere okumak değil, ruhun Allah’ta eridiği mistik bir hal demektir. Bu hal akli özellik taşımaz.

Öyle ki filozofa ve bilimadamına anlaşılmaz ve erişilmez olarak kalır. Dua için de, tıpkı güzel ve aşk kavramları gibi, hiç bir kitap bilgisine gerek yoktur. Sade insanlar, güneşin ısısını veya bir çiçeğin kokusunu ne kadar doğallıkla duyarlarsa Allah’ı da öyle algılarlar. Fakat Allah, sevmesini bilenler için bu kadar cömert iken, tek kaygısı anlamak olanlara kendini göstermez. Onu tanımlamak gerekince fikir ve söz yetmez. Bundan dolayı dua, aklın karanlık gecesi içinden geçen bir aşk hamlesinde en yüksek ifadesini bulur.

Duanın Tekniği – Nasıl Dua Etmeli?

Nasıl dua etmeli? Yirmi yüzyıl boyunca Batı uluslarına din hayatının yolunu gösteren Aziz Paul’den Aziz Benoît ve isimsiz azizlere kadar birçok Hıristiyan mistiklerinden duanın tekniğini öğrendik. Eflâtun’un Tanrı’sı, yüceliği nedeniyle erişilmezdi. Epiktetos’unki eşyanın ruhundan pek ayırt edilmezdi. Yehova aşk değil korku telkin eden Doğulu bir dayatmacıydı. Buna karşık hıristiyanlık, Tanrı’yı insanın yakınına getirdi.

Ona bir yüz verdi. Onu bizim babamız, kardeşimiz, kurtarıcımız yaptı. Artık Allah’a erişmek için karmaşık törenlere, kanlı kurbanlara gerek kalmadı. Dua kolaylaştı, tekniği de sadeleşti.

Dua etmek için sadece Allah’a doğru yönelme gayretini göstermek yeterlidir. Bu çaba akli değil duygusal olmalıdır. Örneğin Allah’ın büyüklüğünü düşünmek, aynı zamanda da bir aşk ve iman ifadesi olmadıkça, dua sayılmaz. Böylece, La Salle’ın yöntemiyle yapılan dua tıpkı bir çocuğun babasıyla konuşması gibi olmalıdır.

Otuz yıl boyunca hayatını fakirlere yardımla geçiren yardımsever bir genç rahibe “Olduğumuz gibi görünürüz” diyordu. Nitekim nasıl seversek öyle dua ederiz, yani bütün varlığımızla.

Duanın çekline gelince Allah’a doğru kısa bir vecdden bir cezbeye kadar, bir köylü kadının yol kavşağındaki haçın önünde söylediği birkaç basit sözden, katedralin kubbesi altında okunan Gregoryen şarkılarının ihtişamına kadar türlü türlüdür. Duanın etkili olması için ihtişama, büyüklüğe gerek yoktur.

Aziz Jean de la Croix ya da Aziz Bernard de Clairvaux gibi dua etmesini pek az insan bilmiştir. Duamızın kabulu için hatip gibi konuşmaya lüzum yoktur. Duanın değeri sonuçlarına bakılarak belirlenirse, en sade, mütevazı şükranlarımızın, en güzel yakarışlar kadar, Allah tarafından makbul sayıldığı görülür. Makine gibi ezbere okunan formüller bir nevi duadır. Mum yakmak da aynı şeydir. Yeter ki bu cansız formüller ve mumun maddi alevi bir insanın Allah’a doğru uzanmasını temsil etsin. Hareketlerle de dua edilir. Aziz Louis de Gonzague “Vazifeyi yapmak duanın yerini tutar” derdi. Allah ile birleşmenin en iyi yöntemi, hiç şüphesiz, onun emirlerini tam olarak yerine getirmektir. “Tanrım, meleklerin gelsin. Göklerde olduğu gibi yerde de senin iraden olsun…” Allahın iradesine uymak ise muhakkak ki hayat kanunlarına, dokularımızda, kanımızda, ruhumuzda yazılı olduğu şekliyle, itaat etmek demektir.

Büyük bir bulut gibi yeryüzünden yükselen dualar, dua edenlerin şahsiyetleri kadar birbirinden farklıdır. Fakat bunlar aynı iki konunun çeşitlemelerinden ibarettir. Sıkıntı ve Aşk. İhtiyaçlarımız için Allah’tan yardım istemek tamamiyle doğrudur. Bununla birlikte geçici bir hevesin yerine getirilmesini veya kendi çabamızla elde edebileceğimiz birşeyin verilmesini istemek yanlıştır. Direnen, inatçı, cüretli bir istek başarılı olur. Bir kör, yolun kenarında oturmuş, kendini susturmak isteyenlere rağmen gittikçe yükselen bir sesle Allah’a yalvarıyordu. İsa oradan geçiyordu ve “İmanın seni iyi etti” dedi.

En yüksek şekliyle dua bir dilek olmaktan çıkar. İnsan sevdiği her şeyi, şükran beslediği bir nimeti, ve ne olursa olsun her emrini yapmaya hazır bulunduğunu Allah’a sunar, bildirir.

Dua bir içe dönüş olur. İhtiyar bir köylü, boş bir kilisenin arka sırasında yapayalnız oturuyordu. “Ne bekliyorsun?” diye sordular. “Ona bakıyorum, o da bana bakıyor” diye yanıtladı. Bir tekniğin değeri neticeleri ile ölçülür. İnsanı Tanrı’yla temasa getiren her dua yöntemi iyidir.

Nerede ve Ne Zaman Dua Etmeli?

Nerede ve ne zaman dua etmeli? Heryerde dua edilebilir. Sokakta, otomobilde, trende, mektepte, fabrikada…

Fakat kırda, dağda, ormanda veya yalnız bir odada daha iyi dua edilir. Kilisede yapılan ruhani ayinler de vardır. Fakat nerede olursa olsun, Allah, insana ancak yüreği huzur bulduğu zaman hitap eder.

Derin huzur bizim bedensel, akli halimize, bulunduğumuz yere bağlıdır. Modern şehrin dağınıklığında, gürültüsünde, karışıklığında beden ve ruhun huzurunu sağlamak güçtür. Bugün şehir halkına, kısa bir zaman için de olsa, iç rahatlığı için gerekli ruhsal ve bedensel şartları sağlayacak dua yerlerine, tercihen mabetlere ihtiyaç vardır. Şehrin karmaşası ortasında bir takım çekici ve güzel huzur adacıkları yapmak ne güç ne de pahalıdır. Bu sığınakların sessizliğinde, insanlar, düşüncelerini Allah’a doğru yükselterek, bedenlerini dinlendirmek, zihinlerinin gerginliğini gidermek, düşüncelerini aydınlatmak ve uygarlığımızın ezici bir yük haline getirdiği zorlu hayata dayanma gücünü kazanmak olanağını bulabilirdi.

Dua, bir alışkanlık haline geldiği zamandır ki kişiliğe etki eder. O halde sık sık dua edilmeli. Epiktetos: “Tanrı’yı, aldığın nefesten daha sık düşün” derdi. Sabah dua edip de günün diğer zamanlarında barbarca hareket etmek saçmadır. Pek kısa “zikirler” veya kalbi imdat çağrıları insanı Tanrı’nın yakınında tutabilirler. O zaman bütün hareketlerimiz duadan ibaret olur. Böyle anlaşıldığı zaman dua bir yaşama biçimine dönüşür.

Duanın Etkileri

Uygun şartlar içinde yapılmışsa duayı daima bir sonuç izler. Ralph Waldo Emerson “Her dua eden daima birşey öğrenmiştir diye yazar. Bununla beraber, modern insan duayı hükmü geçmiş bir adet, boş bir batıl inanç, ilkellikten arta kalan birşey zanneder. Gerçekteyse duanın etkileri tarafımızdan hemen bütünüyle bilinmemektedir.

Bilgisizliğimizin nedeni nedir? Öncelikle duanın ender oluşu. Uygarlarda “Kutsal” kavramı yok olmak üzeredir. Büyük olasılıkla dua etmek alışkanlığına sahip Fransızların sayısı yüzde dört veya beşi geçmez. Sonra dua, genellikle verimsizdir. Çünkü dua edenlerin çoğu egoist, yalancı, gururlu, iman ve sevmekten yoksun gösterişçilerdir.

Sonuçta, etkilerinin çok defa farkına varmayız. İsteklerimizin ve aşkımızın karşılığını genellikle belli olmadan, hemen hemen duyulmadan alırız. Bu yanıtı ta içimizde mırıldayan hafif ses, dünyanın gürültüsü tarafından kolayca bastırılır.

Duanın maddi sonuçları daha belirsizdir. Genellikle başka olaylarla karışır. O halde pek az insan, hatta pek az rahip bunları apaçık gözlemlemek fırsatını bulmuştur.

Doktorlar, ilgisizlikten, ellerindeki vakaları çoğu zaman incelemeden bırakırlar. Bundan başka, yanıt her zaman beklenilen yanıt olmadığından, gözlemciler çok defa şaşırırlar. Örneğin, bedensel bir hastalığın şifasını dileyen biri, hastalıktan kurtulmaz ama derin ve açıklanamaz bir ruhsal rahatlama geçirir. Bununla birlikte dua alışkanlığı halk arasında ender ise de, atalar dinine sadık kalan gruplarda görece daha çoktur. Bugün, duanın etkisini bu gruplarda incelemek mümkündür. Doktor, bu sayısız etkiler arasında, özellikle psiko-fizyolojik ve iyileştirici denilen etkileri gözlemlemek fırsatını bulur.

Psiko-fizyolojik Etkiler

Duanın, ruh ve bedene tesir edişi, keyfiyetine, şiddetine ve tekrarına bağlıdır. Duanın tekrarını, bir dereceye kadar da şiddetini bilmek kolaydır. Verdiği haz ise bilinemez. Çünkü başkalarının imanını ve sevgi yeteneğini ölçecek bir aracımız yoktur. Bununla birlikte, dua edenin yaşama tarzı, onun Allah’a yakarışının doğasını gösterebilir. Hatta dua az kıymette ve formüllerin mekanik bir şekilde okunuşundan ibaret olduğu zaman dahi hareketlere etki eder. Ahlak ve kutsallık duygularını güçlendirir. Dua edilen yerlerde görev ve sorumluluk duygularının hakimiyeti, kıskançlık ve kötülüğün azlığı, başkalarına karşı iyilik vasıfları vardır. Aynı derecede aydın olanlardan dua edenlerin, hatta basit dua edenlerin karakter ve ahlaki değeri dua etmeyenlerinkinden daha üstün olduğu ispat edilmiş gibidir.

Alışkanlık ve coşku haline gelince duanın etkisi belirgin olur. Dua, bir iç salgı bezi hormonuna, örneğin tiroid ya da böbrek üstü bezlerin salgılarına benzetilebilir. Bu değişme aşamalı olur. Sanki bilincin derinliklerinde bir ışık yanmıştır. İnsan kendini olduğu gibi görür.

Kendi hodbinliğini, kabahatini, yargı hatalarını, gururunu keşfeder. Ahlaki görevini yapmaya razı olur. Manevi açıdan alçakgönüllü olmaya gayret eder. Böylece önünde rahmet ülkesi belirir. Yavaş yavaş derin bir huzur, ruhsal ve sinirsel etkinliklerde uyum, fakirliğe, endişelere karşı daha büyük bir sabır, varlıklarının kaybına, acıya, hastalığa, ölüme yıkılmadan katlanmak yeteneği ortaya çıkar. Öyle ki, doktor bir hastanın dua etmeğe başladığını görünce sevinebilir.

Duanın verdiği huzur, iyileşmenin güçlü bir yardımcısıdır.

Bununla beraber duayı morfine benzetmemelidir. Çünkü dua huzurla birlikte zihin etkinliklerinin bütünlüğünü, kişiliğin bir tür çiçeklenmesini başlatır. Bazen de kahramanlığa neden olur. Dua iman edenlere özel bir damga vurur. Bakışlardaki saflık, duruşlardaki huzur, yüzdeki ışık, hareketlerdeki güven ve askerin veya acı çekenin gereğinde, ölüme karşı gösterdiği sade kabulleniş, beden ve ruh derinliklerindeki gizli hazineyi belli eder. Bu etki altında cahiller, geriler, zayıflar, doğuştan yetenekli olmayanlar bile ruh ve akıl kuvvetlerini daha iyi kullanırlar.

Dua, insanları, eğitim ve terbiyelerinin verdiği zihinsel seviyeden daha üste yükseltir. Allah’la olan bu temas onları huzurla doldurur.

Onlardan da huzur saçılır ve her gittikleri yere barış ve huzur götürürler. Ne yazık ki dünyada, etkili dua etmesini bilen insan pek az şimdi.

Şifa Verici Etkiler

Duanın şifa verici etkileri, her devirde insanların dikkatini özellikle çekmiştir. Bugün dahi, dua edilen yerlerde, Allah’a veya O’nun velilerine (dostlarına) niyaz (yakarma) ile elde edilen şifalardan sık sık bahsedilir. Fakat sıradan ilaçlarla veya birdenbire iyileşebilen hastalıklarda şifanın asıl işleyişini anlamak güçtür. Ancak bütün tedavilerin sonuçsuz kaldığı veya uygulaması imkansızlaştığı durumlarda duanın sonuçları kesin olarak gözlemlenebilir. Lourdes şehrinin tıp merkezi bu iyileşmelerin gerçekliğini ortaya çıkarmakla bilime büyük bir hizmette bulunmuştur.

Bazen duanın etkisi, deyim yerindeyse, patlarcasına görülür. Yüz lupusu, kanser, böbrek iltihapları, ülserler, ciğer, kemik veya bağırsak veremleri gibi rahatsızlıklardan şikayetçi olan hastalar adeta aniden şifa bulmuşlardır. Olaylar hemen hemen her zaman aynı şekilde gerçekleşir. Büyük bir vecd hali. Sonra iyileşmiş olmak hissi. Birkaç saniyede, en çok birkaç saatte belirtiler kayboluyor ve anatomik bozukluk düzeliyor. Mucize, normal iyileşme sürecinin son derece çabuklaşması oluyor. Bugüne kadar yapılan deneylerde operatör ve iç hastalıkları uzmanları tarafından, böyle bir hızlanma gözlemlenememiştir.

Bu olayların meydana gelmesi için hastanın dua etmesine gerek yoktur.

Lourdes şehrinde, henüz konuşamayan çocuklar ve dilsizler iyi olmuştur. Fakat onların yanında biri dua ediyordu. Başkası için edilen dua, insanın kendi için ettiği duadan daima daha verimlidir. Duanın etkisi bunun şiddet ve keyfiyetine bağlı gibidir. Lourdes’da mucize vakaları kırk, elli yıl öncekinden çok daha az görülmektedir.

Çünkü hastalar, eskiden, burada hakim olan derin içe dönüş havasını artık bulamıyorlar. Ziyaretçiler turistleştiler, duaları da etkisiz hale geldi.

Duanın etkileri, benim kesin bilgime göre böyledir. Bunların yanında daha pekçokları vardır. Azizlerin, hatta modern azizlerin tarihi birçok harika yaşanmışlıklardan bahseder. Mesela Ars papazına atfedilen mucizelerden çoğunun gerçek olduğuna şüphe yoktur. Bütün bu olaylar bizi, henüz keşfedilmemiş ve birçok sürprizlerle dolacak olan bir dünyaya götürüyor. Artık emin olarak bildiğimiz birşey varsa, o da duanın olumlu sonuçlar verdiğidir. Her ne kadar garip gelirse de “isteyenin karşılık bulduğunu ve çalana kapının açıldığını” gerçek kabul etmeliyiz.

Duanın Anlamı

Sonuçta, herşey sanki Tanrı insanı dinliyor ve ona yanıt veriyormuş gibi oluyor. Duanın etkisi hayal ürünü değildir. Kutsal kavramını, bizi çevreleyen tehlikeler ve evrenin bilinmezlikleri karşısında insanın duyduğu sıkıntıya dönüştürmemelidir. Duayı, sadece sakinleştirici bir şurup, acı, hastalık ve ölüm korkumuza karşı bir ilaç haline de getirmemeliyiz. Şu halde “kutsal” kavramının anlamı nedir? Ve doğanın hayatımızda duaya verdiği yer nedir? Gerçekten bu yer çok önemlidir. Hemen her çağda insanlar dua etmiştir. Eski zaman şehri özellikle dini bir kurumdu. Romalılar her yerde tapınak kuruyordu. Ortaçağ atalarımız Hıristiyan topraklarının her yerine gotik katedraller ve kiliseler yaptılar. Bugün dahi her köyde bir çan kulesi yükselmektedir.

Avrupa’dan gidenler, yeni dünyada Batı uygarlığını üniversite, fabrika ve kiliselerle oluşturmuşlardır. Fethetmek, çalışmak, kurmak ve sevmek kadar dua etmek de, tarhi boyunca, esaslı bir ihtiyaç olmuştur. Gerçekten, kutsal kavramı doğamızın en derininden gelen bir refleks, temel bir davranış gibidir. Bir toplumda kutsal kavramının çeşitleri, hemen hemen öteki temel etkinliklere, ahlak kavramının ve karakterin, bazen de güzellik kavramının çeşitlerine bağlıdır. Biz, bu kadar önemli olan bu yanımızın dumura uğramasına ve kaybolmasına göz yumduk.

Bilinmelidir ki insanın, aklına estiği gibi hareket etmesi tehlikesiz olamaz. Başarılı olmak için, hayat kendi yapısına özgü, değişmez kurallara göre yönetilmelidir.

Kaynak: hertaraf.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —