Hırsız eve girmiş ve ne bulduysa alıp götürmüş. Katil adam öldürmüş. Hep böyle olur zaten, hırsız çalar, katil adam öldürür. Darbeci de darbe yapar. Darbeci darbe yapmaya karar vermişse adam da öldürür, düşman ilan ettiğinin malını da gasbeder. Onunla ve onun ideolojisiyle, onu destekleyenlerle savaşır. Onun için darbecilerin işledikleri cinayetlerden, zulümlerden bahsetmeyeceğim. O ayrı bir yazı konusu. O haksızlıklara karşı nasıl direndiğimiz de bir o kadar önemli. Ama darbenin sebeb ve sonuçları, devam eden etkileri ayrı bir konu. Sadece kahramanlar ve hainler üretmek için anlatılanların aslında kimseye pek faydası yoktur.
Düne dair ne varsa dünde kalmıştır. Dün olanlar sadece toplumsal hafıza ve tecrübeler açısından bir değer taşır ki, geleceğin inşasında, aynı çukura tekrar düşmemek için bu idrak önemlidir.
Ben size farklı bir 28 Şubat’tan söz edeceğim. Yaşadığım tarihe tanıklık edeceğim.
Sondan başlayayım. Niçin Sincan, niçin Kudüs gecesi?. Bu, siyasi emellerini emperyalist devletlerin emelleri ile şahsi çıkarlarını bu emperyal sistemin sermayedarlarının çıkarları ile tevhid eden çevreler; bu şekilde dünyaya şu mesajı vermek istiyorlardı: “Biz sizdeniz! Karşımızdakiler, İsrail’e karşı olanlar”.
Aslında Sincan’daki gecenin Refah Partisi ile bir alakası yoktu. Kudüs Platformunca kararlaştırılan sivil bir eylemdi. Ben konferans verecektim. Gidemeyince Nureddin Şirin gitti. O da bir hafta önce Ankara’da yapılan “Şehidler gecesi”ndeki ekibi topladı. Onlar da “İran’cı” olarak bilinen bir grubtu ve İran Kültür Merkezinden afiş, pankart desteği sağlanmıştı. Hal böyle olunca İran elçisi de katıldı. İran elçisi gelince, Sincan belediye başkanı da katıldı. Ama Sincan toplantısı RP’ye mal edildi. Onun için de beni sanık olarak bile dinlemediler.
Ben Sincan’a niye gidemedim? O sırada NTV’de program yapıyordum. “Darbe olur mu, olmaz mı”, onu tartışıyorduk. Stüdyoda 5-6 kişi idik, gece yarısından sonra sanırım 02’ye kadar süren bir program olmuştu. Heyecanlı tartışmalar sonrasında sesim kısıldı. Ben onun için gidemedim. Bu programdan 10 gün kadar önce küçük dilimden bir operasyon geçirmiştim. NTV’deki tartışma sırasında küçük dilim apse yapmış, onun için gidememiştim..
Size 28 Şubat’ın bir başka hikayesini anlatayım. Bunu ilk kez da anlatmıyorum. Önce bir tespit. Bugüne kadar kökü dışarıda olmayan hiçbir darbe olmadı. Darbeciler emperyalizmin içindeki Truva atıdır. Hepsi Demokrasi ve Kemalizm adına, Laiklik gerekçesi ile yapılmıştır.
1991’de soğuk savaş bitti diyorlar ama, bitmedi. Sadece tehlikenin adı değişti. “Kızıl tehlike”nin yerini “Yeşil tehlike” aldı. İslamofobinin temelleri o gün atıldı. NATO içinde “İslam karşıtlığı temelinde, “Tarihin sonu” kadar devam edecek, “Medeniyetlerarası savaşı” önleyecek yeni bir dönem başlatılacaktı. Bu maksatla BÇG örgütlendi. BÇG’yi anlamadan BOP’u, FETÖ’yü, El Kaide, DAEŞ’i, PYD’yi anlamak mümkün değil.
BÇG “İslam’a karşı sopa”yı öngörüyordu. CIA’nın stratejik düşünce kulübü RAND Corp. adına G. Fuller, “İslam’a karşı havuç” politikasını gündeme getirdi. Sonra NATO çevreleri “Ilımlı İslam’a Havuç”, “Radikal İslam’a Sopa” politikası benimsendi. “Ilımlı İslam” politikasının taşeron örgütü FETÖ olacaktı. Daha sonra FETÖ’cülerin “Ergenekoncu” ve “Balyozcu” olarak suçlayacakları, kendi karşıtları arasında BÇG’liler de vardı. BÇG’liler ise, “Ilımlı İslam”ın desteklenmesi tezine karşı çıkıyorlardı. Eğer bir “Ilımlı İslam” örgütlemek gerekiyorsa bunu da kendileri yapmalı idi. “Kalkancı Tarikatı” böyle doğdu. BÇG ordudan dindarları ihraca başlayınca FETÖ’cüler kılık değiştirdi. Hanımları başlarını açtı, kendileri içki içmeye başladılar ve Orduevlerinde balolarda hanımları ile birlikte dansa kalktılar. Olan samimi mütedeyyin insanlara oldu.
FETÖ’cüler, 1991’de ANAP’vari dört eğilimli yeni bir siyasi parti oluşturmak yerine, her partide olmayı, yeteri sayıya ulaşınca adamlarını çağıracak, iktidara yürüyeceklerdi. Ama BÇG direnince, BÇG’den en çok zarar gören Erbakan’ın iktidarının önünü açtılar ki, Erbakan BÇG’yi tasfiye etsin, FETÖ de dikensiz bir gül bahçesine elini-kolunu sallayarak girsin. Tansu Çiller bir gece hidayete erdi. Akşener İçişleri Bakanı oldu. O günlerde kim nerede, ne yapıyor, ne yazıyor bakmak gerek. Erbakan harekete geçse idi onlar da harekete geçeceklerdi. Herkesi sokağa dökeceklerdi. “5’li çete”yi düşünün TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK aynı çatı altında buluştu. FETÖ, Erbakan’ı harekete geçirmek için Osman paşanın video kaydını yayınlattı. Erbakan’a yönelik tahrikler yaşandı. Erbakan harekete geçse kan dökmeyi göze almışlardı. Erbakan bu tacizler konusunda harekete geçmedi. Aksine “Bakalım kanlı mı olacak kansız mı” dedi. Kan dökecek olan kendisi değil, BÇG idi. Erbakan kan dökülmesini önlemek için ne idari, ne de hukuki yönde bir adım attı. Erbakan harekete geçmeyince BÇG harekete geçti ve Refah-Yol’u destekleyecek olan Çatlı ekibi Susurluk’ta infaz edildi. “Kaza”da MHP’li Çatlı, DYP’li Zaza Bucak, Alevi, Sosyalist istihbaratçı Kocadağ ve manken kız aynı arabadaydı. Erbakan oyunu gördü, görevi Çiller’e devretmek istedi. Ama Demirel Çiller’i harcadı. Mesut Yılmaz geniş tabanlı bir koalisyon kurdu. Sistem bu iktidara kamuoyu desteği sağlamak için Apo’yu getirip teslim etti. MHP, DSP, ANAP hepsi bir aradaydı.
Sonuçta 1 dakika karanlık eylemleri ile gelen Postmodern bir darbe idi. FETÖ gitmeden önce Erbakan’a “beceremedin bırak git” diyecektir. Ardından kendi Amerika’ya kaçacaktır. Media “Topyekûn savaş”tan söz etmektedir. Gazeteler “Gerekirse silah kullanırız” manşetleri ile çıkmaktadır.
Tezkere geçseydi, plana göre BÇG’liler Irak’a gönderilecek ve başlarına çuval geçirilecekti. O ekip orada tasfiye edilecekti. O olmayınca Ergenekon-Balyoz komplosu gündeme geldi, o da olmadı. BOP süreci de “Mavi Marmara”, “One minute” ile tıkanınca olan oldu. 15 Temmuz ve bugün. Başladığımız noktaya geri döndük. Yine darbeyi konuşuyoruz. Bu düzen bu şekilde devam ettiği sürece savaş, terör ve darbeler bitmeyecek. Şeytan tatile çıkmayacak. Bu Şeytani tehdit kıyamete kadar sürecek. Şeytan yeni kıyafetleri, söylemleri ve oyunları ile yine dönüp gelecek. Şartlar oluştuğunda darbe yine olacak.
Değişmeyen gerçek şu: Her topluluk layık olduğu gibi yönetilecek. Ve biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Selâm ve dua ile.